HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “AKP’nin iş başına geldiği 2002 yılından bugüne, 2023 yılına kadar tam 9 defa imar affı yasaları çıkarılmıştır. 1955-2022 yılları arasındakinden daha fazla imar affını bu iktidar kendi 21 yıllık iktidar yönetimi döneminde kanunlaştırmıştır. Üstelik AKP iktidarı, bu imar affına ‘imar barışı’ deyip siyasi bir rant devşirme çabasından da geri durmamıştır. Söz konusu imar affı kanunlarından yararlanan yapı sayısı 3 milyon civarındadır. Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de 3 milyon yapının denetimsiz bir şekilde af kapsamına alınması, cinayetin açık bir şekilde kanunileşmesi anlamına geliyor” dedi.
Mithat Sancar, bugün HDP Kriz Koordinasyon Merkezi Toplantısı’nda konuştu. Sancar’ın konuşması şöyle:
“Tüm ülke olarak tarifi çok zor bir acıyı yaşıyoruz. Kelimelerin boğazımızda düğümlendiği bir zamandayız. Öyle, iktidar sahiplerinin ‘kader planı, asrın felaketi’ diyerek kendi sorumluluklarını ve beceriksizliklerini gizleyebileceklerini sandıkları bir süreç değil bu. Depremin asıl yıkıcı etkisi, deprem öncesi yapılmayanlar, yapılanlar ve deprem sonrası gerçekleştirilmeyenler ve gerçekleştirilmesi gerekenlerdir. Asıl depremleri insani ve toplumsal felakete dönüştüren şey, bizatihi iktidarların ve devletlerin tutumudur, politikalarıdır. Yaptıkları ve yapmadıkları şeyler, depremleri felaket dönüştüren başlıca faktördür. Bu faktörlerin başında elbette tedbirsizlik gelmektedir. Önlemlerin zamanında alınmayışı, bir diğer faktördür. Acil müdahale ve yardımların yine vaktinde ulaştırılmaması da yıkımı büyüten temel unsurlardandır. Bu ülkeyi yönettiklerini söyleyenlerin vurdumduymazlığı, organizasyonsuzluğu ve koordinasyonsuzluğu, felaketin temelinde yatmaktadır. İnsan ve toplum merkezli yönetim yerine ranta dayalı ve talana dayalı politikalar, yıkımın başlıca sebebidir.
Bugün, depremin sekizinci günündeyiz. Resmi verilere göre 30 bini aşkın insanımız hayatını kaybetti. Halen ulaşılamayan çok sayıda enkaz var. Gidilemeyen yerler, köyler var. Enkaz altında 10 binlerce insanımız bulunuyor. Bu kara kışın ortasında insanlar kaderlerine terk edilmiş durumda. Çadır, soba, battaniye gibi ihtiyaçların devlet ve hükümet düzeyinde yeterli oranda karşılanmadığı bir durum söz konusu. Yardımların dağıtılmasında bir kargaşa, bir kaos yaşanıyor. Deprem bölgesindeki insanlar, toplumsal dayanışma ve yardımlar sayesinde hayatta kalmaya çalışmaktadır. Evet, deprem bir doğa felaketidir.
Ortada gerçekten büyük bir yıkım var. Ama yıkılmayan bir şey de var; insanlık. Evet, insanlık yıkılmadı, dimdik ayakta. Sivil toplum, milyonlarca gönüllünün, tek tek bireylerin, sanatçıların, aydınların, emekçilerin, iş insanlarının, 7’den 70’e herkesin, siyasi partilerin yardım için adeta seferber olduğu büyük bir dayanışma yaşanıyor. Dayanışma duygusuyla hareket eden bütün insanlarımıza, yurt dışından, yurt içinden bu seferberliğe katılan herkese, deprem bölgesinde canla başla çalışan bütün bu kesimlere elbette minnettarız.
HDP olarak, depremin yaşandığı ilk gün Ankara ve Diyarbakır’da merkezi kriz koordinasyonlarımızı hemen kurduk. Bunun yanı sıra depremin yaşandığı bölgelerde etkin bir çalışmanın yürütülmesi için örgütlü olduğumuz il ve ilçelerde seçim koordinasyon merkezlerimizi yerel deprem kriz koordinasyon masalarına dönüştürdük. Şu an 3 binden fazla arkadaşımız birinci derecede sahayı koordine ederken binlerce arkadaşımız da aktif olarak çalışıyor. Bunun dışında Meclis grubumuz, Gençlik ve Kadın Meclislerimiz bir bütün olarak sahadalar. Deprem sonrası yıkımının en ağır olduğu 6 ilde vekillerimiz, sürekli ve dönüşümlü bir şekilde halkımızla iç içe yaraları sarmaya ve acıları azaltmaya katkı sunuyorlar.
Bugüne kadar koordinasyon merkezimize yaklaşık 60 bin başvuru yapıldı. Bu görüşmeler sonucu yaklaşık 300 bin ayrı iletişim gerçekleştirildi. Enkaz altındaki insanlarımıza acil müdahale için bulundukları yerin AFAD'a bildirilmesinden acil yardımların organize edilmesi ve deprem bölgelerine ulaştırılmasına kadar her alanda seferber olduk. Arkadaşlarımız, kurtarma çalışmalarında bizzat yer aldı, yer almaya devam etmektedir. Bize ulaşan her insanımızın sesini hemen gerekli her yere ulaştırmaya çalışıyoruz. Bu çabamızı da devam ettireceğiz. Deprem bölgelerinden Ankara, Mersin, Urfa, İstanbul ve Kayseri'deki hastanelere taşınan ve bu hastanelerde tedavi gören, taburcu olan 12 bin 322 afetzede ile temas kuruldu. Erzak ve malzeme yardımları koordine edilmeye devam edilmektedir.
Şu ana kadar TIR, kamyon ve kamyonet olmak üzere 617 araç, deprem illerine, ilçelerine ve köylere tarafımızdan ulaştırılmıştır. Evlerde misafir etme çalışmaları kapsamında 26 farklı ilden aldığımız aramalar sonucunda 345 aileyi konuk edecek imkanlar yaratılmıştır. Merkezi kriz koordinasyonu bünyesinde teknik, ulaşım ve konaklama, AFAD ile iletişim ve illerle iletişim ekibi olmak üzere 4 ayrı komisyon kurduk. Kurduğumuz ihbar hatlarından gelen bilgiler arkadaşlarımız tarafından teyit edilerek AFAD’a, il kriz koordinasyonlarına iletilerek yardımların ulaşması sağlanmaya çalışılmıştır. Hatlarımız 24 saat açık tutulmaktadır.
Adıyaman, Maraş, Hatay ve Malatya’nın tüm ilçeleri ile Antep’in İslahiye ilçesi mahalle muhtarlarını aradık. Toplam 24 ilçemizde bin 148 muhtarımızla iletişime geçtik. Tabii ki deprem dolayısıyla iletişim sorunları var, ulaşamadıklarımız da oldu ancak muhtarların yüzde 75'i ile iletişim kurmayı başardık. Muhtarlarımıza önce geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Hayatını kaybeden yurttaşlarımız için bir kez daha başsağlığı diledik, yaralıların durumunu sorduk, enkaz çalışmalarının son hali hakkında bilgi aldık. En önemli konu da genel ihtiyaçları ve acil gereksinimleri konusunda notlarımızı tutup kriz koordinasyon merkezimize, oradan da ilgili birimlere ilettik, bu çalışmalarımız devam ediyor.
Havalar soğuk, bu nedenle çadır ihtiyacı da ilk sırada yer alıyor. Birçok yere hiç henüz ulaşılamamış. Görüştüğümüz ilçelerin tümünde bu ihtiyaç var. Aciliyetini koruyor çadır ihtiyacı. Depremden hiç hasar görmemiş olsa bile insanlar evlerine girmiyorlar, bunu da elbette anlamak gerekiyor. Barınma ve ısınma ihtiyacı, depremden etkilenen bölgelerdeki bütün insanlarımız için geçerlidir. Muhtarlarla yaptığımız tüm görüşmelerde bütün muhtarlar, toplumun gösterdiği yüksek duyarlılık ve toplumsal dayanışmadan çok memnun olduklarını belirttiler. Halkımızın birbiriyle dayanışmasının önemi burada da ortaya çıktı. Partimize hem dayanışma dolayısıyla hem de aramamız dolayısıyla teşekkürlerini de ilettiler. Biz, bu teşekkürü hak etmek için daha fazla şey yapmamız gerektiğinin de farkındayız. Bizim teşekkür gibi bir beklentimiz yok. Bu bizim sorumluluğumuzdur. İnsani ve siyasi görevimizdir, teşekkürleri de başımız gözümüz üstünedir. Daha fazla dayanışma için seferber olmaya devam edeceğiz. Acımız, yaramız büyük ama dayanışmamız da yine aynı şekilde büyüktür.
“ÇÜRÜK DÜZEN VE YOZLAŞMIŞ İKTİDAR, İNSANLARIMIZIN ÜZERİNE ÇÖKMÜŞTÜR”
Bugüne kadar iktidar ne yaptı? Bir de kısa bir bilanço çıkaralım bu konuda. Yaşanan depremde insanların üzerine sadece çürük binalar yıkılmadı. Çünkü esas yıkımın nedeni, başta da belirttiğim gibi siyasi iktidarlardır, devletlerdir. Çürük düzen ve yozlaşmış iktidar, insanlarımızın üzerine çökmüştür. Savaştan, talandan, ranttan ve yalandan başka bir şey bilmeyen AKP-MHP’nin tekçi iktidarının enkazı da halkın üzerine yıkılmıştır. Devletin, kamunun kaynakları ve imkanları böylesi zamanlarda insanların hizmetinde olmayacak da ne zaman hizmette olacak? İktidar ve yönettiği devlet kurumları, bu depremde müdahalede çok geç kaldılar. Bizler gözlerimizle gördük ama tüm ülke buna şahittir. Depremin ardından ben ve Pervin Buldan eş başkanım bölgeye gittik. Benim Antakya’da, Samandağ ve çevre ilçelerde gördüğüm tablo, gerçekten bütün bu söylediklerimizin az bile olduğunu ortaya koyuyor.
Hiçbir yardım ve kurtarma ekibine, depremin üzerinden 35 saat geçmişken rastlamadım. Oysa bu sürenin ne kadar önemli olduğunu herkes biliyor. Dolayısıyla bu gecikme ve kaos, organizasyonluk, beceriksizlik, maalesef can kayıplarının büyük ölçüde artmasına yol açmıştır. İktidarın, devlet kurumlarının bu durumu, felaket boyutlarını büyüten başlıca faktördür. İktidar krizi yönetememiş, depremi bir insani krize ve trajediye dönüştürmüştür. Her felakette görüyoruz ki iktidara göre ilk kurtarılması gereken insan canı değil, kendilerinin bekası ve imajıdır. Bu rejimle, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adını verdikleri bu rejimle ‘yürütmenin hızlı karar alabildiği ve hareket edebildiği’ iddiası da çökmüştür. Tek adam yönetimi çökmüştür. Bütün bunlar, artık herkesin çıplak gözle gördüğü gerçeklerdir. İnsanlar enkaz altında canlarını ararken iktidarın enkaz üstünde düşman arıyor olması da kayda geçmesi gereken büyük bir ayıptır. İktidar, bir yandan enkaz üstünde düşman ararken öte yandan sivil müdahale ve dayanışmayı engellemeye çalışmış, kutuplaştırma ve nefreti körükleyen açıklamalar yapmıştır. Bu ülke bir deprem coğrafyasında yer alıyor. Bütün hazırlıkların, tedbirlerin ve afet yönetim planlarının bu bilimsel gerçeğe göre olması gerekirdi.
Dikkate almayan, peş peşe imar aflarıyla depremin böyle büyük bir yıkıma yol açmasına davetiye çıkartan bir beton iktidarı iş başında. AKP, bu ülkedeki en büyük inşaat şirketidir. Afetin de felaketin de baş sorumlusu, siyasi sorumlusu, hukuki sorumlusu, ahlaki sorumlusu bu iktidardır. Fail tek tek bireylerde aranamaz ya da tek tek bireylere sorumluluk yüklenerek bu tablo temize çekilemez. Elbette bireylerin de sorumlulukları göz ardı edilemez, müteahhitlerin bizatihi sorumlu olduğu konularda elbette soruşturma ve kovuşturmalar yürütülmelidir ki hukuk komisyonumuz bu konuda da ciddi bir çaba içerisindedir. Ama sorumluluk esas olarak siyasidir, bir sorumluluk silsilesi söz konusudur. Bu nedenle tek tek müteahhitleri öne çıkarıp siyasi sorumlulukları gizleme çabalarına karşı da bütün hukuk örgütlerinin, demokratik kuruluşların ve halkımızın uyanık olması gerekiyor.
İktidarın imar barışı dediği, kaçak yapılara aftır. İşte o imar affının bugünkü sonucu, binlerce binanın yıkılması, on binlerce insanın enkaz altında can vermesidir. Milyonlarca insanın da evsiz, barksız kalmasıdır. 1955-2002 yılları arasında 8 defa imar affı TBMM’nin gündemine gelmiş ve kanunlaşmıştır. AKP’nin iş başına geldiği 2002 yılından bugüne, 2023 yılına kadar tam 9 defa imar affı yasaları çıkarılmıştır. 1955-2022 yılları arasındakinden daha fazla imar affını bu iktidar kendi 21 yıllık iktidar yönetimi döneminde kanunlaştırmıştır. Üstelik AKP iktidarı, bu imar affına ‘imar barışı’ deyip siyasi bir rant devşirme çabasından da geri durmamıştır. Söz konusu imar affı kanunlarından yararlanan yapı sayısı 3 milyon civarındadır. Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de 3 milyon yapının denetimsiz bir şekilde af kapsamına alınması, cinayetin açık bir şekilde kanunileşmesi anlamına geliyor.
İktidar, kendi sorumluluğunu gizleyemez, hiçbir şekilde gizleyemez. En büyük kurumsal müteahhit, tekrar ediyorum, iktidarın bizzat kendisidir. Ve başlıca fail, bu çürük ve rantçı, beton iktidarıdır. Erdoğan, Diyarbakır’da yaptığı açıklamada, bir yıl süre istiyor, yeniden imar için. ‘21 yıldır ne yaptın’ diye sormaz mı halk? 21 yılda yapamadığını bir yılda mı yapacaksın? Peki bir yılda yeniden imar sorununu çözün diyelim, yitirdiğimiz canları nasıl geri getireceksiniz? Tarihimizin gördüğü ar damarı en çatlamış ittifak, karşımızdaki iktidar bloğudur. Siyasi sorumluluğunu tehditler savurarak üstünden atmak isteyen bu iktidar, zerre-i miskal ahlaki ve vicdani bir sorumluluk taşımadığını göstermiştir. Afete geç müdahale eden iktidar, deprem sonrasını yönetmekten acizdir. Özetle devlet, herhangi bir şekilde insanların yanında değildir, toplumun menfaatini gözetmemektedir. Onları ve acılarını görmemektedir. Kendi dar çıkarı için her şeyi algı yönetimi ile tehditlerle halledebileceğini düşünmekte ve buna devam etmektedir.
Deprem bölgesine çürük bina yapan ve bunların arkasında duran bir iktidarın zaten afet yönetim planından söz etmek abes olurdu. Ortadaki plan, rantı yönetme planıdır. Kriz yönetim planlarının olmadığının en somut göstergesi, AFAD’ın durumudur. AFAD’ın personel sayısı, gönüllüler hariç 5 bin 982’dir. Evet, 85 milyonu aşkın nüfusun acil yardım sorumluluğunu üstlenen AFAD’ın personel sayısı 5 bin 982. Yıkılan bina sayısından daha az bir AFAD personeliyle afet yönetim planı yapılabilir mi? Sahada canla başla kurtarma çalışması yürüten AFAD personeli ve gönüllüleri elbette bu işin içinde tutulamaz. Onların çabaları her türlü takdirin üstündedir. AFAD personeli ve gönüllülerinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Sorun, yönetim zihniyetindedir, iktidarın politikalarındadır. Acil bir organizasyon ve koordinasyon kurumu olması gereken AFAD, liyakatsiz bir yönetimin beceriksizliği ve iş bilmezliği sonucu kurtarma çalışmalarına iki günden daha uzun bir süre geçtikten sonra başlamıştır.
Bütçe tercihlerinde de doğal afet ve felakete karşı alınması gereken önlemler asla yer alınmıyor. AFAD’ın bütçesi, 4 trilyon TL’yi aşkın 2023 yılı bütçesi içerisinde ise sadece 8 milyar 75 milyon TL’dir. Genel bütçedeki payı ise yüzde 0,5’in altındadır. Hep kıyaslar yapılıyor, biz de aynı kıyası yapalım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi, AFAD’ın bütçesinin 4,5 katıdır. AFAD’ın başına liyakate aykırı olarak yapılan atamalar, bu çürümenin bir başka boyutunu oluşturuyor. Bu iktidar, okulların depreme dayanıklı hale getirilmesi için bütçe ayrılması önergelerimizi de reddetmiştir. Bu deprem göstermiştir ki AKP-MHP yönetim anlayışının afet konusunda herhangi bir hazırlığı yoktur, afetlerin yıkıcı etkisini kat kat artıran siyasi zihniyeti ve tercihleri vardır.
1999 yılından bu yana toplanan deprem vergilerinin sadece adını değiştirdiler. Özel İletişim Vergisi adı altında her yıl on milyarlarca lira bütçeye gelir olarak kaydedildi. 1999 yılından bu yana toplanan deprem vergilerinin miktarı, yaklaşık 40 milyar dolardır. Bu meblağ ile felaketin yaşandığı iller iki defa yeniden yıkılıp depreme dayanıklı bir şekilde inşa edilebilirdi. Bu denli büyük bir meblağdan bahsediyoruz. Nerede bu deprem vergileri? Bir tane iktidar yetkilisi yoktur ki ‘bu paraları deprem önlemleri için kullandık’ diyebilsin. Diyemezler. Çünkü depremin etkisini azaltmak için kullanmadılar. Depreme karşı tedbir için kullanmadılar, yandaşlarına aktardılar. Kendi siyasi projeleri için kullandılar. Tüm bunlar da gösteriyor ki suç da fail de herkesin gözleri önündedir.
Bugün dünyada yerel yönetimlerin güçlü olduğu yerler, afetlere de en hazırlıklı yerlerdir. Toplumsal ihtiyaçlara göre tedbir alınarak, afetlere hazırlık yapılarak yerel yönetimler güçlendirilir. Yapılması gereken budur. Sadece yerel yönetimlerin güçlendirilmesi değil, demokratik kitle kurumlarının, emek ve meslek örgütlerinin de bizatihi burada yer alması gerekiyor. Bu da yerindelik ilkesinin bir gereğidir. Karar mekanizmalarını da pratik tedbirleri de en etkili ve hızlı şekilde ancak yerinden ve yerellik ilkesi ile sağlayabiliriz. Tekçi, merkeziyetçi yol ve yöntemlerle toplumun iyiliği, kamunun yararı için bir hizmet örgütlenmesi mümkün olmuyor. Tarih boyunca olmadı, şimdi de acı faturalarla maalesef yeniden ortaya çıktı. Bu deprem bize tam olarak göstermiştir ki merkeziyetçi yönetim, her kurumu ve kademeyi felce uğratmıştır. Ayrıca sosyal devlet ilkesi de nasıl tahrip edilmiş, bu depremde bunu da gördük. Sosyal devlet ortadan kaldırılmış. Anayasa’da yazılı bir ilke olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
Ülkenin dört bir yanından insanlar yüreklerinde derin acı, tüm imkanlarıyla seferber olup yaraları sarmaya, elinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Böylece yok olan sosyal devletin yerine dayanışmacı toplum gerçeğini koyuyorlar. İktidarın en tepesinden en alt kademesine kadar, muhalefete, halka, ‘Bu doğal afettir, siyaset yapmayın’ diye parmak sallanıyor. En çirkin ahlak dışı siyaset budur. ‘Ölseniz dahi susun, sadece biz konuşalım’ demek anlamına geliyor. İktidar bunu istiyor. ‘Gerçekleri söylemeyin, bizim algı operasyonlarımız, gerçek dışı açıklamalarımıza razı olun’ demek istiyor iktidar. AKP Genel Başkanı, yöneticilerin basiretsizliği, müteahhitlerin hırsızlığına, denetimsizliğe çıkardıkları imar aflarına kadar, ‘Kader planı’ diyerek kendi sorumluluğunu örtmeye çalışıyor. Tedbirsizliği, yolsuzluğu, becerisizliği kader diye sunamazsınız. Bunlar kader değil, bunlar siyasi tercihlerdir. Burada da sorumluluk başka yere havale edilemez. Asıl sorumlular, bu devleti yönetenlerdir… İktidarın başı, ‘Defter açtım’ diyor. Hatırlatıyoruz, asıl defteri Türkiye halkları açtı. Tüm bunların hesabını hukuki ve siyasi çerçevede soracağız.
Her türlü kışkırtmaya, ayrıştırma girişimine karşı herkes en üst düzeyde duyarlılık göstermelidir. Depremi fırsat bilen bazı çevreler, adım adım göçmen ve mülteci düşmanlığını örmektedirler. Mültecilere ve göçmenlere karşı yapılan bireysel ve kitlesel saldırılardan ve linç girişimlerinden, bu insanları hedef tahtasına koyanlar sorumludur. Vinç göndermeyen çevrelerin, vinçlerin gitmesini engelleyen odakların linçe başvurması ibretliktir. Bunu hiç kimse unutmasın, unutmayacaktır da.
Öte yandan bu iktidar, insanların hayatını kurtarma ve toplumsal yaşamın yeniden kurulmasını sağlama yönünde tedbirler alacakken insanları daha çok mağdur edecek yöntemlere başvuruyor. Üniversitelerde uzaktan eğitim kararı bunlardan biridir. Bilim karşıtlığının bir göstergesi olması bir yana, bunun sonuçları da vahimdir. Üniversitelerde uzaktan eğitime geçme kararı alındı, yüzbinlerce öğrenci eğitimden uzak tutuldu. Oysa depremzedelere barınma için sunulabilecek çok daha başka imkanlar var. Mesela Cumhurbaşkanlığı ve Meclis başta olmak üzere bütün kamu kurumlarının misafirhaneleri ve sosyal tesisleri hemen kullanıma açılmalıdır. Yıkımın bedeli, uzaktan eğitim kararıyla üniversite öğrencilerine ödettirilemez. Bu karar derhal geri alınmalıdır.
Bütün bu kötülük pratiklerine ve kötücül politikalara karşı muhalefetin ve duyarlı tüm çevrelerin birlikte hareket etmesi çok önemlidir. Özellikle demokrasi güçlerinin, hızla her alanda koordine olarak bu felaketin acılarını azaltma ve yaraları sarma konusunda sorumluluğu var. Bu dayanışma eğer gerçekten güçlü bir şekilde örülürse ki biz örülebileceğine inanıyoruz, geleceğimizi de bu anlayış üzerine inşa etmenin yolunu açacaktır. İnsan merkezli, kamuyu esas alan, yerel demokrasiye dayanan bir sistem inşası için de bu dayanışma bizlerin yolunu açmaktadır.
İktidarın en büyük derdi, toplumu ve siyaseti kendi arkalarına dizememiş olmasıdır. Farklı mahallelerin birbirleriyle buluşup dayanışmasından ödleri korkuyorlar. Bölüp kamplaştırmaya, kutuplaştırmaya ve farklılıkları birbirinden uzak tutup düşmanlaştırmaya odaklı siyasetleri, gösterilen dayanışma ile çöküyor. Birbirine en zıt kesimler dahi ortak bir hedef için bir araya geliyor. İşte bizi kurtaracak olan da gelecekte felaketleri önceleyecek olan da bu dayanışmadır. İktidarı da en çok ürküten de budur. İktidarın deprem sonrası başvurduğu yöntemleri sıralamak gerekmiyor, hepimiz bunun farkındayız. İlk etapta interneti kestiler. Bunun can kayıplarını nasıl artıracağı herkes görürken iktidar, tepki ve öfkeyi önlemek için ölümcül yönteme başvurmuştur. Bu, kötülük anlayışıdır. Sadece kendini düşünmektir. İnsanları ve hayatları düşünmekten uzak bir anlayıştır. RTÜK eliyle her gün medyayı tehdit ediyorlar, amaçları belli. Amaçları, halkın tepkisini ve dayanışmasını gizlemek, görünmez kılmaktır. Ama bunlara karşı da bizlerin alabileceği tedbirler, yapabileceği çok şey vardır. Şimdi bütün imkanları depremin yıkımlarını onarmak için seferber etme ve geleceği kurmak için değerlendirme zamanıdır.”