12 Eylül 1980 darbesi öncesinde, Bahçelievler katliamının talimatını vermekle suçlanan ve darbe sonrasında devlet tarafından kullanıldığı ortaya çıkan Abdullah Çatlı ile birlikte Ülkü Ocakları Derneği'nin Yönetim Kurulu üyesi olan Prof. Mümtaz'er Türköne, solu eleştirdiği yazısına "Sol'un soytarıları" başlığını koydu.
Susurluk skandalı sonrasında Çatlı için “Devlet için kurşun atan da, yiyen de bizim için şereflidir” diyen dönemin Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in gayriresmi danışmanlığını yapan Türköne'nin Zaman gazetesinde yayımlanan (4 Mayıs 2012) yazısı şöyle:
Sol'un soytarıları
"Başım belada/ Tabancamı unutmuşum helada". Ancak bir sanatçı dehası "silahlı sol"u böylesine sarsıcı eleştirebilirdi.
Ahmet Kaya, 90'lı yıllara damgasını vuran bu şarkının sözlerine "nerden baksan tutarsız" diye devam ediyordu. Sol demek, tutarsızlık demek. En azından bizim solumuz. "Solcu" bir gazeteyi elinize alın. Sanat-kültür sayfaları ile ekonomi sayfaları arasında bir tutarlılık aramayı deneyin. Orta sınıf da değil, epeyce yüksek sınıflara ve zevklere hitap eden kültür sanat haberleri ve yorumları bir tarafta; yoksullara ve işçi sınıfına hitap eden ekonomik haberler ve analizler öbür tarafta. Bir sayfadan öbürüne geçerken sınıf değiştirmek zorundasınız.
Sol siyaset öteden beri yamalı bohçaya benzedi. Parlamenter sosyalizmden, en uçtaki silahlı-radikal sola kadar geniş yelpazenin tek ortak paydası var: Kimlikler. Sol siyaseti sınıfsal kökeniniz, işiniz veya gelir düzeyiniz değil kimliğiniz belirliyor. 1 Mayıs, bu kimlikler yelpazesinin rengârenk gün ışığına çıkmasına fırsat verdi. Solcu olmak için Alevî inancına mensup olmak, Kürt etnisitesinden gelmek, Fransız kültürüne vukufiyet, Cumhuriyet'in bürokrat elit sülalelerinden birinde veya memur ailelerinin dar dünyasında yetişmek, kısaca etnik veya kültürel kimlikler önemli. Feminist olmak, eşcinsel olmak, sanatçı olmak gibi sonradan edinilen kimlikler de öyle. Sol dendiği zaman aynı inançtan, aynı siyaset ve ideolojiden gelen insanları hemen bir arada bulabilirsiniz, ama solun varlığı için elzem olan "sınıf" ortak paydasına rastlayamazsınız. 1 Mayıs'ta "anti-kapitalist İslamcılar" ve HAS Parti, bu ezberi bozduğu için tartışmaların odağına yerleşti. Onlar Taksim Meydanı'na İslâmcı kimliklerini, muhafazakâr değer dünyalarını aşarak geldikleri için solun kimlikçi önyargılarına meydan okudular ve sosyalizmi var eden sınıf gerçeğini hatırlattılar. Sınıf siyasetini bile sol değil İslamcılar üretiyor. Kim üretirse üretsin, solun uyanışı için bir başlangıç olabilir mi?
Ancak Amerikan tarzı süper kahraman filmlerinde rastlayacağınız türden, adaleli bir işçinin zincirlerini kırması figürü, 1977'den bugüne hiç değişmeden geldi. Hâlbuki kanlı 1 Mayıs'tan 2012 yılına dünyada çok şey değişti. Halil Berktay'ın bu yılki 1 Mayıs'a damga vuran açıklaması, solun en meşhur kirli çamaşır sandığının kapağını açtı. 1 Mayıs 1977'de Kemal Türkler de faciadan sonra, Berktay'ınkine benzer şeyler söylemiş ve Maocu grupları suçlu ilan etmişti. Sonra bir propaganda makinesi devreye girdi. Gerçeğe hepimizin ihtiyacı var. Dünün Maocuları bugün sınırları zorlamıyor. Dünyada işçi sınıfının en çok ezildiği ülkenin, Mao'nun Çin'i olması, bugünkü sükunetin açıklaması olabilir. Çin aynı zamanda sosyalizmi bir tür devlet kapitalizmi olarak yaşatıyor.
Solu, soytarıları mahvetti. Vicdanlarını rahatlatmak ve ucuz fikirlerine ve sanatlarına hazır muhataplar bulmak için "sol kimlik" benimseyen burjuva entelektüeller ve sanatçılar kitle soytarılığına soyundular. Geriye dönüp arkalarında soytarılık yapacak kitle kalmadığını görünce güç ve iktidar sahiplerinin kapısına yığıldılar. Dünün devrimcilerinin ve sınıf savaşçılarının ulusalcı-darbecilere dönüşmesinin serencamı böyledir. Ertuğrul Özkök, bu kısa hikâyenin en ibretlik kahramanlarından. Onun solculuktan darbeciliğe uzanan başarılı meslekî kariyeri, burjuva entelektüellerin tırmaladığı ve aşamadığı duvarın tam önünde sona erer. Eski solcuları kırpıp kırpıp acımasız kapitalistlere ve vahşi kapitalizmin savunucularına dönüştüren budur. Ertuğrul Özkök dün köşesinde bana dönüp, kurşun edebiyatını tekrarlıyor. 28 Şubat'ta darbeciler tek bir mermi atmadı. Hükümet deviren, şeref katliamı yapan manşetleri, her biri hedefe kilitlenmiş mermiler gibi gazetelerin birinci sayfasına yerleştirenler kimlerdi? O günlerin güç ve iktidar sahiplerine kim soytarılık yaptı? "Emredersiniz paşam" lafını birkaç espri ile süslemeye cesaret eden soytarılar kimlerdi? Arkanızda kocaman bir ordu. Önünüze çıkanı kurşuna diziyorsunuz. Nesli tükenen askerî aristokrasiye en son soytarılık yapma görevini kim üstlendi?
Solun soytarılığın her türünden kurtulması lâzım. Devletin tiyatrosu ve memur-sanatçılar kültü en son solun sahip çıkması gereken bir arpalık düzeni değil mi?