Cumhuriyet yazarı Bağış Erten, "tarihin en düşük gollü turnuvasınının final maçından zevk almanın sırlarını" yazdı. Erten, bugün finalde sahaya çıkacak Fransa ve Portekiz milli takımlarını "Almanya’dan sonra en multi-kulti iki takım" olarak tanımlayarak, "Final finaldir. Küçüklüğünüzden kalma bir final golü bilinçaltınıza kesin nakşedilmiştir. Futbola zerre sempati göstermeyenleri bile cezbeder. Sonuçta bütün dünyanın aynı noktaya konsantre olduğu ender zamanlardan biridir. O yüzden son bir şans tanımaya ben de varım. Peki nereye bakacağız? Bu önemli. İşte size finalden zevk almanın sırları" ifadelerini kullandı.
Bağış Erten'in Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (10 Temmuz 2016) nüshasında yayımlanan 'Bu finale bir şans tanıyın' başlıklı yazısı şöyle:
En başından beri tavizsiz bir şekilde “şampiyona şampiyonadır, her maçı izlemek futbol dininin farzıdır” diyenlerdendim. Ama dünya kötü, memleket de kötü olunca futbol onun aksine yürümüyor. Nitekim benim de direncim kırıldı ve sonuna doğru futbol ateizmine yelken açtım. Çünkü şu acı gerçekle yüzleşmek kaçınılmaz oldu. Çok şey bekledik, çok şey diledik ama iyi futbol duaları hep boşa çıktı. Tarihin en düşük gollü turnuvasında bugün final günü, bitiyor diye üzülmemiz ve güzel olacak diye heyecanlanmamız lazım. Ama ne heyecan var o kadar, ne de hüzün. Finaldeki takımlar bile bunun simgesi: Biri ev sahibi Fransa, ki sıkı futbolseverler için ev sahibinin final oynaması/ kazanması her zaman antipatik bir durumdur; diğeri Portekiz, onlar da turnuva boyunca bize bir damlacık futbolu bile zor reva gördüler. Düşünün ilk defa yarı finalde bir 90 dakikayı önde bitirmeyi başaran bir takımla karşı karşıyayız.
Teknik direktörler deseniz, her ne kadar iyi bir planları olsa da turnuvanın başından beri kendi medyalarında bile yerden yere vuruldular. Akılcı olabilirler, ama hiç estetik bir oyun vaat etmiyorlar. Yıldız deseniz, Ronaldo, son maçtaki irtifa kazanan kafa vuruşuna inat, hâlâ kulüp takımlarındaki formundan uzak. Öbür tarafta ise Pogba ünlü Fransız spor gazetesi L’Equipe’in iddiasını pek taşıyamamış gibi duruyor. Ne yeni Zidane o, ne de Platini! Yeri gelmişken bir de kişisel fiyaskoyu paylaşayım. Bir insanın tuttuğu hiçbir takım mı iki adım yürümez!
Turnuva başında İngilizleri seviyordum. Dağıldılar. Sonra herkes gibi İzlanda’ya bağlandım, 4 yediler. Olmadı Almanya dedik. Yarıfinali geçemediler. Peki bu akşam? İkisini de tutmuyorum. Alın sizin olsun! Hal böyle olunca beklentilerin altını biraz kısık tutmak lazım. Futbol tanrıları bu sefer yüzümüze pek gülecek gibi durmuyor.
Ama şu gerçek de gün gibi ortada: Final finaldir. Heyecan heyecandır. Böyle turnuvalar finalleriyle anılır. Hatıralarda onlar saklanır. Küçüklüğünüzden kalma bir final golü bilinçaltınıza kesin nakşedilmiştir. Hem finalleri tüm hane halkı hep birlikte seyreder. Futbola zerre sempati göstermeyenleri bile cezbeder. Sonuçta bütün dünyanın aynı noktaya konsantre olduğu ender zamanlardan biridir. O yüzden son bir şans tanımaya ben de varım. Peki nereye bakacağız? Bu önemli. İşte size finalden zevk almanın sırları.
Dedik ya, finalden zevk almak için ille de futboldan ulema seviyesinde anlamanız gerekmiyor. Bir sürü başka temas da var. Misal Almanya’dan sonra en multi-kulti iki takım finalde. Fransa malum zaten. Tamam, turnuva öncesi Mağrip asıllı bazı oyuncular kadro dışı kaldı ve tartışma yarattı. Ama olayın ırkçılıkla ilgisi yoktu, adları karanlık işlere karışmıştı. Onun bedelini ödedi o isimler. Siz Fransa Milli Takımı’na alıcı gözle bakın. Birleşmiş Milletler pasaportunu kolaylıkla görürsünüz. Senegal asıllı Evra ve Sagna, Kamerunlu Umtiti, Malili Kante ve Sissoko, Angolalı Matuidi, Gineli Pogba, Alsace’lı Alman asıllı Griezmann, kökeni Hint Okyanusu kıyısındaki Reunion Adası’na dayanan Payet, Guadaluplu Coman ve birkaç Fransız yerlisinden ibaretler.
Ve Portekiz. Sanmayın ki onlar sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir kitle. Onlarda durum farklı değil. Brezilya doğumlu Pepe, Fransız bir anneye sahip Guerreiro, Almanya doğumlu Cedric, Gine Bissaolu Danilo, Angolalı W. Carvalho, Cape Verdeli Nani ve Renato Sanches... Yani milli takım formaları iki olsa da neredeyse tüm dünyayı ve tabii ki Afrika’yı temsil eden iki takım var sahada. Kara Kıtalı olsam, “kendimiz yokuz, ama fikirlerimiz iktidarda” diye gurur duyardım.
Ronaldo’yu, o jöleli saçlarını, o metroseksüel haşmetini sevenler vardır mutlaka. Ben onlardan değilim. Saha içinde en antipatik oyunculardan biri olduğunu düşünüyorum. Fakat renkler ve zevkler tartışılmaz. Ama adamın bir futbol referansı olduğu da tartışılmaz. İster frikik öncesi havasına takılın, ister enginlere sığmayıp taşan haşmetine tav olun; o dünyanın en iyi oyuncularından biri. İzlemeden olmaz. Ama öbür tarafta da Küçük Prens var. Evet, Fransızlar için tam bir masal kahramanı Griezmann. Görünüşü haşmetli değil, fiziği Adonis’e meyletmiyor, havalı olduğu da söylenemez, ama turnuvanın gol kralı. Gol attıktan sonra telefonla arama hareketi olmasa sempati şampiyonu olabilir. Fransız kibrinden zerre nasibini almamış. Ama futbol yeteneği on numara. Tezantitez. Her zaman caziptir.
Fransa: Lloris, Sagna, Koscielny, Umtiti, Evra, Matuidi, Pogba, Sissoko, Payet, Griezmann, GiroudPortekiz: Patricio, Cedric, Alves, Fonte, Raphael, Mario, Danilo, Adrien, Renato, Nani, Ronaldo
Bu tip şampiyonaların en büyük özelliklerinden biridir. Antrenörler damga vurur. Gerçi bu sefer bunu çok yapmadılar ama finale çıkan iki isim de özel bir övgüyü hak etti. Bir tarafta daha tapudan emekli gibi duran gevşek kravatlı, elektrik mühendisi Fernando Santos var, diğer tarafta futbolculuğunda almadığı başarı kalmayan Deschamps. Düşünün kaptan olarak hem Şampiyonlar Ligi’ni, hem Avrupa Şampiyonası’nı hem de Dünya Kupası’nı kaldıran üç isimden biri o (Diğerleri Casillas ve Beckenbauer). İyi bir eşleşme. Bir tarafta tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bir mühendis, diğer tarafta futbolculuğunda çalışkanlığı ve zekâsıyla öne çıkan bir futbol efsanesi. Onları kenarda izlemek de az şey değil.