Yarına Bakış yazarı Mümtaz'er Türköne, Atatürk Havalimanı'nda 42 kişinin hayatını kaybettiği terör saldırısıyla ilgili olarak, "Örgütlü terör basit bir eylem biçimi değil. Baş etmek için topyekûn bir seferberliğe ihtiyacımız var" dedi. "Terörle yaşamaya alışmak, iktidarın uyuşturucuya alışması gibi bir şey; akıl, muhakeme, tedbir ve refleks çöküyor" ifadesini kullanan Türköne, "Havuz medyası çıldırmış: Ne İsrail’i ne Rusya’sı? Havalimanı saldırısı iktidarın ayıbını örtmek için mi yapıldı? Terör her yerde ve her zaman öncelikle bir iktidar sorunudur" diye yazdı.
Mümtaz'er Türköne'nin "Terör iklimi" başlığıyla yayımlanan (30 Haziran 2016) yazısı şöyle:
Güvensiz, birbirine kuşku ile bakan ve çatışan bir toplum terör karşısında mukavim olabilir mi? Kanun ve nizam hakimiyeti sözünü artık unuttuk. Baş etmek için topyekûn bir seferberliğe ihtiyacımız var. Terörle yaşamaya alışmak, iktidarın uyuşturucuya alışması gibi bir şey; akıl, muhakeme, tedbir ve refleks çöküyor.
Endişe, panik, korku, öfke… Hepsi tamam, peki yadırgadınız mı? Avrupa başkentlerindeki, muhtemelen aynı örgütün eseri olan terör eylemleri ile büyük benzerlikler var. Hayatın en yoğun yaşandığı yerlerde, aynı bombalar, aynı kurşunlar ve aynı kanlı manzaralar. Katliam aynı, peki fark nerede? Brüksel’de, Paris’te şoka girmiş insan manzaraları bizde neden yok? Adamlar uzun süre kendilerini toparlayamıyor, şoktan çıkamıyor; biz ise “alçaklar, katiller” sözleri arasında, bir trafik kazasının enkazını, yaralılarını, kayıplarını kaldırır gibi davranıyoruz ve işimize dönüyoruz. “Terörle yaşamaya alışacaksınız” dediler, demek ki alıştık, kanıksadık; doğru dürüst tepki vermiyoruz. Hemen yayın yasağı geliyor, internet yavaşlıyor, başbakanından valisine her ağızdan farklı bir detay ortaya çıkıyor. Bu tablo normal mi?
Düşünün ve cevap verin: En son terör saldırısı ne zaman, nerede oldu? Önceki? Daha önceki? Kaç kişinin hayatını kaybettiğine, nelerin söylendiğine dair bir detay var mı aklınızda?
Eğer maksat üzerimizdeki terör baskısının hayatımızın bir parçası haline gelmesini, aldırmayarak normalleştirmek ise başarı ortada. Ancak çok önemli bir sorun var: Teröre alıştığınız, normalleştirdiğiniz zaman artıyor mu, azalıyor mu? Terörle mücadeleye bu kanıksama hali bir katkı sağlıyor mu?
Elbette terör karşısında hissizleşmeye değil, toplumsal seferberliğe ihtiyacımız var. Büyük şehirlere, karmaşık hayatın içine yerleşmeye çalışan terörü durdurmak için toplumsal duyarlılığın diri tutulması lâzım. Kendinizi Paris’te, Brüksel’de yaşayan biriyle kıyaslayan: Çevrede dikkatinizi çeken bir tuhaflıktan kuşku duyduğunuz zaman “aman sende” demekle, hemen polisi aramak arasında kim hangi tercihte bulunur? Yayın yasakları, internet yavaşlatmaları, “üzerine gitmeyin, hükümeti yıpratmayın” talimatları hangisini teşvik eder?
Eli kanlı terörle baş etmek için uygun olan iklimin en basit şartları bunlar. Güvensiz, birbirine kuşku ile bakan ve çatışan bir toplum terör karşısında mukavim olabilir mi? Kanun ve nizam hakimiyeti sözünü artık unuttuk. Polisi, jandarması, istihbaratı, mülkî amiri, savcısı, yargıcı hep birlikte terörü engelleyecek nizamın sorumluları. Öyleyse bu iklimi belirleyenlere sorulacak çok fazla soru olmalı.
Kumpas soruşturmaları ve davaları ile hallaç pamuğu gibi atılan, “ben de cadı avına kurban gider miyim” endişesi ile mesaiye başlayan, “Millî damarcılar” “KÖZ’cüler” diye devlet içinde birbirinin ayağını kaydırmaya çalışanların arasında kalan emniyet teşkilatı, terörle nasıl baş etsin? Paralel avıyla meşgulken, istihbaratın her türlüsü terör analizlerini ne ara yapsın?
Alın size doğrudan bir soru: Yüksek yargı, Meclis’te görüşülen tasfiye kanunu ile sıfırlanırsa terörle mücadeleye ne etkisi olur? Bağımsız yargı mı, yoksa toptan yürütmenin memurlarına dönüşen hakimler, savcılar mı terör karşısında daha caydırıcı bir güç oluşturur? Cevabı “terör” başlığı altında görülen “örgütlü suç” davalarına bakarak verebilirsiniz. Terör konusunda neden kimse yargıya güvenmiyor?
“Terörün tanımını genişletmek”, eline çakı bıçağı almamış insanları terör suçlusu ilan etmek sebeplerden biri olabilir mi? “Silahsız” terör örgütü davalarıyla terör tanımını genişletmek, Atatürk Havalimanı’na saldırı planlayanları muhtemelen mutlu etmiştir. Elinde silahı, üzerinde bombasıyla, hayatında karıncayı incitmemiş insanlarla aynı hizada muamele görmek az şey mi?
İslâmiyet’in aşırı derecede siyasallaşması, iktidarın güç ve kibir aracına dönüştürülmesi IŞİD’in kökleşip serpildiği iklimi nasıl etkiliyor? Devletin din üzerindeki tekelinin, iktidar eliyle içi boş basit bir hükmetme aracına dönüştürülmesi başka bir dünyada mı gerçekleşiyor? Fıkıhta yeri olmadığı halde cıvık bir popülizmin eseri, durup dururken gündeme gelen “Müftü nikâhı” kimlerin değirmenine su taşıyacak?
Deve kuşu gibi başınızı kuma gömdüğünüz zaman dünya sadece size karanlık oluyor. Örgütlü terör basit bir eylem biçimi değil. Baş etmek için topyekûn bir seferberliğe ihtiyacımız var. Terörle yaşamaya alışmak, iktidarın uyuşturucuya alışması gibi bir şey; akıl, muhakeme, tedbir ve refleks çöküyor. Havuz medyası çıldırmış: Ne İsrail’i ne Rusya’sı? Havalimanı saldırısı iktidarın ayıbını örtmek için mi yapıldı? Terör her yerde ve her zaman öncelikle bir iktidar sorunudur.