Gazeteci Ali Akel, "Özür açıklanmaz, özür dilenir" başlıklı yazısında Uludere faciasındaki tavrı için hükümeti eleştirdikten sonra 16 yıl çalıştığı Yeni Şafak'tan uzaklaştırıldı. Akel vakasının dumanı tüterken "Medya Mahallesi"nin ablası Ayşenur Arslan CNN Türk'te "erken tatile" çıkarıldı. Medyadaki yaprak dökümünün mazisi malum.
Biri eski, biri yeni merkez medyanın temsilcilerinden CNN Türk ve Yeni Şafak'ın ortaklaştığı manzarada bir cümle göze takıldı:
"Diken üstünde yazıyorum."
Yazının kaleme alındığı gazete Yeni Şafak, kalemin sahibi de, muhafazakâr medyanın vicdan mahallindeki önemli isimlerden olan Yusuf Kaplan'dı.
Kaplan'ın sözlerini önemli kılan sadece yazarı olduğu gazete değil. Zira Kaplan, aynı zamanda Yeni Şafak'ın bir dönem "köşesinden edilmiş bazı gazetecilere kucak açan gazete" olma vasfını da kazanmasına sebep olan 28 Şubat döneminde gazetenin genel yayın yönetmenliği koltuğunda oturuyordu.
“28 Şubat bitti, ama bizi de ‘bitirdi'” başlıklı yazısında (27 Şubat 2012) o dönemi bakın nasıl anlatıyor:
“Hem bu kaset saldırısına (ki, bu nedenle, Hocaefendi'den özel teşekkür mektubu almıştım), hem de genel anlamda 28 Şubat'ın bütün ilkel saldırılarına karşı olanca gücümüzle direnmiştik. (Meselâ ilk yaptığım işlerden biri, dört başörtülü arkadaşı editör yapmak olmuştu!) Bütün İslâmî medya, çok iyi sınav vermişti, başlangıçta.”
Kaplan, kalemini kendi mahallesine de doğrultmaktan kaçınmayan bir entelektüel. Misal, kâh “muhafazakâr medyanın henüz suçları ispat edilmemiş Ergenekon sanıklarını ‘canavar’ gibi yansıtmasının İslam'la taban tabana ters olduğunu” yazıyor, kâh sağ iktidarların kültürel alandaki icraatını hedef alarak “60 yıldır ‘siyasi’ iktidardınız, ne yaptınız bu ülkede” diyerek “muhafazakâr sanat” çıkışını sorguluyor.
İslamcı entelektüeller arasında özel bir yeri bulunan Yusuf Kaplan, 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü'nü bitirdikten sonra Londra'da televizyon-sinema alanında yüksek lisans ve doktora yapmış. Geçmişinde, Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü'nde 9 yıl süren öğretim üyeliği de var, “TV5 Genel Yayın Yönetmenliği” de. Kaplan'ın, Türkiye Yazarlar Birliği bünyesinde faaliyete geçen “Sinema Okulu”nun da kurucusu olduğunu not edelim.
Sinema Okulu'nda verdiği ders sonrasında bizi, kendisini pür dikkat dinleyen gençler ve sigara paketi içindeki kurşun kalemleri ile karşılayan Kaplan, Ergenekon sanıklarına dair yazısının ardından "aforoz edildiğini" söylüyor ve ekliyor:
"Muhafazakâr medya kendisine ihanet ediyor, kendi ilkelerini çiğniyor."
Sözü fazla uzatmadan, T24'ün sorularını yanıtlarken açık yüreklilikle konuşan ve kitabın ortasından konuştuğu sohbetin deşifre edilmiş metnini, hiçbir bölümünü çıkarmadan onaylayan Yusuf Kaplan'a bırakalım.
İşte Kaplan ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümü:
- “Aynaya bakacak cesaretimiz var mı?” diyerek bitiriyorsunuz bir yazınızı. Bugün aynanın karşısına önce Yeni Şafak’ı oturtalım ve soralım; Ali Akel sonrası Yeni Şafak sizin için ne demek?
Ali Akel, başından beri çalıştığımız bir arkadaştı, çok da yeteneklidir. Türkiye’deki siyasi dengeleri, PKK/KCK’yı yakından takip eden bir arkadaştı. Araştırmacı gazeteciliğin hakkını verirdi. Türkiye’de pek az insanın benzer kaynaklara ulaşabildiği düşünüldüğünde Akel’in ayrılışı, Yeni Şafak için bir kayıptır.
- 28 Şubat döneminde Akif Emre ile siz, dönüşümlü genel yayın yönetmenliği yaparken Yeni Şafak, işinden olan birçok farklı yazara kucak açan bir gazete olarak da tanınmıştı. Söyler misiniz bugün ne değişti ve patronaj Akel’e “hoşça kal” diyebildi?
Ben bunun patronaj kaynaklı olduğunu zannetmiyorum.
- Kimin sebep olduğunu düşünüyorsunuz?
Açıkçası kimin yaptığını bilmiyorum, ama patronajın böyle bir şey yapacağını zannetmiyorum. Çünkü şimdiye kadar Ali Akel’in kıymetini bilen bir patronajdı. Kendisi de “Ben hakkımı helal ediyorum, siz de hakkınızı helal ediniz” diyerek veda etti.
- Evet, ama patronlardan “artık beraber çalışmayacağız” tebligatı aldığını da Taraf’ta yazdı. Ayrıca, hükümet yetkilileri de konuyla ilişkili olamadıklarını belirtti. Yanılıyor olabilir misiniz?
Ama patronajın böyle bir şey yapması... İşgüzarlık olur. Patronajın böyle bir şey yapıp yapmadığını bilmiyorum, ama patronaj böyle bir şey yaptıysa bu işgüzarlıktır, komiktir.
- Neyin işgüzarlığı?
Şurası açık; bir arkadaşın fikirlerinden, yazdıklarından ötürü işine son verilmesi, hem de bunun hükümetin bazı politikalarını eleştiriyor diye yapılmasına karşı çıkıyorum. Böyle bir şey olamaz!
- Bu iklime sebep olan biraz da medya patronlarının kamu ihalelerine girmesi mi?
Ben o tür işlerle ilgilenmiyorum.
- Medyanın iktidarlarla ilişkisi ilgi alanınız dışında mı?
Türkiye’deki medyanın bu konuda verdiği sınav çok berbat. Başka bir açıdan gazete ismi vermeden konuşalım; bir holding gazete çıkarıyor ve gazetelerde baştan sona şirketlerinin haberleri yapılıyor. İnsanların inanılmaz geçim dertleri var, ama ekonomi sayfalarını açtığınızda gördükleriniz hep şirket haberleri... Türk medyası insanların gündelik hayattaki ekonomik sıkıntılarını hiç görmedi. İnsan özne değil. Medyanın öznesi yok.
Türkiye’deki en solcu medya bile, mesela Birgün gazetesi, bu tür haberleri ideolojik değeri varsa yayımlıyor. Burada ne söylersek boş, herkes medyayı güç aracı olarak kullanıyor. 200-300 yıl geriye doğru gidersek, gazetenin icadından bugüne medyalar bizi iletişim çağına değil, medya çağının eşiğine getirdi. Medya çağında iletişimsizlik en büyük sorundur.
- Söyleşimize “ayna tutmak” diyerek başladık; o yüzden direksiyonu Yeni Şafak’a kıralım istiyoruz. CHP Denizli Milletvekili İlhan Cihaner’in Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı iken yürüttüğü soruşturma kapsamında mahkeme kararıyla dinlenen telefonlara Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak da takılmıştı. Albayrak’ın bazı işleri için AKP’li bazı isimlerle temas kurduğu da kayıtlara yansıyanlar arasında. Akel’in ayrılması ile patronajın ekonomik çıkarları arasında nasıl bir akrabalık var?
Bu konulara girmeyelim, bunlar çok basit konular.
- O zaman şunu soralım; Ergenekon kapsamında Cihaner’e ilişkin yürütülen dava sonuçlanmadan Yeni Şafak “Sanık savcıya ballı tayin”, “CHP’li savcının derin odası” başlıklı manşetlere imza attı. Bu gazeteciliği siz nasıl tanımlarsınız? İlkeli mi?
Bu gazetecilik falan değil, bu ilkesizlik. Böyle şey olmaz… Ben bunları onaylamıyorum.
- Yusuf Bey, darbe geleneğiyle hesaplaşmak önemli. Ancak diğer yandan siz Ergenekon sanıklarına yönelik medya diline dair hakkaniyetli bir tavır alarak medyanın tavrını eleştiren bir yazı kaleme almış ve şunu söylemiştiniz: “Suçu ispatlanmamış bir insan, suçu ispatlanana kadar masumdur ve haklarını sonuna kadar gözetmek boynumuzun borcudur. Oysa yapılan habercilik, İslâm'ın yüce adalet fikrine ve ahlâk anlayışına taban tabana terstir.” Yeni Şafak’ın yönetimine veya patronajıyla yapılan haberlere ilişkin konuştunuz mu?
Suçluymuş gibi değil, “canavar” gibi gösteriliyorlar! Televizyonlarda bir de buna acayip dramatik bir müzik ekliyorlar. Çok korkunç! Bahsettiğiniz yazıyı yazdıktan sonra inanılmaz bir aforoz yedim.
- Aforoz nereden geldi?
Nerden, belli!
- O yazıda “Başta Fethullah Gülen cemaati bünyesindeki Samanyolu TV olmak üzere iktidar yanlısı bütün televizyon ve gazetelerin Ergenekon soruşturması için kurdukları dilin, laikçi primitiflerin ürpertici, pravdavari dilinden farksız olduğunu” söylemiştiniz.
İşte kimle ilgili yazdıysam, o çevrelerden geldi. Hâlâ da geliyor... Çok açık konuşmak istemiyorum. Zaten diken üstünde yazdığımı söyledim. “Eleştiriler usturuplu, hakaret edilmeden söylendiği zaman biz anlarız” diyorlar. Ama tüm bunlar boş laf! Ben usturuplu bir şekilde uyardım, bir cümle yazdım ve başıma gelmedik şey kalmadı.
- Bugün “diken üstünde yazıyorum” dediğiniz konular hangileri?
Türkiye’de “gizli iktidar” var, Türkçesi bu. Dün derin devletten bahsediyorduk ama bugün de siyasi iktidarın bir “gizli iktidar”ı var. Bu kişiler kurumlarda, şurada burada inandıkları ilkeleri hiçe sayacak işler yapıyorlar. Ben bunu bir Müslüman olarak protesto ediyorum.
- Eski merkez medyanın sicili malum. Peki, 28 Şubat sürecinde iyi sınav veren muhafazakâr medya için bugün ne değişti ve en dışlananları bile gözetmesi gerektiğini söylediğiniz medyanın bu muhafazakâr kolu kimleri dışlıyor?
Bence muhafazakâr medya dediğiniz medya kendisine ihanet ediyor, kendi ilkelerini çiğniyor. İkincisi, iktidarın çok fazla yanında, yöresinde dolaşıyor; bu çok yanlış bir şey. “Bundan önce de başkaları bunu yapıyordu” denilebilir, ama ben bunu yapamam. Başkaları yapmışsa yapmış, bunun faturasını ödemiş veya ödememiş. Bu beni ilgilendirmiyor ama ben böyle bir ilkelliği, böyle bir vicdansızlığı yapamam.
Çok tehlikeli bir sürece gidildiğini düşünüyorum. Medyanın, özellikle muhafazakâr dediğiniz medyanın iktidarla ilişkisi bence çok iğrenç. Böyle bir şey olmaz, bunu kabul etmiyorum… “Niye yazıyorsunuz o zaman?” diyebilirsiniz, ama ben zaten gündelik işlerle ilgili şeyler yazmıyorum, teorik-fikir yazıları yazıyorum. Ama bu gündeliğin pornografisi açıkçası beni ürkütüyor. Ayrıntının pornografisi asimile edici, gerçek, temel sorunlara karşı duyarsızlaştırıcı bir şey ve ben orada kaybolmak istemiyorum.
- Elbette “neden istifa etmiyorsunuz” gibi bir sıkıştırma gayreti içinde değiliz. Ancak Bilim Sanat Felsefe Akademisi'nden (BSF) ayrılırken zikrettiğiniz şu cümle çok net: "Ben ticari yaklaşımı önceleyen bir kurumda saniyemi bile vermem." Yeni Şafak için farklı bir durum mu geçerli?
Bunu söylemem çok yakışık almayabilir, ama şöyle bir şey var, önümüz her yerde kesiliyor. Yapılabilecek bir sürü iş vardı, ama AKP iktidarı döneminde bunların önü kesildi. Her noktada bu böyle oluyor.
- Pardon, yanlış mı hatırlıyoruz, “2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul” projesinde başa siz gelmiştiniz.
O başka bir şey. Orada adam bulamadıkları için işi götürecek birini aradılar. Kendilerini aklamak için bizi kullandılar. Bunu sonradan fark ettim, ama iş işten geçmişti. Pespaye bir yerdi.
- Neyi akladılar?
Bence, beceriksizliklerini ve kurdukları sorunlu ilişkileri aklamak için kullandılar. Biraz şifreli bir dil oldu, ama bu şifreleri çözerseniz bu tür işlerin nasıl çığırından çıktığını tahmin etmeniz hiç zor olmaz.
- Peki, AKP sizi neden engelledi?
Ben AKP'nin engellediğini söylemedim. Bu dönemde birileri önümüzü kesti. Üstü kapalı konuşuyorum, farkındayım ama bu kadarı yeterli.
- Siz neler yapmak istemiştiniz?
Müslüman olarak bunu benim söylemem şık olmaz. Ama şunu söyleyebilirim, ben bir medeniyet fikrinden bahsediyorum. Köklü bir medeniyet krizi yaşıyoruz. Epistemolojik kopuş, ontolojik yırtılma yaşıyoruz. İş intihara, semantik intihara kadar geldi, dayandı. Bu krizin nasıl aşılabileceğine ilişkin uzun soluklu cümleler kurmaya çalışıyorum. Bu da pek çok çevreyi, konformizm biçimleriyle ayartılan çevreleri rahatsız ediyor. Bunun sivilizasyonla ilgisi yok, yeni bir medeniyet tasavvurundan bahsediyorum. Burada Amerikalıların rolü var. Erhan Göksel rahmetli olmadan Amerikalıların Yusuf Kaplan'ın önünü tıkadığına dair bir sürü şeye ulaştığından bahsetmişti.
- Bu söyleşiden sonra, Yeni Şafak'taki köşeniz de tehlikede mi?
Ben buna her zaman hazırım.
- Ne zamandır?
Böyle bir yerde yazıyor olmak insanı tedirgin ediyor. Sonuçta gazete bizim kurduğumuz bir gazete ve ekip ama bu dünyanın hali belli olmuyor… Ceket hazır bekliyoruz. Ama ben bütün işlere iki prensiple girdim: Hiç çıkmayacakmış ve bugün ayrılacakmış gibi. Bu, yaratıcılığı da kuvvetlendiriyor.
YARIN: Yusuf Kaplan, Fethullah Gülen cemaatini ve İslami entelijansiyayı anlatıyor…