Mine Söğüt: Kirlenmeden yazmanız mümkün değil

Mine Söğüt: Kirlenmeden yazmanız mümkün değil

Yazar Mine Söğüt'ün son romanı 'Başkalarının Tanrısı' Can Yayınları tarafından yayımlandı. Söğüt, "Üzerine en çok düşünmemiz gereken iki önemli kavram var: Mülkiyet ve mahremiyet" dedi.

Söğüt, Gazete Duvar’dan Anıl Mert Özsoy’un sorularını yanıtladı. 

-‘Başkalarının Tanrısı’ günümüzde oldukça gündem olan bir meseleye odaklanıyor: ‘Evi terk etmek’ ya da yeni bir ‘ev’ aramak… Sizin için aidiyet ne anlam ifade ediyor?

Üzerine en çok düşünmemiz gereken iki önemli kavram var: Mülkiyet ve mahremiyet. Kapitalizmin, kendisini rasyonelleştirmek için vahşice kutsallaştırdığı bu kavramları sorgulamaya başladığınızda ev sizi “dışarıdan” koruyan bir savunma silahına dönüşüyor.  Evinize saklanıyorsunuz ve savaştaki yerinizi alıyorsunuz. Hayati bir sığınağa dönüşen “evi” ayakta tutmak için içeride de bir iktidar modeli geliştiriyorsunuz. Dışarda sizin varlığınızı tehdit eden bir kötücül iktidar ve o iktidarı içinde tekrar modellediğiniz ev arasında sizi sıkıştıran hayatı gerçekten anlamanız, o hayattan bir huzur ve güven beklemeniz imkansız hale geliyor.

Evi terk etmek ya da yeni bir ev aramaya buradan bakmaya çalıştığım bir roman Başkalarının Tanrısı.

-Romanda ‘kirli’ fakat sahici bir atmosferle karşı karşıyayız. Günümüz yazarları ne kadar ‘kirleniyor’ sizce?

Kirlenmeden yazmanız zaten mümkün değil. Dünya, hayat, insanlık ne kadar kirleniyorsa, yazarlar da fark ederek ya da etmeden, o kadar kirleniyorlar.

-Kentsel dönüşüm ve soylulaştırma politikaları yoksulluğu daha da görünür kıldı. ‘Başkalarının Tanrısı’ da tam olarak bu noktada öne çıkıyor ve kentsel dönüşümün asıl muhataplarına söz hakkı tanıyor. Yıkılan ve yeniden yapılan kentler kimleri dışarı atıyor? Dışarı atılanlar ne istiyor?

İnsanlık tarihine gerçekçi bir yerden bakmaya cesaret ederseniz şunu hemen fark edersiniz: İnsan, hayatı anlamlandırmaya, kendi tasavvuru olan bir cennetten kendisini atarak başlar. Soyutlama yeteneği, insanı hem diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğidir, hem de onun en büyük lanetidir. Gelişme meselesinde soyutlama yeteneğinin hızına yetişemeyen bilinci yüzünden paradokslarla bezenmiş bir düzenin içinde en baştan beri hep acı çeker. Buradan bakarsak meseleye, insanı kimse sistemden dışarı atmaz. O kendisi atlar. Tıpkı kendi hayalindeki cennetten kendi kendisini kovduğu gibi... Bu yüzden insanı şehirlerden dışarı atılanlarla o şehirleri yıkanlar ve onları atanlar arasındaki fark öyle sandığımız kadar fazla değildir. Yani dünya iyilerle kötülerin değil iyi olmak nedir hiç umursamayanların bir arada yaşadığı bir yerdir."

TIKLAYIN | Mine Söğüt: ‘Başkalarının Tanrısı’, sokaklarda yaşamaya başlayan şair Musa ve sokaktaki arkadaşlarının hikâyesi…