Reha Muhtar (Vatan - 25 Ocak 2012)
On onbir yaşlarındaydım...
Türkiye’ye televizyon geleli üç dört sene olmuştu...
Cumartesi geceleri 23 sularında bir tiyatro programı vardı televizyonda...
Her Cumartesi gecesi o programın bitişini ve o çok sevdiğim adamın o çok sevdiğim tiradı kapalı bir perdenin önünde seslendirmeye başlamasını iple çekerdim...
Osmanlı döneminin unutulmaz aktörü Tomas Fasülyeciyan’ın muhteşem bir tiradını okurdu Münir Özkul...
Bir Osmanlı Ermeni’siydi Tomas Fasülyeciyan...
1915 olaylarından önce yaşamıştı...
1903 yılında İskenderiye’de tiyatroya büyük katkılarından sonra, o dönemin sanatçılarının büyük çoğunluğu gibi, yoksul bir halde ölmüştü...
Arkasında inanılmaz bir tiradı hazine olarak bırakarak...
Münir Özkul, Haldun Taner’in “Sersem Koca’nın Kurnaz Karısı” isimli oyununda seslendirmişti o muhteşem tiradı...
Cumhuriyet Türkiye’sine kuşaktan kuşağa kalan bir replikti Osmanlı Ermeni’si büyük tiyatrocu Tomas Fasülyeciyan’ın o tiradı...
Gözümün önündedir, Münir Özkul’un seslendirdiği o muhteşem tirad...
***
“Zaten aktör dediğin nedir ki?..
Oynarken varızdır, yok olunca da sesimiz o boş kubbede, bir hoş sada (seda) olarak kalır...
Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız...
Görooorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanıyorsunuz...
Birazdan teatro bomboş kalacak...
Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar...
Çünkü Satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır...
Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir...
Hiranuş’la Virjinya’nın bir diyaloğu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır...
İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler...
Artık kendimiz yoğuz...
Seyircilerimiz de kalmadı...
Ama repliklerimiz fısıldaşır dururlar sabaha kadar...
Gün ağırır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır...
Perde...”