“Muhalefet güçlü ve oldukça canlı, fakat otoriter ve muhafazakâr rejim, kendini bu direnişi kırmaya adamış”

“Muhalefet güçlü ve oldukça canlı, fakat otoriter ve muhafazakâr rejim, kendini bu direnişi kırmaya adamış”

Röportaj: Noémi Lévy-Aksu* Çeviri: Derin Koçer

Türkiye, 24 Haziran’da hem cumhurbaşkanını hem de 27. Dönem milletvekillerini seçmek için sandığa gitmeye hazırlanırken; akılları en çok kurcalayan sorulardan biri Kürt oylarının yönelimi ve HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği. Türkiye’deki Kürtlerin Avrupa’daki mahkemelerde temsili konusunda uzun süredir çalışmalarda bulunan İngiliz hukukçu Bill Bowring’e göre HDP, ‘uğradığı zulme rağmen iyi performans göstererek Kürtlerin ve ilerici halkın desteğini alabilir’. 

Birkbeck College’da insan hakları dersleri veren Bowring, 1992’de, Kürt İnsan Hakları Projesi’yle (KHRP) beraber bölgeye dair çalışmaya başlayan, aralarında Özgür Gündem gazetesinin de bulunduğu çok sayıda başvurucuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde Türkiye’ye karşı temsil eden bir hukukçu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz 2016’daki başarısız darbe girişimini ‘Türkiye’de hukuka, güçlü sol parti HDP’ye ve ülkenin neredeyse dörtte birine tekabül eden Kürtlere karşı daha önce görülmemiş bir saldırı için bahane olarak kullandığı’ yorumunda bulunan Bowring’e göre; cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda lideri ve üyesi cezaevinde olan HDP’nin seçim kampanyasını ‘şevkle’ yürütüyor, “Muhalefet güçlü ve oldukça canlı, fakat otoriter ve muhafazakar rejim, kendini bu direnişi kırmaya adamış durumda.”

“Erdoğan ve AKP’nin yenilebileceklerine ihtimal vermiyorum” diyen Bowring, Suriye’nin Afrin bölgesinde ‘sürpriz bir şekilde Kürtlere karşı yakınlaşan’ Türkiye ile Rusya’nın ‘eninde sonunda fikir ayrımına düşeceği’ değerlendirmesinde bulunuyor. 

Afrin

2011-2017 arası Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümünde yardımcı doçent olarak çalışan ancak barış bildirisini imzaladığı için sözleşmesine son verilen; şu anda da Birkenbeck College’de çalışmalarını sürdüren Noémi Lévy-Aksu’nun Bowring’le yaptığı söyleşi şöyle:

Profesör Bowring, bir hukukçu ve akademisyen olarak Kürt sorunuyla yıllardır ilgileniyorsunuz. Bu konuyla nasıl ilgilenmeye başladığınızı ve bugüne kadar hangi davalara dahil olduğunuzu anlatabilir misiniz?

Essex Üniversitesi’nden Kevin Boyle'un Diyarbakır’a yaptığı bir gezinin ardından, bölgedeki yerel insan hakları örgütlerinin ellerindeki davaları AİHM’e taşımak için yardım istemelerinin ardından kurduğu Kürt İnsan Hakları Projesi’yle (KHRP) beraber, 1992 yılında Kürt meselesine dair çalışmaya başladım. KHRP’nin direktörü, Essex’te Profesör Boyle’un insan hakları master programında öğrencisi olan Kerim Yıldız’dı. Faal bir avukat ve aynı zamanda Doğu Londra Üniversitesi’nde bir akademisyen olarak ben de Profesör Françoise Hampson ile Türkiye’nin güneydoğusundaki insan hakları aktivistleri tarafından gönderilen bilgilerle Strasburg’a gönderilmek üzere başvurular hazırlayanlardan biriydim. 

Hazırladığım ilk başvurulardan biri Özgür Gündem gazetesi içindi. 9 Aralık 1993’te Gurbetelli Ersöz, Fahri Ferda Çetin, Yaşar Kaya ve Ülkem Basın ve Yayıncılık Sanayı Ticaret Ltd adına şikayet gönderdim. İlk iki başvuru sahipleri Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmeni ve yardımcısıydı; diğer ikisiyse gazetenin sahipleri. Gurbetelli Ersöz 1997’de öldü. 

“Türk yetkili beni terörist ve PKK üyesi olarak tanımladı, çünkü gazeteyi temsil ediyordum”

Başvuru yapanları, 1999’un başlarında eski komisyonun karşısında ve 10 Kasım 1999’da mahkemede temsil ettim. AİHM, 16 Mart 2000’da Türkiye aleyhine bir karar aldı ve Türkiye’nin Özgür Gündem’in ifade özgürlüğünü korumak için uygun önlemler almakta başarısız olduğu bulgusuna ulaştı. Aynı zamanda, Türkiye’nin 10 Aralık 1993’te düzenlediği polis operasyonu, çeşitli soruşturmalar ve gazetenin sayılarına yönelik orantısız ve haksız mahkeme kararlarıyla Özgür Gündem’e yönelik adımlar attığı kaydedildi. Biriken bu sebepler sonucunda gazete yayını durdurdu. Bu sebepten, AİHS'in 10’uncu maddesi ihlal edildi. 

Duruşma sırasında Türk yetkili beni bir terörist ve PKK üyesi olarak tanımladı. Çünkü gazeteyi temsil ediyordum. 

2000’lerin başlarına kadar Kürtleri temsilen Türkiye’ye karşı birçok dava aldım. İki davada, müvekkillerimi, Ankara’daki Yüksek Mahkeme’de temsil ettim. Bunlar, 6 Haziran 1994’de açılan ve 24 Nisan 2003’te Türkiye’nin aleyhine sonuçlanan Aktaş v. Türkiye (sorguda ölüm) ile 18 Kasım 1994’te açılan, müvekkilimi 18-20 Nisan arasında Ankara’da sözlü duruşmada temsil ettiğim ve 17 Şubat 2004’te Türkiye’nin aleyhine sonuçlanan İpek v. Türkiye (iki oğlun zorla kaybolması ve bir köyün imhası) davaları.

Ayrıca 1993 mayısında Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Avrupalı Avukatlar’ın kurucularından biri oldum. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) de o günden beri organizasyonumuzun bir üyesi. Şimdi Türkiye’den Özgür Hukukçular Platformu (ÖHDP) da üyemiz. İki organizasyonun da temsilcileri yılda iki defa icra toplantılarımıza katılıyor. Düzenli olarak mahkemeleri takip ediyor, demeçler veriyor, dayanışma içinde hareket ediyoruz. 

“Erdoğan, darbeyi, daha önce görülmemiş bir saldırı için bahane olarak kullandı”

Türkiye’nin bugünkü halini, OHAL’i ve hükümetin eleştirel sesleri susturma girişimlerini nasıl analiz ediyorsunuz? 

Ben Kürt müvekkillerimi Türkiye’ye karşı ülkenin güneydoğusundaki silahlı mücadele döneminde temsil ettim.

2010’ların başlarında, birkaç yıl boyunca ateşkes vardı. Türkiyeli Kürtler için dil ve başka haklarda da önemli gelişmeler oluyordu. 7 Haziran 2015’te AKP, parlamento seçimlerini yüzde 41’lik oy oranıyla, dördüncü defa rahatça kazandı. Fakat bu oran, 2011’deki yüzde 49’dan sonra keskin bir düşüştü. Yeni kurulan, çoğunlukla Kürtleri ama aynı zamanda da sol-liberalleri temsil eden HDP, bu seçimlerde yüzde 10 barajını yüzde 12 civarında oy alarak geçmiş, Meclis’teki 550 sandalyeden 80’ini kazanmıştı. Parlemento ‘bıçak sırtı’ndaydı ve Erdoğan, hedeflerinde hüsrana uğramıştı. 

Kampanya süresince HDP, seçim ofislerine ve temsilcilerine yapılan 70’den fazla saldırı bildirdi. Seçimden hemen önce Diyarbakır’daki mitingde iki bomba patlamış, üç kişi ölmüş ve yüzlercesi yaralanmıştı. 

10 Ekim 2015’te, Ankara’da düzenlenen barış mitingine saldıran iki intihar bombacısı 103 kişiyi öldürmüş, 250 kişiyi yaralamıştı. Birkaç gün önce ben de Ankara’da, baroda düzenlenen konferansta konuşmacıydım. Protestocular, Türkiye devleti ile PKK arasındaki şiddet atmosferine karşı durmak için toplanmışlardı. Benim konferansıma katılan birkaç HDP üyesi de saldırıda öldürüldü. 

1 Kasım 2015’te, bir dizi bombalı saldırının ardından yeni bir seçime gidildi. Bu seçim, Kürtlere yönelik yeni bir baskı dönemiyle kesişiyordu. Erdoğan, daha geniş bir çoğunluğun oyunu aldı. Fakat HDP, yine de parlementoda güçlü bir şekilde temsil ediliyordu. 

15 Temmuz 2016’da hükümete karşı yapılan ve başarısız olan darbe girişiminin ardından Erdoğan, darbeyi, Türkiye’de hukuka, güçlü sol parti HDP’ye ve ülkenin neredeyse dörtte birine tekabül eden Kürtlere karşı daha önce görülmemiş bir saldırı için bahane olarak kullandı. OHAL hala yürürlükte, gazetecilere, akademisyenlere, hukukçulara yönelik geniş çapta baskı ve Türkiye ile Suriye’deki Kürtlere karşı yenilenmiş bir saldırı ortamı var. 

"Muhalefet güçlü ve oldukça canlı"

Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupalı Avukatlar, Ankara'da 600 avukat, savcı ve yargıçtan oluşan, protesto amaçlı bir konferans düzenledi.

Darbe girişimi için, Türkiye tarafından terör örgütü ilan edilen Gülen Hareketi suçlandı. Türk iş adamı ve imam Fethullah Gülen’in yönettiği Gülen Hareketi, Erdoğan’ın eksi müttefikiydi. İçinde ÇHD ve ÖHD’nin de bulunduğu 370 kurum, OHAL yönetiminde üç aylığına askıya alındılar. Bu kuruluşların ofisleri mühürlendi. 

Selahattin Demirtaş, birçok başka lider ve HDP üyeleri şu anda hapiste. Fakat HDP, 24 Haziran seçimleri için şevkle kampanyasını yürütmeye devam ediyor. 

8 Haziran 2018’de, Ankara’da muhalefetin bir konferansına katıldım; Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Avrupalı Avukatlar’dan meslektaşlarımla beraber, 2018’in kasımında İzmir’de düzenlenecek bir konferansa katılacağız. Muhalefet güçlü ve oldukça canlı. Fakat otoriter ve muhafazakar rejim, kendini bu direnişi kırmaya adamış durumda.

"Kürtlerin ve Kürt dillerinin anayasada tanınmaması barışın önündeki büyük bir engel"

Kürt meselesine gelelim. Hapishanedeki cumhurbaşkanı adayı ve politikacılarıyla, rejimin otoriterliğe dönüşünün ana hedefi HDP oldu. Siz, bu durumu, on yıllardır Kürtlere karşı devam eden devlet şiddeti ve baskısı olarak mı görüyorsunuz? Türkiye’yi bir ‘sömürge devleti’ olarak tanımlayan akademisyenlere katılıyor musunuz?

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Türkiye yoktu. Atatürk, Yunan ordusunu Ankara yakınlarında yenmeseydi de modern Türkiye kurulamayacaktı. Atatürk, modern Türkiye’yi, Jakoben bir ‘farklıyı susturma’ bakış açısıyla, Fransa üzerinden modelledi. Türkiye, kendi toprakları içinde hiçbir bölgede Türk vatandaşları dışında kimseyi tanımayı kabul etmedi. Fakat şu anda yaşamakta oldukları topraklarda yüz yıllardır ikamet eden ve bu bölgeleri bazı zaman dilimlerinde yöneten Kürtler, 1925’te hilafetin kaldırılmasıyla zulme uğradılar. Bunu aynı yıl başlayan ilk Kürt isyanı takip etti. Şeyh Sait isyanını dindirmek için neredeyse Türk ordusunun yarısı, 50 bin asker görevlendirildi. Şeyh Sait idam edildi.1937’de, Dersim’de Alevi Kürtler ayaklandılar. Atatürk merhamet göstermedi. Sivil halka karşı bombalar, ağır silahlar ve gaz kullanıldı. 

Bu şiddet ve zulum düzeni devam etti. Özgür Gündem davasında mahkeme, gazetenin her bir nüshasını okumuş ve Türk hükümetinin iddia ettiğinin aksine, terörizme teşvik bulamamıştı. Hatta, bir Kürt gazetesinde ‘Kürtçe’ ve ‘Kürt’ kelimeleri geçtiği için bu ‘bölücülük’, böylece de ‘terörizm’ olarak sunuldu. 

Fakat ‘sömürge devleti’ tanımını anlamıyorum. Türkiye’nin, kurucusu Atatürk’ten beri başa kim gelirse gelsin, otoriter bir devlet portresi çizdiğine ve askerin yönetimde söz sahibi olduğuna dair şüphe yok. Nüfusun yüzde 20’sini oluşturan Kürtlerin ve Kürt dillerinin, Fransız anayasasındaki azınlıklar gibi, anayasada tanınmaması barışın önündeki büyük bir engel. 

"Erdoğan ve AKP’nin yenilebileceklerine ihtimal vermiyorum"

Türkiye’de demokratik bir geçiş olabileceğine inanıyor musunuz? Sizce Erdoğan ve AKP önümüzdeki seçimlerde yenilirlerse, gerçek bir barış sürecinin başlama şansı var mı?

Erdoğan ve AKP’nin yenilebileceklerine ihtimal vermiyorum. Muhafazakar Anadolu’da çok güçlü bir taban destekleri var. Seküler CHP’nin de oldukça güçlü bir tabanı var. Fakat, umarım HDP uğradığı zulme rağmen iyi bir performans gösterir, Kürtlerin ve ilerici halkın desteğini alabilir. 

"AİHM'in Roboski kararıyla ilgili bir müdahale ve demeç hazırlıyoruz"

AİHM’in son zamanlarda Türkiye’ye dair aldığı kararları nasıl değerlendiriyorsunuz? AİHM, Avrupalı kurumlar ve hükümetler Türkiye’deki insan haklı ihlallerini engellemek adına daha büyük rol oynayabilir, Kürt sorunu için daha barışçıl bir çözümü destekleyebilirler mi? 

Strazburg Mahkemesi'nin son kabul edilebilirlik kararları ve komisyonu etkili bir başvuru yolu olarak kabul etmesi beni hayal kırıklığına uğrattı. Meslektaşım Kerem Altıparmak, yazdığı muhteşem makalede, aslında öyle olmadığını kesin bir şekilde kanıtlamıştı. Ve AİHM’de, son Roboski v. Türkiye davasıyla ilgili bir müdahale ve demeç hazırlıyoruz. 

TIKLAYIN - Hukukçular, AİHM'in Roboski kararını ve ‘usul skandalı'nı tartışıyor

Benim izlenimim, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği arzusundan vazgeçmiş olduğu yönünde. Türkiye, gücünü ve etkisini doğuya, Kırım’a, Azerbaycan’a, Orta Asya’ya, Türk kökenli Ruslara çevirdi. Her ne kadar Türkiye ve Rusya Kürtlere karşı birlik olsa da, sürpriz bir şekilde Afrin’de bu iki devletin eninde sonunda fikir ayrımına düşeceklerini zannediyorum. İki ülkenin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi, yaklaşımı üzerine yeniden düşünmeli. Rusya şu anda AB’yi hor görüyor. 

*Noémi Lévy-Aksu halen University of London, Birkbeck College hukuk bölümünde British Academy burslusu olarak bulunmaktadır. 2011-2017 arası Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümünde yardımcı doçent olarak çalıştı. 2017'de barış bildirisi imzaladığı için sözleşmesine son verildi. Son araştırma projesi Osmanlı ve Cumhuriyet' tarihinde örfi idare ve olağanüstü haller üzerine yoğunlaşmaktadır.