10 Ekim Ankara Garı katliamının üzerinden 3 yıl geçti. 103 insan IŞİD’in bombalı saldırısı sonucu yaşamını yitirdi. 580 insan yaralandı. 30 insan ömür boyu engelli kaldı. Binlerce insanda derin yaralar ve izler bıraktı. 19’u tutuklu, 17’si firari 36 sanığın yargılandığı dava 3 yılda ancak tamamlandı. Sadece 9 sanığa 'anayasal düzeni ihlal' ve 'kasten öldürme' suçlarından 101’er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Müebbet hapis cezası alan sanıklar, ayrıca 300’den fazla kişiyi 'öldürmeye teşebbüsten' 10 bin 557’şer yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt ölenlerin ardından kaleme aldığı yazıda, ölenleri ve onlarla birlikte toplumun toprağa gömdüklerini anlattı. Gar katliamından sonra, barışa olan inancın, demokrasiye olan güvenin ve geleceğe dair umutların gömüldüğünü yazan Söğüt, "Birbirimize bundan sonra hiçbir felakette baş sağlığı dilemeyelim. Böyle bir halkın ne başı sağ olur... ne sonu" dedi.
Mine Söğüt'ün "Ankara Garı karanlığı" başlığıyla (10 Ekim 2018) yayımlanan yazısında şu ifadeler yer aldı:
"Ankara Garı Katliamı, gelmiş geçmiş en büyük karanlığımız. Bundan tam üç yıl önce, bu ülkede, Ankara Garı önünde, o büyük patlama yaşandığında... Bir barış mitingi için yola çıkan o güzel insanlar paramparça olup gökten tarifsiz acılar yağdığında... Hani ölülerimizin yasını neresinden, nasıl tutacağımızı bilememiştik... Hani neyle vedalaştığımızı ve neyle tanıştığımızı daha anlamamıştık... O korkunç saldırının anlamı üzerine akıl yürütemeyecek kadar afallamıştık hani... İşte o gün, o anda gökten bir perde inseydi ve bu ülkenin üç yıl içinde başına gelecekler ilahi bir ışığın yansımasında o perdeye düşürülerek bize gösterilseydi... Ankara garı karanlığı biraz olsun aydınlanır mıydı acaba? O gün orada ölenlerin ne için öldüklerini, öldürüldüklerini anlar mıydık? O anladıklarımızla iktidara da, muhalefete de, devlete de, siyasete de... O evrensel kötülüğe topyekûn isyan bayrağını açar mıydık? O günden bugüne bu ülkede olacakları bir bir bilseydik mesela? Sivillere yönelik aralıksız devam edecek bir terör rüzgârının her şeyi allak bullak edeceğini... Menşei belli, işbirlikleri tescilli canlı bombaların ardının arkasının kesilmeyeceğini görseydik. Toplumun zihnine ve kalbine zerk edilen korkunun ve güvensizliğin kaynağının aslında hiç de uzağımızda olmadığını öğrenseydik. Cevapsız sorularla dolu tuhaf bir darbenin başımıza açacağı belalardan haberimiz olsaydı. Hukukun tamamen rafa kaldırılacağını söyleseydi bize o gördüklerimiz. Seçimlerin o günden sonra artık iyice “seçim” olmaktan çıkacağını anlatsaydı. Politikacıların, gazetecilerin, akademisyenlerin hapsi boylayacağından... İktidara dil uzatanın hayatının karartılacağından... Tarikatların devlet katında şenlikler yapacağından... Yöneticilerin saraylarda har vurup harman savuracağından... Halkın açlıktan kırılacağından... Ülkenin kasasının bomboş kalacağından haberimiz olsaydı. Ankara’da barış için toplanan o insanların katilini uzaklarda mı arardık, yakınlarda mı? Kime hangi soruları sorar, kimin hangi cevaplarına inanırdık? 10 Ekim Ankara Garı Katliamı bu ülkede yaşanmış en kanlı ve hedefi en iyi vuran katliamdı. O gün o garda o iki canlı bombanın işlediği büyük cinayet üzerinden kim ne hesap yaptıysa... hepsi tuttu. Biz o yüz insanı tarifsiz bir acıyla bu ülkenin toprağına gömdük. Biz o yüz insanı gömdük... Onların üzerine de... Barışa olan inancımızı gömdük. Demokrasiye olan güvenimizi gömdük. Geleceğe dair tüm umutlarımızı gömdük. Aklımızı ve kalbimizi gömdük. O yüz insanın paramparça olan cesetlerinin üzerine onlar gibi paramparça olan bir ülkeyi gömdük. Ve iktidarı elinde tutmak için artık hukuk ve ahlak tanımayan korkunç bir iradenin icraatlarını seyre gömüldük. Yakın tarihi, barış için yola çıkmaya hazırlanan çoluk çocuk onca insanı, göz göre göre canlı bomba terörüyle öldürecek, yaralayacak, korkutacak, delirtecek kadar gözü dönmüş uluslararası bir güç birliğinin kucağına atılarak yazılan bu ülkenin halkı; Aradan geçen şu üç yıl içinde, başına gelen bunca şeye rağmen hâlâ kimden hesap sorması, şüphe duyması, kötülüğe pabuç bırakmaması, hakkını araması, korkmaması ve sinmemesi, adalete sahip çıkmayı öğrenmesi gerektiğini bilmediği, bilemediği için... Birbirimize bundan sonra hiçbir felakette baş sağlığı dilemeyelim. Böyle bir halkın ne başı sağ olur... ne sonu."