Murat Bardakçı: Bahaneler ileri sürmeme hiç gerek yok, yanlış yazmışım, o kadar

Murat Bardakçı: Bahaneler ileri sürmeme hiç gerek yok, yanlış yazmışım, o kadar

Habertürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı, 16 Mayıs 2018'deki yazısında Katin katliamına ilişkin verdiği bilginin yanlış olduğunu belirterek, "Sovyetler’in 1940’ta Katin Ormanı’nda Polonyalı subaylara karşı giriştikleri katliamı Naziler’e mâletmişim. Bizde her hatâdan sonra âdet olduğu gibi 'Kafam karışmış, aceleden olmuş, bilgisayar azizlik etmiş' gibisinden bahaneler ileri sürmeme hiç gerek yok, yanlış yazmışım, o kadar! Kusuruma bakmayın" dedi.

Bardakçı'nın Habertürk'teki (18 Mayıs 2018) yazısı şöyle:

Son birkaç senedir hemen her Ramazan’da yazdığım bir bahsi, bugün de tekrar edeceğim...

Mâlûmunuz, Türkiye, İslâmiyet ile yeni tanıştı! Hidayete bundan 17-18 sene önce, yani 2000’lerin başında kavuşup Müslümanlığı kabul ettik. Çiçeği burnunda Müslümanlar olduğumuz için dinin bazı kurallarını hâlâ doğru dürüst öğrenemedik, var gücümüzle vâkıf olmaya çalışıyor, hocalara, ilâhiyatçılara ve her Ramazan’da kanal kanal dolaşan ekran bülbüllerine sorup duruyoruz...

Ulemâdan bazı zevât ile hemen her konunun üstâdı olan ekran bülbülleri milletin bu yeni kabul etmiş olduğu dine karşı hevesini bildikleri için Ramazan geceleri kanal kanal dolaşıp orucun ne olduğunu, faziletlerini ve esaslarını anlatıyor; telefonla ve mail ile gelen sorulara cevap yetiştiriyorlar...

Önceki gece iftar saatinden epey önce TV’nin karşısına geçtim ve saatlerce kanal kanal dolaşıp oruç, iftar ve sahur âdâbı hakkında anlatılanları dinledim...

Neler anlatılmadı ve neler sorulmadı neler!

Bir-iki kanalda sadece ilâhiyatçılar değil, diyetisyenler de arz-ı endâm ettiler! Muhabir gidip “Hocam, iftar mönüsü nasıl olsun? Sahurda ne yememizi tavsiye buyurursunuz?” diye soruyor, ekranda görünme fırsatını bulan kadıncağız da anlatıyor:

“Yağlı yemeyin, tuzlu yemeyin, hele tatlıyı ağzınıza bile koymayın, lokmalarınızı arkanızdan atlı kovalıyormuşçasına hemencecik yutmayın, pastırma ve sucuk ise zinhaaar yasak!”

Hatun “Hiçbirşey yeme ve açlıktan rûhunu teslim et!” diyecek ama dili varmıyor!

Sonra, “sahurda sucuk yemenin doğru olmadığını, zira susatacağını”söylüyor ama muhabirin “Yahu, iftarda tamam da, sahurda hangi aklıevvel sucuk ve pastırma yer ki?” demek aklına gelmiyor...

Şaka bir tarafa, Ramazan geldiğinde hem TV ekranlarında, hem de gazete sayfalarında bundan on küsur asır önce değil de sanki yeni Müslüman olmuşuz gibisinden bir rüzgâr eser, zira basınımızın ekseriyeti Türkiye’nin Müslüman olduğunu sadece Ramazanlarda hatırlar ve TV’ler de, gazeteler de bir aylığına dindarlaşır!

Ramazan’ın henüz üçüncü günündeyiz ve daha ilk akşamından itibaren“Boğaza su kaçması orucu bozar mı?”, “Oruçlu iken denize girebilir miyim?”, “Sahurda ezan bitene kadar yemeye devam etmek doğru mu?” yahut “Dişlerin arasında kalan kırıntının hükmü nedir?”gibisinden sorular sorulmasının iki temel sebebi vardır: Ya Ramazan bülbülleri vakit doldurabilmek için bu bahislere dalıyorlardır yahut dinin hükümlerini millet olarak bin küsur seneden buyana hâlâ öğrenememişizdir; Diyanet de bu hususta ciddî bir çaba göstermemiştır ama meselenin bu tarafı doğru ise vaziyet vahim demektir!

HANİ NEREDE ORTOPEDİSTLER?

Şimdi kehanete heveslenip Ramazan’ın ileriki günlerinde ekranlarda neler anlatılacağını şöyle bir hayâl edelim:

Havalar ısınmaya başlayınca bazı doktorlar devreye girecek, “Güneşte fazla kalırsanız başınıza güneş geçebilir, tansiyonunuz yükselebilir, hele terli terli soğuk su içerseniz hasta olursunuz, ona göre haaa!”diyecekler... Diyetisyenler meyve bahsine dalacak ama birbirleri ile tamamen farklı konuşacaklar, biri “Bol bol yiyin” derken diğeri “Yiyin ama yavaş yiyin” tavsiyesinde bulunacak ve bir başkası da “Meyve zinhar yooook!” buyuracak.

Senelerden buyana ortopedi uzmanlarının da Ramazan bahanesi ile ekrana çıkıp “namaz dersi” vermelerini, meselâ “Belfıtığı olmamak için rükûda belinizi fazla eğmeyin! Secdede dizlerinizi bilmem kaç dereceden fazla bükmeyin” demelerini bekliyorum, zira Ramazan bahsinde tek noksanımız bu kaldı!

DÜZELTME:

Bundan iki gün önceki “Gazze katliamı, etek ve kucak!” başlıklı yazımda hatâ yapmış, Sovyetler’in 1940’ta Katin Ormanı’nda Polonyalı subaylara karşı giriştikleri katliamı Naziler’e mâletmişim. Bizde her hatâdan sonra âdet olduğu gibi “Kafam karışmış, aceleden olmuş, bilgisayar azizlik etmiş” gibisinden bahaneler ileri sürmeme hiç gerek yok, yanlış yazmışım, o kadar! Kusuruma bakmayın!