İsmail Ahmet Yeniçeri & Melis Karaca & Metin Kaan Kurtuluş
Türkiye'nin Doğu Akdeniz geriliminde attığı adımlar muhalefet partileri tarafından sıkça eleştirilerin odağı oldu. Doğu Akdeniz'de enerji kaynaklarının çıkarılması, komşu ülkelerle ilişkiler, Avrupa Birliği'nin tutumuna verilen yanıt ve Türkiye'nin karşısındaki bloğa verdiği yanıtları değerlendiren muhalefet partileri, Türkiye'nin yalnızlaşmaya giden bir dış politika yürüttüğü konusunda hemfikir.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve İyi Parti'den isimler, T24 için Türkiye'nin Doğu Akdeniz adımlarını değerlendirdi, nelerin farklı yapılabileceği konusunda fikir yürüttü ve partilerinin son gelişmelere dair duruşunu anlattı.
TIKLAYIN - 9 soruda Doğu Akdeniz krizi hakkında her şey: Ne oldu, ne oluyor, ne olacak?
İşte muhalefet partilerinin Doğu Akdeniz değerlendirmeleri:
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve emekli büyükelçi Ünal Çeviköz, "2000'li yılların başından itibaren safha safha Doğu Akdeniz'in yeni bir enerji havzası haline geleceğinin görülmüş olması gerekirdi" dedi. Çeviköz, "Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise ilk hidrokarbon yatağı keşfini 2011 yılında açıklamıştır. Ancak GKRY daha 2003 yılından itibaren, üstelik henüz Avrupa Birliği'ne (AB) tam üye olarak kabul edilmeden önce, Mısır'dan başlayarak bölgedeki ülkelerle deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmaları imzalamaya başlamıştır. GKRY'nin 2004 yılında AB'ye tam üye olmasıyla birlikte, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin aleyhine olan gelişmeler hız kazanmıştır" aktarımında bulundu.
AKP iktidarında izlenen dış politikayı "tek boyutlu ve dar görüşlü" olarak nitelendiren Çeviköz, "İktidarda olsaydınız neyi hükümetten farklı yapardınız?" sorusuna şuna yanıtı verdi:
"AKP iktidarı döneminde izlenen dış politikanın tek boyutlu ve dar görüşlü bir dış politika‚ olduğunun altı özellikle çizilmelidir. Herhangi bir konuda atılan adım ya da kararın başka konulara nasıl etki edebileceğini dikkate almayan, bütüncül bir bakış açısı ile dış politika uygulaması yapılmayan bir döneme girdik. AKP iktidarının dış politika uygulaması, dış politikada yapılan hamlelerin iç politikaya nasıl tahvil edileceği üzerine kurgulanmıştır. Örneğin, 2009 "One minute" ve 2010 "Mavi Marmara" olayları ile birlikte İsrail ile bozulan ilişkiler, "darbe yönetimidir, ilişkiye girmem" hezeyanı ile Mısır ile 2013 yılından itibaren seviyesi düşürülen diplomatik ilişkiler bu tek boyutlu, bütüncüllük içermeyen ve iç politik hesaplarla şekillendirilmiş adımlardı. Bu iki ülke ile ileri boyutta bir enerji işbirliği olanağı olabileceği hiç dikkate alınmadı. Oysa o sıralarda Mısır da Zohr havzasında doğalgaz yatakları keşfetmişti.
'Neleri farklı yapardık?' sorusunun cevabı çok basit: Bütüncül bir dış politika izler, belli konularda alınan kararların etraflı şekilde değerlendirilmesini önemser, bir ülke ile ilişkilerin tek boyutlu bir düzlemde ele alınması yerine ulusal çıkarların gözetildiği geniş ve çok boyutlu bir bakışla yürütülmesini sağlardık. İsrail ile ilişkilerin bu şekilde gerilememesi için çaba gösterir, Mısır ile olan ilişkileri "hükümetler arası" değil "devletler arası" bir anlayışla ve süreklilik içinde değerlendirir, bozulmasını önlerdik. Kıbrıs sorununun çözümü için çalışırken, GKRY'nin hamlelerini yakın takibe alır, Kıbrıs'ı çevrelemek için Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır ile deniz yetki alanları konusunda yakın bir işbirliği geliştirirdik. Bu vesileyle, Mısır'la bu konudaki görüşmelerin daha 2007 yılında kesildiğini burada özellikle ve üzülerek hatırlatmak isterim.
Özetle, ideolojik ve duygusal tepkilere dayalı bir dış politika yerine, realpolitik anlayışı ile sürdürülen bir dış politikayı önceler, bu şekilde yalnızlaşmamıza yol açmayan, uluslararası ilişkilerin gereği olan diyaloğu ve diplomasiyi asla küçümsemeyen bir dış politika uygulaması içinde olurduk."
Çeviköz, "Mavi Vatan" tezini değerlendirirken de "Türkiye sınırlarının çevrelediği topraklar nasıl kutsal vatan toprağıysa, karasularının da kutsal mavi vatan" olduğunu dile getirdi. "Türkiye'nin toprakları ve karasuları ötesinde kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge yetkilerine dayalı olarak uluslararası hukuktan doğan hakları vardır" diyen Çeviköz, Türkiye'nin bu haklardan feragat etmesinin mümkün olmadığını söyledi.
CHP Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı, Yunanistan ile Türkiye arasındaki krizin müzakere ve diyalog yoluyla çözülmesi konusunda ısrarcı olduklarını, bunun dışında hiçbir yöntemi doğru bulmayacaklarını bildirdi.
Çeviköz, Oruç Reis'in Antalya limanına çekilmesinden bahsederken, "Bu gelişmenin Moody's tarafından Türkiye'nin kredi notunun düşürülmesi, ABD Dışişleri Bakanı'nın GKRY'yi ziyareti öncesinde "Türkiye'nin bölgedeki sismik araştırmalarını durdurmasını bekliyoruz" şeklindeki çıkışları ertesinde gelmesi, ister istemez bir taviz verildiği ve geri adım atıldığı izlenimini doğuruyor" diye konuştu.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun 'Sevilla Haritası'nı gündeme getirmesini "nafile bir çaba" olarak nitelendiren Çeviköz, "Bu belgenin hiçbir resmi niteliği yoktur. Bir akademik çalışmadır. Ciddiye alınması ciddiyet kazandırır. Ciddiyet kazanması Türkiye'nin lehine değil aleyhinedir" değerlendirmesinde bulundu. Çeviköz, Ankara'ya "belgeye hak etmediği bir meşruiyet kazandırmama" çağrısında bulunurken, Türkiye'nin uluslararası hukuktan doğan haklarını ispatlamak için böyle bir belgeye ihtiyacı olmadığını ifade etti.
DEVA Partisi Dış Politika ve Güvenlik Politikaları Başkanı, emekli büyükelçi Abdurrahman Bilgiç, Doğu Akdeniz'de hidrokarbon arama çalışmalarının 2009'dan itibaren yoğunluk kazandığını, 2011 sonrasında Avrupa'nın ve ABD'nin bölgeye ilgisinin arttığını hatırlatarak "Batılı enerji şirketleri ve GKRY yakın ilişkiler geliştirdiler ve doğalgaz arama faaliyetlerine başladılar. Biz bu dönemde bulunan rezervlerin Kıbrıs adası ve Türkiye üzerinden Avrupa pazarına taşınmasına odaklanabilirdik. En kısa ve en düşük maliyetli yol buydu. Böyle bir işbirliği Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözüme ulaştırılması için de bir fırsattı. Biz ne yaptık? İsrail ile ilişkilerimizi bozduk. Daha sonra da bölgede karmaşık vekâlet savaşları dinamiğine taraf olarak bölge ülkeleriyle karşı karşıya gelmeye başladık. Bu bozulma öyle bir noktaya geldi ki, artık bölge ülkeleri için ortak tehdit olarak algılanıyoruz" dedi.
"Aşırı kişiselleştirme ve ideolojik dar bir perspektife sıkışma sürecine giren dış politikamıza kavgacı dil ve eylemler hakim olmaya başladı" diyen Bilgiç, Türkiye'nin dış politikada yalnızlaşma sürecini şöyle anlattı:
"Bu bozulma öyle bir noktaya geldi ki, artık bölge ülkeleri için ortak tehdit olarak algılanıyoruz. Yine aynı yıllarda insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlerden uzaklaşmaya ve reformlar sürecinden kopmaya başladık. Aşırı kişiselleştirme ve ideolojik dar bir perspektife sıkışma sürecine giren dış politikamıza kavgacı dil ve eylemler hakim olmaya başladı. Bütün bunların sonucunda dünyada, Avrupa'da ve bölgemizde yalnızlaştık. Biz 2018'de ilk sondaj gemimiz Fatih'le ve 2019'da Yavuz'la derin deniz sondaj faaliyetlerine girişirken, TSK unsurlarını da bu çalışmaları emniyete almak için Akdeniz'de görevlendirirken, Akdeniz'e kıyısı olan ülkeler ne yaptılar? Askeri ve diplomatik ilişkilerinin kapsamını genişlettiler. ABD, Fransa ve Yunanistan gibi ülkeler de safları sıkılaştırdılar ve Türkiye, tezlerini tek başına savunmak zorunda kaldı. Diplomasimiz etkinliğini kaybetti. Askeri yöntemler öncelendi."
"Dışarıda kedi bile değilken, içeride kendimize kaplan havası verdik ve kitleleri yanlış yönlendirdik" diyen Bilgiç, "Türkiye hakkında haksız bir biçimde tek taraflı adımlar atan, hukuk tanımayan ve durdurulması gereken bir ülke imajı pekişti. Biz kamu diplomasimizi başka ülkelerin kamuoylarını etkilemeye yönelik çalıştırmak yerine iç politika hesaplarıyla içimize döndük. Özetle, bu çıkmaz sokağa sapmayabilirdik ve şimdi de bu yanlış yoldan dönmemiz mümkün. Dış politika vizyonumuzu yeniden rayına oturtmamız gerekir. Günü kurtarmak için zikzak çizerek değil, bir ana stratejiyle uzun vadeyi de hesaba katan rasyonel, gerçekçi ve ihtiyatlı adımlar atmalıyız" şeklinde konuştu.
Son dönemdeki gelişmeleri de değerlendiren Bilgiç, Oruç Reis'in bakım ve lojistik destek için Antalya limanına döndüğü açıklamasına ilişkin, "Bunun açıkta da, denizdeyken de yapılabileceği gün gibi aşikâr. Gemi zaten tasarım olarak da kendi kendine yeterli bir gemidir" dedi.Müzakere sürecine girebilmek adına Oruç Reis'in limana çekilmesinin doğru bir adım olabileceğine işaret eden Bilgiç, "NATO çerçevesinde askeri ayrışma (de-confliction) görüşmeleri çerçevesinde bu adımın atılmış olması, deniz alanlarına ilişkin tezlerimizi aşındırmamak kaydıyla ve diyalog ve müzakereler sürecine girilmesini sağlamak amacıyla doğru bir adım olabilir. Onun için kamuoyumuz doğru bir biçimde bilgilendirilmeli ve diyalog ve müzakere sürecine hazırlanmalıdır. Zaten NATO'da askeri ayrışma mekanizmaları ihdas edildikten sonra istikşafi görüşmelere başlamak bile konuların derinlemesine ve anlamlı bir biçimde ele alınmasına yönelik müzakerelere ancak zemin teşkil edebilir. Siyasi diyalog ve hukuki müzakere süreçleri daha kapsamlıdır. Bu yola girmek Türkiye'nin çıkarınadır ve hamasete kurban edilmemelidir" açıklamasında bulundu.
Bilgiç, Mavi Vatan'daki egemenlik alanlarının yalnızca askeri yöntemlerle korunmasının mümkün olmadığını belirtirken, "Mavi Vatan, 2015 yılından sonra geliştirilen ve Karadeniz, Ege ve Akdeniz'deki 'deniz egemenlik alanlarımızı' askeri güce dayalı olarak koruma amacıyla geliştirilen bir doktrindir. Bu denizlerdeki uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve çıkarlarımızı sadece veya öncelikle askeri yöntemlerle korumamız mümkün değil. Siyasi, diplomatik, uluslararası hukuk alanındaki kapsamlı ve çoğulcu süreçlerle tezlerimizi güçlendirmek zorundayız" ifadesini kullandı."Demin sözünü ettiğim aslında bizim de oluşmasına katkıda bulunduğumuz evrensel ilkelere ve değerlere yüzümüzü yeniden dönmek zorundayız" diyen Bilgiç, "Kendi değerlerimiz olduğu için. Özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve demokratik standartlar refahımız ve saygınlığımız bakımından olmazsa olmazlarımız. Kavgacı dil ve yöntemleri de daha fazla sürdürmemeliyiz ve sürdüremeyiz" şeklinde konuştu.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun sıkça vurguladığı ve Yunan tezlerini yansıttığını söylediği Sevilla Haritası'nı da değerlendiren Bilgiç, "Hiçbir değer ifade etmeyen bu haritayı ne hazırlayan akademisyen, ne Avrupa Birliği ve ne de Yunanistan sahiplenebiliyor. Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu, kamuoyumuzu korkutmak ve askeri yöntemlere ağırlık vermemizi halkımızın gözünde meşrulaştırmak için ve dış politikamızdaki tutumlarımızı savunma amaçlı olarak gündeme getirmiş olabilir. Elbette böyle bir haritaya izin verilemez. Oturup ciddi bir biçimde diplomatik girişimlere yoğunlaşmalı, tezlerimizi uluslararası hukuk bakımından güçlendirmeye çalışmalı ve artık algılarla, laf üretmekle ve şovlarla oyalanmamalıyız" dedi.
Geçen hafta Yunanistan ve Türkiye'den gelen diyalog açıklamalarını da değerlendiren Bilgiç, şu ifadeleri kullandı:
"Yunanistan Başbakanı'nın açıklaması iyi niyetli ve yapıcı diyalog ve görüşmelere evrilmekte olduğunu umduğumuz süreç bakımından olumludur. Ancak, zor bir süreçte ağırbaşlı, sorumlu, dikkatli, ihtiyatlı ve gerçekçi olmamız gerektiğini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu tür sözlerin karşılıklı olarak fiilen de hayata geçirilebilmesi önemlidir. Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu'nun Kathimerini'deki ılımlı ve müzakerelerde 'al-ver' ilişkisine vurgu yapan yazısı da çok yumuşak bir tondadır. Dileriz, Avrupa'da da, Yunanistan'da da popülist söylemler terkedilir ve sorunların sorumlu devlet adamlığı gösterilerek üstesinden gelinir. Maalesef, henüz o aşamada değiliz."
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Dış İlişkiler Başkanı emekli büyükelçi Ümit Yardım, Ege ve Akdeniz'deki durumun 10 yıl değil, belki de 100 yıllık bir gelişmeler sürecinden kaynaklandığını söylerken, "100 yıllık tablo içinde Yunan tarafının adalar konusunda Türkiye'ye göre daha kararlı, disiplinli, atak diplomasiye önem verdiğini görüyorum. Bu bütün alanlarda var; hava sahası konusunda, karasuları konusunda, son 10 yıldır hidrokarbon yatakları konusunda. Bugün, bütün bunların birikimiyle mücadele ediyoruz" dedi.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz konusunda 'en ufak taviz vermemesi' gerektiğini savunan Yardım, "Eğer sorunları bugün çözemez ve buzdolabına atarsak, nasıl 100 yıl öncenin sorunlarını biz yükleniyorsak, bu sorunları da ileriki nesiller yüklenir" ifadesini kullandı.
Gelecek Partisi'nin konuya ilişkin 16 maddelik çözüm önerisini paylaştığını vurgulayan Yardım, Oruç Reis'in iki kez limana çekildiğini hatırlatarak şunları söyledi:
"Kararlılığımızı sahada, diplomasi masasında ve hukuk alanında net olarak sürdürmemiz lazım. Bundan bir ay önce Merkel'in arabuluculuğu ile Oruç Reis'in faaliyetlerine ara vermesini biz anlayamadık. Karşı taraftan gelen olumlu bir yaklaşım olmadı ve Oruç Reis tekrar sahaya çıktı. Geçen hafta Oruç Reis'in limana çekilmesini de anlamadık. Net ifadelerle değerlendiremiyoruz. Eğer masa başında kamuoyuyla paylaşmadıkları şekilde diplomasi sürecinin bir unsuruyla, masada kazanmak şartıyla çekilebilir. Ama eğer Oruç Reis'in çekilmesi karşı taraftan olumlu bir adım gelmeden tek taraflı atılan bir adım ise adım bu bizi rahatsız eder."
Diplomatik adımlarda esnekliğin karşılıklı olması gerektiğini belirten Yardım, Türkiye'nin tek taraflı esnekliğinin 'sistem içinde haklılığını sorgular hale getireceğini' söyledi. Yardım, "Oruç Reis'in çekilmesi müzakerelerin içinde bir unsursa ve aynı esnekliği, yapıcılığı karşı taraf da sergiliyorsa, ona itiraz etmeyiz. Ama oradan hiçbir şey olmadan, benim korkum da odur, tek taraflı bir Türk adımı ise bu bizim sistem içinde haklılığımızı sorgular hale getirir. Bunu kamuoyuyla uygun bir şekilde paylaşmak gerekir. Endişemi güçlendiren unsur da şudur, gerek Yunanistan tarafı, gerek Avrupa tarafı Oruç Reis çekildiğinden beri 'olumlu adım, yetersiz adım, Türkiye'nin yapması gereken işler var' mesajı veriyorlar. Ben buradan birtakım, karşı taraftan olumlu adım olmadığını, adeta bizim yapmamız gereken bir işmiş gibi lanse edildiğini anlıyorum. Eğer böyleyse doğru ve şık bulmuyoruz. Karşı tarafın da mesajlarını takip ettiğimiz için, bu Türkiye'nin tek taraflı bir adımı olarak gözüküyor. Bu bizi ve kamuoyumuzu, uluslararası sistem içinde de Türkiye'nin haklı konumunu rencide eder" şeklinde konuştu.
Doğu Akdeniz'deki krizin çözüme ulaşması için 'diplomasi masası'nın şart olduğu söyleyen Yardım, "Fransa devrede, AB devrede. Ortada süregelen bir diplomasi yok, burada hiçbir sorunun buzdolabına atılmaması, çözüm odaklı bir sürecin başlatılması lazım. Bizi rahatsız eden böyle bir tablonun ortada olmaması. Meselenin birinci unsuru gerginliği azaltmak ve çatışmaları engellemekse, çok daha önemli olan diplomasi masasını oluşturup, gerekirse Türkiye'nin inisiyatifiyle, bütün konuları sonuçlandırmak" dedi.
Gerilim nedeniyle çok fazla unsurun sahada ve diplomasi kanallarında olduğunu söyleyen Yardım, Türkiye'nin NATO, İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kurumları da devreye sokması gerektiğini belirtti.
"Bugüne kadar en rasyonel diyebileceğimiz, biraz daha dengeyi sağlayan açıklamalar NATO'dan geldi" diyen Yardım, şu ifadeleri kullandı:
"Çok fazla unsur var, AB bu dönemde bile güvenilir, adil bir arabulucu gibi gelmiyor. 'Türkiye haksız taraftır, biz AB grubundaki ülkeleri destekliyoruz, adımları Türkiye atmalı' gibi bir tablo çiziyorlar. Bugüne kadar en rasyonel diyebileceğimiz, biraz daha dengeyi sağlayan açıklamalar NATO'dan geldi. NATO biraz daha savunma odaklı bir yapı olup Türkiye'nin anlamını daha iyi gördüğü için öyle açıklamalar geldi. Başka uluslararası kuruluşlar da var, bunlar belki bir güç ifade etmiyor ama Türkiye için bir moral. İslam İşbirliği Teşkilatı var, onların bir açıklamasına bile rastlamadık, bu bizi üzüyor. Bizim aktif ve faal olduğumuz kurumların biraz daha seslerini çıkarmalarını sağlamamız lazım."
Yardım, Türkiye'nin çok güçlü bir hukuk mekanizması gerektiğine vurgu yaparken, "Doğu Akdeniz'i pek Ege'den ayırmıyorum. Doğu Akdeniz'i bir paket olarak görürsek, 2 ay sonra Ege üzerinde bir sorun ortaya çıkar. Bütün Ege ve Doğu Akdeniz'le ilgili sorunlarda hukuki olarak elimizi güçlendirecek şekilde dosyamızı çok güçlü hale getirmeliyiz. Diplomasi sürecinin başladığı an konuşulacak olan bunlardır. Sahada çok güçlü olmamız önemli, siyasi kararlılığımız önemli ama bu süreci noktalayacak aşama diplomasi ve hukuktur" ifadesini kullandı.
Diğer ülkelerle kanal geliştirmekte fayda olduğunu vurgulayan Yardım, "AB üyesi olmayan ülkeler var, İngiltere, ABD var, bölgede Tunus, Fas gibi ülkelerden hiç ses çıkmıyor. Lübnan da aynı şekilde. İmkânımız olsa bütün bunları faaliyete geçirirdik" dedi.
Türkiye ve Yunanistan arasında müzakerelerin başlaması için önerilen ön koşulları da değerlendiren Yardım, "Yunanistan tarafının ön koşuldan anladığı bu diplomasi masası içinde çok büyük engel" şeklinde konuştu.Ege ve Doğu Akdeniz bağlamında en az 7-8 tane net sorun olduğunu ve bunların birbirine bağlı olduğunu ifade eden Yardım, "Yunanistan tarafının ön koşuldan kastı; adaların silahlanması. Kıta sahanlığına sahip olması gibi hiçbir sorun yok Yunanistan için, bizim için var. Yunanistan'ın siyasi anlamda ön koşulu ise, Avrupa Birliği'nin bir üyesi olmak ve onların demeçlerinin de arkasına yaslanmak. Onlar da Türkiye'ye karşı konumlarını söylüyorlar. Ön koşullar aşılabilir ama bu sadece bir tarafın değil, bütün aktörlerin diplomasi masasına oturulmasıyla aşılabilir" açıklamasında bulundu.
Mavi Vatan'ın sonuna kadar peşinden gidilmesi gerektiğini söyleyen Yardım, "Mavi Vatan, aslında sembolik anlamda kullanılıyor ama vatandır, Türk kara toprakları gibi değil deniz unsurlarıdır. Kara toprakları için ne kadar hassassak, bunun için de hassas olmamız lazım. Bunun, gelecek nesillere de bir yük olarak bırakılmaması kaygısıyla sonuna kadar peşinden gitmemiz lazım ama az önce bahsettiğim unsurları da dikkate almak lazım" dedi.
Fransa'nın deniz unsurlarının dünyanın en geniş birinci ya da ikinci deniz unsuru olduğunu belirten Yardım, "Kara sahası olarak Türkiye'den bile küçükler. Ama bu kara Fransa'sı, deniz alanlarına baktığımızda dünyada 11 tane daha Fransa var. Denizlerde toplam 11 milyon kilometre alanları var, bunları emperyal dönemde adalar üzerinden aldı. Uluslararası bazı sözleşmelerden hareketle kendi kıta sahanlığı olarak ilan ettiler. Bu nedenle Fransa, Ege'de adalar üzerinde bir sorun olduğu için, Yunanistan'ı kendisine adalar bazında en yakın müttefik olarak görüyor" ifadesini kullandı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Yunanistan'ın tezleri olarak duyurduğu Sevilla Haritası'nı da değerlendiren yardım, konuya ilişkin şunları söyledi:
"Tek başına bu harita hukuki bağlayıcılığı olan bir şey değil. Akademik bir çalışma ama AB'nin bir unsurunca yapılmış olması nedeniyle bir hukuk belgesi, anlaşma unsuruymuş gibi gösterilmesi doğru değil. Sevilla Haritası her ne kadar sanki bir üniversite çalışması gibi görülse de, AB unsurunca yapılmış olması nedeniyle Yunan tezlerine daha çok hizmet ettiğinden bir şüphe yok.
"Asıl söylediğimiz şu, bugün bütün meseleleri diplomatik anlamda anlaşmalarla, sözleşmelerle, konferansla sonuçlandırıp bunu Birleşmiş Milletler'e de tescil ettirip sorunları topyekün çözecek bir süreci başlatabilmek. Eğer bu süreç başlatılırsa ki yıllar sürebilir, sonuçlandığında ortada Sevilla Haritası gibi şeyler geçmiş olarak kalır. Üzerinde durmamız gereken, hareket edilebilecek unsur değil ama AB'de kullanılan, Yunanistan'ın tezlerini yansıtan bir şey, nihai hukuk belgesi değil."
"Türkiye'nin yalnız kalmış olmasını kabul edemiyoruz" ifadesini kullanan Yardım, "AB'nin güvenilir, makul bir aktör olmadığını söyledim, o kadar tehdit çizgisi içindeler ki. AB, içinde neredeyse 8 milyon Türk insanının yaşadığı, ticaretimizin yüzde 72'sini yaptığımız, dünya ekonomisinin ikinci ülkesi, makul ilişkileri tutturmak lazım. Arap ülkeleri de geçen hafta karar aldılar ve çok net tavır aldılar. Onlarla ilişkileri de toparlamak lazım. İlkeli bir dış politika vizyonunun getirilmesi lazım" dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili ve Uluslararası İlişkiler Doçenti Hişyar Özsoy, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu değerlendirirken, muhalefetin bu süreçte barışçıl diyalog çağrısı yapması gerektiğini belirtti.
Akdeniz'in hem enerji geçişi için hem de ticaret alanı olarak kritik bir alan olduğunu belirten Özsoy, hidrokarbon yataklarının bulunması ve enerji kaynaklarının çıkmasıyla bölgede gerilimin arttığına da işaret etti.Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki gerilimin bir parçası olarak attığı adımları değerlendiren Özsoy şunları söyledi:
"Doğu Akdeniz'de İsrail, Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs arasında bu hidrokarbon kaynakları için birçok anlaşma yapıldı. Türkiye'nin İsrail ve Mısır'la diplomatik ilişkileri neredeyse yok gibi, yine Yunanistan'la çok ciddi gerilimler yaşanıyor. Bu agresif dış politikanın sonucu olarak da Türkiye'nin Akdeniz'deki hedeflerine karşıt bir kamplaşma oluştu. Şu anda da Türkiye iyice bu masanın dışına itilmiş durumda. Birkaç zamandır gerilimi artırarak kimi zaman tatbikat, keşif gemisi gibi askeri gösterilerde bulunarak, bu gerilimi artırarak diplomatik masada bir pozisyon bulmaya çalışıyor. Bunların iç siyasetin dizayn edilmesine yönelik boyutları da var. Şu an o masanın bir iki ayağını kırarak yer bulmaya çalışıyor bunun için de gerilimi dikkatli bir şekilde arttırıyor. Karşısında çok büyük bir bloku da oluşturdu. Türkiye'nin diplomatik yalnızlığı çok daha arttı. Masaya da oturabilmiş değil."
Özsoy, HDP'nin varolan gerilim atmosferine bakış açısını da şöyle anlattı: "HDP olarak tabii ki AKP'nin hem yurt içi hem yurt dışında sürekli gerilim, kutuplaştırma siyasetine her zaman eleştirel olduk. Sanırım bu Doğu Akdeniz ve Mavi Vatan tartışmalarında milliyetçi popülist söylemlerin içine düşmeyen Meclis'te grubu olanlar arasında tek parti HDP. Bu konuda açıkcası CHP'nin iyi bir sınav vermediğini düşünüyoruz. Yunanistan'la müzakere yapılmasın mı diyorlar? Savaş mı çıksın istiyorlar? CHP'nin burada barışçıl diyaloğa dayalı bir pozisyonda tutması lazım"
Yunanistan ve Türkiye'den kadınların gerilim karşıtı hazırladığı deklarasyonları hatırlatan Özsoy, ana muhalefet partisinin bu süreçte bu tür adımları desteklemesi gerektiğini savundu. Özsoy şu değerlendirmeyi yaptı:
"Yunanistan ve Türkiye'de iki tane sağcı muhafazakâr iktidar var, her türlü popülist söylemle halkları birbirine karşı karşıya getirme siyasetine hız vermiş durumdalar. Uluslararası hukuk anlamında kimin haklı kimin haksız olduğu ayrı bir tartışma konusudur fakat en azından toplumsal düzeyde, sivil toplum düzeyinde bu gerilimi aşmak üzere diyaloğa mekanizmalara ağırlık vermesi gerekiyor muhalefetin. Muhalefet bu konuda üzerine düşeni yapmamıştır."
HDP Diyarbakır Milletvekili Özsoy, Mavi Vatan tezi, "Türkiye'deki milliyetçi hatta fetişçi grupların söylemi" ifadeleriyle değerlendirirken, tezin uluslararası hukuk açısından bir karşılığı olmadığını ekledi.Özsoy, "Mavi Vatan kavramı uluslararası hukukta karşılığı olmayan, Türkiye'de popülist söylemlerle milliyetçi kesimi bir arada tutmak için kullandıkları bir diplomatik söylem. Gerçeklikle çok alakası yok. Mavi Vatan'la kastedilen alanlar değil, Mavi Vatan neredeyse "Akdeniz'in yarısı bizim" diyor. Bunun ne pratik anlamda siyasete reel karşılığı falan yok." ifadelerini kullandı.
Özsoy, Oruç Reis sondaj gemisinin limana çekilmesinin 'Geri adım olup olmadığı' tartışmasına şu sözlerle katıldı:
"Türkiye bir taraftan Oruç Reis'i gönderip bir taraftan gerilimi arttırırken aslında ilk günden beri biz müzakere etmek istiyoruz diyor. Bu işin rasyonel tarafı. Yunanistan da müzakerelerin ön koşulu olarak askeri tehdidin durdurulması ve bu gemilerin çalışmalarının durdurulmasını talep ediyordu. Yakın zamanda hem Merkel hem de Pompeo'nun girişimleri oldu. Türkiye oluşan bu baskılar sonucunda gemiyi çekti. Erdoğan yüksek perdeden bağırıp çağırsa da bir diplomatik görüşme süreci devam ediyor hatta İbrahim Kalın ve Yunanistanlı mevkidaşı arasında sonlandırılmaya yakın olduğu söylenen belgelerden bahsediliyor."
Özsoy, 24-25 Eylül'de Avrupa Birliği'nin Doğu Akdeniz gündemli yapacağı görüşmeden yaptırım çıkmasını beklemediğini söyledi. Müzakerelerin devamı kararı alınacağını düşünen Özsoy, "Orta ve uzun vadede ne Türkiye ne Yunanistan taleplerinden vazgeçmeyecek. Bu meselenin tam ortasında 45 yıldır çözülemeyen Kıbrıs meselesi söz konusu. Şu an için gerilim, çatışma olmaması için Avrupalı liderler çaba sarf ediyor" dedi.
Özsoy, Doğu Akdeniz gündemini genel olarak değerlendirdiğinde "Kavramsallaştırılan 'yeni Osmanlıcı' denilen, tüm komşularla gerilimi arttıran diplomatik bir konsept söz konusu. Bu Suriye, Libya, Irak, Doğu Akdeniz ve Yunanistan için geçerli" dedi ve Türkiye'de süregelen ekonomik kriz, yeni tip Koronavirüs (Covid-19) salgını gibi dış politikayla odaklanılamayan sorunlara işaret etti.
İyi Parti Milli Güvenlik Politikaları Başkanı Aytun Çıray, Doğu Akdeniz'de 2011 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin başlattığı aramalarda önemli bir doğalgaz potansiyelinin varlığı keşfettiğini hatırlattı.Çıray bu keşfin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni bölgede 'daha önce hiç olmadığı şekilde' İsrail'le yakınlaştırdığını ve işbirliği yapmasını sağladığını söyledi. Mısır'ın da bu işbirliklerine dahil olduğunu söyleyen Çıray, Türkiye'nin bu dönemde sürece dahil olmadığını şu sözlerle anlattı:
"Kıbrıs'ın güney doğusundaki hidrokarbon yatakları Kıbrıs-İsrail arasında değil, güneye doğru da uzandığı için, işin içine Mısır'ın da dahil olması kaçınılmazdı. Yani Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, sadece İsrail'le değil, Mısır'la bu çerçevede bir işbirliğine gidecek, bu bölgelerde hidrokarbon yataklarının işletilmesi ancak çok yüksek teknolojili uluslararası petrol şirketleri tarafından başarılabilecek bir iş olduğu için özellikle Amerikan şirketlerinin devreye girmesi kaçınılmaz olacaktı. Bu ise, Türkiye'nin mutlaka öngörmesini ve bir şekilde oyuna dahil olmasını zorunlu kılan bir durumdu. Aksi halde çok gecikilecek ve oyun tamamen bizim dışımızda oynanır hale gelecekti. Ne yazık ki, AKP'nin Türk dış politikasını geleneksel rotasından tamamen çıkartan radikal ideolojik saplantıları, Türkiye açısından hayati bir önem taşıyan bu hidrokarbon coğrafyası üzerinde değil, Suriye gibi bedeli çok ağır olan bir coğrafya üzerinde odaklanılmasına yol açtı. Bedeli de çok ağır oldu, olmaya da devam ediyor. Doğu Akdeniz'de oyuna çok geç girmemize yol açmakla kalmadı, dış politikada içine düştüğümüz büyük yalnızlık, çok tehlikeli, adeta çok düşmanlı bir yalnızlığa dönüşmeye başladı"
Çıray, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin 2010'larda münhasır ekonomik bölge ilan edebileceğini ve bu çerçevede Doğu Akdeniz'de kıyısı bulunan ülkelerle hidrokarbon potansiyelinin değerlendirilmesi esasına dayalı ortak bir ekonomik işbirliği çerçevesi geliştirilebileceğini söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: "Maalesef İhvancı bir radikal ideolojik gözlüğünüz varsa bunu yapamaz, fırsatları da kaçırırsınız. Fark işte buradan, olayları değerlendirirken kullanılan bakış açısından kaynaklanırdı."
Mavi Vatan tezi etrafında süregelen tartışmayı değerlendiren Çıray, "Libya ile geçtiğimiz yıl imzalanan "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması" mutabakat muhtırasından sonra netleştirilen Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı sınırlarımıza yönelik olarak kullanılan Mavi Vatan tanımı ve yaklaşımı maalesef, uluslararası camia nezdinde hayalci bir iddia olarak algılanmaktadır." ifadelerini kullandı.
'Mavi Vatan' tartışmalarının Türkiye'nin egemenlik ve milli güvenlik meselesi olarak algılanması gerektiğini savunan Çıray, "Vatan, bir milletin diğer milletlerden bağımsız şekilde varlığını devam ettirebildiği kara ile su alanları (deniz/göl) ve hava sahası olarak tanımlanabilir. Devletlerin egemenliklerini kullanma yetkisine sahip oldukları coğrafyayı temsil eden vatan, kutsal bir anlama da sahip olmasının yanında, hem milletin bağımsızlığının hem de devlet egemenliğinin ayrılmaz bir öğesidir" dedi.
Çıray, 'Mavi Vatan' etrafında süren tartışmayı şöyle değerlendirdi:
"Ege Denizi'nde çözümsüzlük ve Yunanistan ile sorunlar devam etmekteyken, bu coğrafyanın bir kısmı da Mavi Vatan olarak tanımlanmış olup, kamuoyuna sanki bölgedeki egemenlik yetkimiz yeni tesis edilmiş gibi anlatılmaktadır.
"Oysa son dönemdeki gelişmeler bakıldığında, Mavi Vatan üzerindeki egemenliğimizin tehdit edildiği çok sayıda olay yaşandığı görülebilir. Özellikle Yunanistan tarafından, Mavi Vatan sınırlarımızı tanımayan fiili durumlar yaratılmıştır. Örneğin, Yunanistan Cumhurbaşkanı Aydın ilimiz açıklarında yer alan ve bizim egemenlik iddiamız olan ve üstelik hukuka aykırı şekilde silahlandırılan Eşek Adası'nı ziyaret ederek "Buraya sahip çıkacağız" ifadelerini kullanabilmiştir. Hatta geçtiğimiz günlerde Kara Ada'ya asker çıkartılmıştır. Son yıllarda yaşanan bu gibi çok sayıda oldu bittiye karşılık herhangi bir adım atılmamıştır."
Oruç Reis sondaj gemisinin limana çekilmesinde 'geri adım' değerlendirmeleri hakkında konuşan Çıray, "Oruç Reis, Antalya limanına çekilmeden önce, sayın Cumhurbaşkanı esip gürlemiş, Oruç Reis'in her halükarda görevini yapacağını, onu bundan hiçbir gücün alıkoyamayacağını olabilecek en gür sertlikle ilan etmişti. Peki sonra ne oldu? Kasırga bir anda melteme dönüştü; yüksek tondaki savurmalar, bir anda uzlaşma noktasına geldi. Bunlar hiçbir şüpheye yer vermeyecek açıklıktaki geri adımlardır." dedi.
Doğu Akdeniz'de son yaşanan gelişmelerin Türk dış politikasının durumunu temsil ettiğini söyleyen Çıray, "her şey başlangıçta daha farklı olabilirdi. Kararlılık, doğru bir diplomasiyle varlık bulabilir; bu arada Oruç Reis, kendi görevini kusursuz bir şekilde yerine getirebilirdi. Fakat bunların olabilmesi için, biz bir diplomasiden, Türk Dış Politikasını sağlam bir sistematikle yürüten kurumsal yapıdan söz edebilmeliydik. Maalesef bunların yerinde artık yeller esiyor. Cumhuriyetin büyük dış politika geleneği, yüzyıllardan damıtılmış o diplomasi birikimi artık yok. Olmayınca da işte böyle oluyor. Önce esip gürlüyor, içeride etkilemeniz gerektiğini düşündüğünüz kesimlere sahte mesajlar veriyor, sonra sizin iktidar kudretinizin bin türlü zaaf ve dezavantajla eriyip yok olduğunu bilen süper güçlerin arzularını paşa paşa yerine getiriyorsunuz. Türk Milleti için zillet olan işte budur! Sayın Bahçeli bu zillet üzerine de biraz döktürse iyi olur." ifadelerini kullandı.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun Sevilla Haritası'nı gündeme getirmesini 'halkla ilişkiler çabası' olarak niteleyen Çıray, "Söz konusu harita kabul edilebilir bir şey değil. Yırtarsınız ve çöpe atarsınız" dedi. Çıray, Çavuşoğlu'nun Sevilla Haritası'na karşı çıkarken Lozan'ı küçümsediğini söylemek şu değerlendirmede bulundu: "
"Burada önemli bir problem var: Sevilla haritasına karşı çıkan Dışişleri Bakanımızın, tipik radikal takıntısı içinde kendisine Sevilla Haritasına karşı çıkma gücü ve kudreti veren Lozan'ı adeta küçümsemesi, onun değerini azımsamaya kalkması, böylesine bir gafletin içine düşebilmesi. Ege'deki adalarla ilgili tarihi gerçekleri anlatmaktan tarihçilerin dilinde tüy bitti. Ama AKP'lilere bir türlü anlatamadılar, Lozan'da herhangi bir adanın Yunanistan'a verilmediğini bir türlü kafalarına yerleştiremediler. İhvancı, radikal ideoloji işte böyle hasarlar veriyor; gerçekleri kendi dar tasavvurlarınıza kurban ediyorsunuz. Sonuç, Türkiye'nin ve Türk Milletinin yüksek çıkarlarına da ters düşüyor, onları zedeliyor. "
İyi Partili Çıray, Doğu Akdeniz'de yaşanan son gelişmeler arasında olan Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in "Türkiye'yle görüşmeye hazırız" açıklaması hakkında ise şöyle bir değerlendirme yaptı:
"Sanırım sayın Konstantin Miçotakis, ülkesinin denizlerdeki çıkarlarını maksimize etme konusunda en elverişli noktaya geldiklerini düşünüyor. Bu açıklamanın başka bir anlamı yok: çünkü iyi niyetli bir yaklaşım içinde olsaydı, bunu işleri bu noktalara getirmeden önce teklif ederdi. Gerçekten de Yunanistan, Türkiye'yi tarihinin en büyük dış politika yalnızlığı içinde yakaladı. Üstelik adaların silahlandırılmasında olabilecek en üst noktaya geldiklerini de biliyoruz. AKP'yi son on yılda bu konuda sayısız defa uyardık; Meclis kürsüsünden bu konuyu bir çok kere dile getirdik; yazılı soru önergeleri verdik. Hiçbir fayda etmedi. Sayın Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, sanki her şey bilgilerinin dışında cereyan etmiş gibi, "18 yılda adaları silahlandırmışlar" dedi. Oysa her şey AKP iktidarının gözleri önünde oldu.
İşte şimdi, deniz yetki alanları konusunda görüşmeye hazırız diyorlar. Ellerinin güçlü olduğunu, pazarlıkta avantajlı olduğunu ve Türkiye'nin tarihinin en büyük yalnızlığı içine düştüğünü biliyorlar. Neyse, adaların silahsızlandırılmasına ilişkin güçlü bir taahhüt alınmadan böyle bir müzakere sürecine girilmemesi gerekir veya adaların silahsızlandırılmasının görüşmelerin önemli bir maddesi olacağı baştan deklare edilmelidir. Aksi Türkiye için büyük bir kaybın başlangıcı olabilir."