Misket

Hülya Ekşigil*

Çocukken başlamış olmalı, kavgayı sadece ateşi harlayarak kazanacağına inanmak. Paylaşamadığın misketleri birleştirip beraber oynamak yerine, dövüşüp hepsini arkadaşının elinden almak. Ve bir kere bunu becerebildiğini gördükten sonra, mahalledeki tüm çocukların misketlerine istediğin zaman el koymak. Yıllar geçip misketlerin yerini ideolojik davalar aldığında da değişen bir şey olmuyor. Hamur baştan nasıl karıldıysa, öyle.

Mutlak iktidar bir kez ele geçirildiyse, artık kimseyle paylaşılmıyor. Ama konu paylaşmak bile değil. Bir başkasının da ‘istemesi’, hak iddia etmesi, hatta şikayet etmesi yetiyor. Anlamak, uzlaşmak değil, dövüşmek için programlı bu bünyenin düzenine sokulan her çomak, ‘hak ettiği’ cevabı alıyor derhal. İşsiz kalıyor, yaftalanıyor, vergi cezalarına boğuluyor, hapislerde çürüyor. Canan Kaftancıoğlu ve Osman Kavala gibi figürlerin yargılanabilmesi, hapis yatabilmesi hiçbir ‘demokratik’ rejimde açıklanamaz. Akıldan bile geçirilemez. Hiçbir yönetimin ‘yüzü’, bu insanlara dava açmaya tutmaz, tutamaz. Meğer ki o ‘yüz’ çoktan silinip gitmiş olmasın. Emir kullarını kulluklarıyla başbaşa bırakıp, emrin geldiği o yüksek tepelere baktığımızda gördüğümüz aslında sağa sola beyhude yumruk tekme sallayıp kan-ter içinde kalan acınası biri.

Çünkü sadece bunu biliyor. Uzlaşma diline, anlama yetisine, kendininkinden başka bir dünya tahayyülüne sımsıkı kapalı bir aklın esiri. Tehditleri ancak daha büyük tehditlerle bastırabileceğine, aykırı her sesi demir parmaklıkların arkasında boğabileceğine, baş kaldırana ‘derdin ne?’ demek yerine o başı ezmesi gerektiğine iman etmiş bir kere. Tek bir çatlak ses istemiyor.

Çünkü o sese verecek bir cevabı yok. Hitabeti kuvvetli ama, ‘konuşmayı’ bilmiyor. Karşısındakiyle anlaşmak adına yapabileceği en fazla ‘ikna etmeye’ çalışmak. O da olmazsa, ‘elinden bir şey gelmiyor’. O durumda kendine ters düşeni -ki bu ‘tehlike’ ile eşanlamlı sayılır-  böcek gibi ezmek, ezemezse de korkutup oyun sahnesinin dışına düşürmekten başka ‘seçeneği kalmıyor’. Sadece bunu biliyor. Bu acıklı mı acıklı tablo bir insanın dramı olmaktan çıkıp bir ülkenin dramına dönüşmeseydi eğer, içimizi sızlatabilirdi belki. Ama oraları çoktan geçtik. Anlaşmaya zaten niyeti olmadığını öne sürmek de mümkün. Ama artık istese de yapamaz. O da o noktayı çoktan geçti.

On yıldan fazla oldu gerçek bir gazetecinin karşısına çıkıp da gerçek bir soruyu cevaplamayalı. Biriktirdiği bagaj o kadar yüklü ki, kapağını aralarsa içinden çıkacakları göze alması imkansız. O zaman ortalıkta başkasına ait tek bir misket bırakmamaktan başka çare kalmıyor. Çektiğimiz bunca acı ve sıkıntı bir çocuğun küçükken iyi eğitilememiş olmasının, elindekileri ‘kavgayla alıp kavgayla korumak’ dışında bir yol öğrenememiş olmasının bedeli aslında. Konuşmak da anlaşmak da çocukken, misketleri paylaşırken, ya öğreniliyor ya da öğrenilemiyor.