Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın darbeciler tarafından alınacağını MİT’e ihbar ettiği ileri sürülen binbaşıyla ilgili olarak "Darbeden hemen sonra Hande Fırat’ın kitabından binbaşının adının H.A. olduğunu öğrenmiştik. Hatırlarsınız belki, bir okuyucumun uyarısı üzerine bu köşede H.A.’nın 'hayalet adam' kelimelerinin kısaltılmışı olduğunu, istihbarat kuruluşlarının bu tür kişileri böyle tanımladığını yazmıştım" dedi. Yılmaz, Cumhuriyet muhabiri Alican Uludağ'ın haberinde söz konusu binbaşının adının O.K. olarak yer aldığını hatırlatarak "Kara Havacılık ile ilgili soruşturmayı yürüten savcı, iddianamesini hazırlarken bu binbaşı ile de konuşmak istemiş, ancak MİT buna izin vermemiş" ifadesini kullandı.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Binbaşı O.K.?" başlığıyla yayımlanan (19 Mayıs 2017) yazısının ilgili bölümü şöyle:
Fetullahçı çetenin 15 Temmuz’daki darbe girişiminin bastırılmasında en önemli rollerden birini oynayan kişi, MİT’e gelerek Müsteşar Hakan Fidan’ın gece yarısı bir grup asker tarafından kaçırılacağını haber veren Kara Havacılık’ta görevli bir binbaşıydı.
Darbeden hemen sonra Hande Fırat’ın kitabından binbaşının adının H.A. olduğunu öğrenmiştik. Hatırlarsınız belki, bir okuyucumun uyarısı üzerine bu köşede H.A.’nın “hayalet adam” kelimelerinin kısaltılmışı olduğunu, istihbarat kuruluşlarının bu tür kişileri böyle tanımladığını yazmıştım. Cumhuriyet’te yayınlanan Alican Uludağ’ın haberine göre bu binbaşının adı O.K. Kara Havacılık ile ilgili soruşturmayı yürüten savcı, iddianamesini hazırlarken bu binbaşı ile de konuşmak istemiş, ancak MİT buna izin vermemiş. Onun için binbaşının ihbarı MİT’e ne şekilde yaptığını, neler söylediğini tam olarak bilemiyoruz. Binbaşının neden sadece MİT’e gittiğini, durumdan niye Genelkurmay’ı ya da Emniyet’i de bilgilendirmediğini de bilemiyoruz doğal olarak. Habere göre Binbaşı O.K. Darbe girişiminin hemen ardından çıkarılan bir OHAL kararnamesiyle ordudan atılmış. Ama sonra yine bir OHAL kararnamesi ile göreve iade edilmiş ve darbe girişiminin bastırılmasındaki rolü nedeniyle “koruma ve ödüllendirme” amaçlı olarak MİT kadrosuna alınmış. MİT, artık kendi mensubu olan O.K.’nın ifadesinin alınması için savcının istediği izne yanıt bile vermemiş. MİT’in kendisini her kurumdan üstte gördüğünü zaten biliyoruz, Müsteşarı da TBMM’ye gidip komisyona ifade vermedi, yazılı soruları da yanıtlamadı. O da gidip komisyona ifade vermedi, yazılı soruları da yanıtlamadı. Binbaşı O.K.’nın kimliğinin gizlenmesi artık darbe ve FETÖ tehdidi de bastırıldığına göre saçma ama yine de anlaşılabilir. Ancak savcılığa ifade vermeye gönderilmemesi anlaşılabilir gibi değil. İddianamelerin hepsi “gizli tanık” ifadeleri ile doluyken, binbaşı neden savcıya ifadeye gönderilmiyor? Bu önemli çünkü bu köşede daha önce aktardığım gibi Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, “darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini” söylemişti. Darbe girişiminin en başından neden engellenemediğini aydınlatabilmek için binbaşının “neyi ihbar ettiği” önemli. Darbe girişimi olacağı ihbarında mı bulunmuştu, yoksa sadece MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağı ihbarında mı? Eğer darbe ihbarı yaptı ve gerekli emirler verilmediyse, bunun nedenlerini de öğrenmeliyiz. İhbar sadece MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağı yönündeyse, o zaman da Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın, bu ihbarı neden bir darbe girişimi olarak değerlendirmedikleri sorusu ortaya çıkıyor. Bu darbe girişimi ile ilgili her olayın aydınlatılması gerçekten isteniyor mu?
FETÖ ve PKK/KCK’ya üye olmamakla birlikte “örgüt adına suç işledikleri” iddia edilen Cumhuriyetçiler hapishanedeki 200. günlerini dün doldurdular. Genel yayın yönetmeni Murat Sabuncu, icra kurulu başkanı Akın Atalay, kitap eki yönetmeni Turhan Günay, yayın danışmanı ve yazar Kadri Gürsel, okur temsilcisi Güray Öz, çizer Musa Kart, yazar Hakan Kara, avukatlar Bülent Utku ve Mustafa Kemal Güngör ile yönetici Önder Çelik 200 gündür Silivri Cezaevi’nde. Haklarındaki iddianameyi mahkeme kabul etti ama okuduğunuz vakit gördüğünüz tek şey, “suç icat edildiği”. Somut bir delil yok, elle tutulur bir “örgütsel ilişki” yok. Fikirlerini açıkladıkları yazılar ve haberlerle suçlanıyorlar. Aynı durum Nazlı Ilıcak, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Mümtazer Türköne için de geçerli. Hangi örgütsel ilişki içindeler, örgütün hangi kademesinde yer almışlar, örgütün sevk ve idaresinde nasıl rol oynamışlar, belli değil. Suçlamalar yine aynı, fikirlerini açıkladıkları yazılar! Tutuklu gazeteciler Ahmet Şık, Tunca Öğreten ve son kurban Oğuz Güven için de aynı şeyi söylemek zorundayım, delil dedikleri yazdıkları haberler, attıkları başlıklardan ibaret. Fetullahçı çete ile etkin mücadelenin yolu bu değil. Tam tersine, gazetecilerin ağır cezalar istenerek tutuklu yargılanıyor olmaları, bu çetenin ekmeğine yağ sürüyor, Türkiye’nin Batılı demokratik çevreleri bu konuda ikna etmesini zorlaştırıyor. FETÖ’nün elebaşının Washington Post gibi bir gazeteye bile kendini mağdur diye yutturabilmesi, bu tür dayanaksız suçlamalarla gazetecilerin hapiste tutulmasından kaynaklanıyor.