Hasan Cemal (Milliyet, 2012)
Darbelere, ‘askere dokunmak’ elbette önem taşıyor demokrasi açısından. Ama tek kriter bu değil. Mesela bir de ‘kendine dokunmak’ diye, kendini özeleştiri masasına yatırmak diye bir şey var. Buna pek yanaşmıyor ‘muhafazakar dünya’, biraz havalanmış durumda...
Darbelerden, darbe tertiplerinden hesap sorulması demokrasi açısından elbette önem taşıyor. Türkiye gecikmeli de olsa bu yola girmiş durumda. Yargı sahnesindeki soruşturma ve davalarla, Meclis çatısı altındaki araştırma komisyonlarıyla karanlık bir geçmişi aydınlatma çabası içindeyiz. İyi güzel. Klasik deyiştir: Gerçek neyse ortaya çıksın! Ama ben pek öyle iyimser değilim. Yanlış anlaşılmasın. Bütün bu yaşananlar, askerin bir daha siyasete karışmasını caydıracak nitelikler taşıyor ve asker-siyaset ilişkisini demokrasilerdeki olağan rayına oturtabilecek deneyim ve derslere kapı aralıyor. Ama yeterli değil.
Soruşturma ve davalarla, Meclis araştırmalarıyla gerçeğin ancak bir tarafı açığa çıkabilir. Hatta yargı sürecinde yapılan hatalar, yaşanan hukuk-dışılıklar ya da davalara ilişkin bir takım saçmalıklar, bazı durumlarda gerçeğin üstünü de örtebilir, zaten örtüyor da... Darbeciler ve onların gönüllü işbirlikçileri, bir bakarsınız günün birinde aklanmış, hatta demokrasi kahramanı olarak sahnede, karşımızda yerlerini almışlar. Geçmişte bunlar yaşandı. Örneğin 12 Mart döneminde... Bunun içindir ki, Türkiye ‘darbeci geçmişi’yle tam anlamıyla yüzleşmek ve hesaplaşmak istiyorsa, başka şeylere de ihtiyacı var. Bunların başında daha çok araştırmak ve yazmak geliyor. Asker, sivil, siyasetçi, gazeteci, işadamı, akademisyen, darbe zamanlarının içinde yaşamış kim varsa konuşsun, oturup yazsın. Ama cesaretle, samimiyetle. Kendini de eleştiri süzgecinden geçirerek yazsın, anlatsın herkes, ne biliyorsa darbeler ve darbe tezgahları hakkında. Gerçekler asıl böyle aydınlanır. Bağırsaklar asıl o zaman temizlenir. Tarihe düşülecek bu ilk notlar, akademi ya da siyaset bilimcileri ve tarihçiler tarafından derinleştirildikçe, kitaplaştırıldıkça, neyin ne olduğu daha iyi anlaşılır. Sanıldığı kadar kolay değil bu. Uzun, zaman alıcı bir süreç. Yazmaktan korkuyoruz. İtiraf etmek ürkütüyor bizi.
Demokrasiyi bir hayat tarzı, bir kültür olarak benimsemek ya da içselleştirmek sadece darbe davalarından, soruşturmalarından geçmiyor, geçmez. Yakınlarda yazdığım gibi, demokrasilerin hem asker sorunu, hem sivil sorunu var. Darbelerden, darbeci zihniyetten hesap sorulması ya da asker sorununun çözülmesi, her zaman ‘demokrasinin sivil sorunu’nu çözmeye yetmez. Bunu da düşünmek zorundayız. Demokrasinin başka kriterleri de var. Bu bakımda, ‘askere dokunmak’ ya da asker-sivil ilişkilerini olağan rayına sokacak adımlar atmak hiç kuşkusuz önemli. Ama yeter şart değil. İfade özgürlüğü... Basın özgürlüğü... Hapisteki gazeteciler... Kürt sorunu... 1915 ve Ermeni meselesi... Uludere’nin hesabı... Örneğin, bu pencerelerden bakıldığında bu ülkede demokrasinin başka kriterleri de hemen kendini belli eder.
Bir konu daha var. Bu da herkesin, hepimizin siyasal geçmişiyle ilgili. Demokrasi açısından bu geçmişte ‘günahsızlar’ın sayısı devede kulaktır. Temiz, eski deyişle pir-ü pak olan yok denecek kadar azdır. Ben bu konuda ‘muhafazakar dünya’nın şu günlerde biraz fazla havalandığı kanısındayım. Darbelere, askere dokunmak elbette önem taşıyor demokrasi açısından... Ama bir de kendine dokunmak diye bir şey var. İşte buna pek yanaşmıyor ‘muhafazakar dünya.’ Oysa, ‘soğuk savaş’tan başlayarak bugünlere kadar kendisini şöyle bir özeleştiri masasına yatırabilse, onun da ‘demokrasi günahları’nın hiç de öyle az olmadığını görebilir. Hatasız kul olmaz, öyle değil mi?