T24 yazarlarından Murat Belge, Türkçede modern şiirin izini sürüp, değerlendirmesini yaptığı “Şairaneden Şiirsele" adlı yeni kitabını anlattı. Kendisine yöneltilen, "Toplumla şiir ilişkisinin güç kaybettiğini düşünüyor musunuz?" sorusuna, Aziz Nesin'in bir sözüyle cevap veren Belge, "Şiir genel olarak kafiyeli söz söylemek olarak anlaşılır. Aynı zamanda ve bir şekilde dışavurum aracıydı insanların. Kafiyeyi tutturduğun zaman da şiir yazıldığı sanılıyordu. Dolayısıyla da duyguları ve istekleri ifade etmenin ilk aracı olarak kullanılıyordu. Aziz Nesin’in meşhur Macaristan fıkrasındaki gibi… 'Bizde her üç kişiden ikisi şairdir' diyorlar, Aziz Nesin de 'O da bir şey mi' diyor, 'Bizde her üç kişiden dördü şairdir' dedi.
Cumhuriyet Kitap'tan Turhan Günay ve Eray Ak'ın sorularını yanıtlayan Murat Belge'nin cevapları şöyle:
“Şairaneden Şiirsele” bir edebiyat tarihi kitabı değil ama bir yandan bal gibi bir edebiyat tarihi kitabı. Salt- sizin deyiminizle söylüyoruz- bir “dedikodu kitabı” da değil ama diğer yandan evet, çok nahif ir dedikodu kitabı aynı zamanda. Adını nasıl koymak gerekir sizce? Ne demeliyiz ya da illa ki her şey demeli miyiz?
Bir süredir kendisi kişisel olmayan bir konuyu içine kişisellik katarak anlatmayı, işlemeyi sever hâle geldim. Bu biraz yaşın ilerlemesi ve anılardan bahsetme ihtiyacından da doğmuş olabilir tabii ama kişisel bir ihtiyacın ötesinde yine yaş ilerlemesiyle de bağlantılı olabilir. Artık bu memleketin eğpey görmüş geçirmiş kuşağından bir adamım, dolayısıyla da kitapta anlattıklarımın unutulup gitmesin diye daha nesnel diyebileceğim bir tarafı olduğunu da söylemeliyim. Salt başımdan geçenleri anlatayım derdiyle yola çıkmadım ama böyle bir refleks de vardı kitabı hazırlarken. Bu kitaple şiir üzerine, şairler üzerine yüz yüze yaşanmış olaylar, kimi hikâyeler anlamlı bir hâle gelebiliyor. Örneğin, Ece Ayhan’ın arkadaşlarını mahkemeye vermesine “Vay alçak!” demekten öte bir yorum ortaya koyabilmek, meseleye-meselelere diğer taraftan da bakılabilmesini sağlamak amacım.
Çalışma süreci nasıldı peki? Anıların içine tekrar girmek, o dünyada yeniden gezinmek ne hissettirdi size?
Çok hissetmedim bunu doğrusu. Oturup yazmaya başlayınca arkası geldi.
Kitabın kapsamını nasıl oluşturdunuz? Neydi kriterleriniz? Neye göre belirlediniz kitaba alacağınız şairleri? Tamamen kişiselliğe ve bire bir tanıdığınız isimlere mi yöneldiniz, yoksa belli bir dönem gözeterek mi ilerlediniz?
Cumhuriyet döneminin şiiri ve şairleri bu kitapta anlatılan. İkinci Yeni diye anılan şairlerin hemen hepsiyle oldukça yakın diyebileceğim ilişkilerin oldu. Dolayısıyla şiir anlayışlarıyla birlikte, anılarıyla da kitapta yer aldılar. Birçok önemli ve iyi şair var ki çeşitli nedenlerle onların şiirini yeterince izleyemedim. Bu kitap bir yandan çalışılan, bir yandan yazılan bir kitap değil. Hâlihazırda mevcut bir birikimin kağıda dökülmesinden ibaret. Dolayısıyla bazı isimler kitapta yer almıyor. Gülten Akın gibi bir isim yok mesela kitapta. Olması lazım… Kitaptaki şairler arasında Gülten Akın’ın da bir yeri var ama şimdi oturup Gülten Akın’ı en baştan okumam lazım ki onun üzerine de kitapta bir bölüm açabileyim. Bu yüzden böyle bir yola sapmayıp, zihnimdeki dökümü yansıtmaya çalıştım sadece.
Şiirle kurduğunuz ilişkiden bahsedelim… Tosun edebiyatı da dahil olmak üzere şiirle farklı bir ilişkimiz var toplum olarak. Bu ilişkinin zayıfladığını ya da güç, alan kaybettiğini düşünüyor musunuz? Bunun nedenlerini de öğrenmek isteriz…
Şiir genel olarak kafiyeli söz söylemek olarak anlaşılır. Aynı zamanda ve bir şekilde de dışavurum aracıydı insanların. Kafiyeyi tutturduğun zaman da şiir yazıldığı sanılıyordu. Dolayısıyla da duyguları ve istekleri ifade etmenin ilk aracı olarak kullanılıyordu. Aziz Nesin’in meşhur Macaristan fıkrasındaki gibi… 'Bizde her üç kişiden ikisi şairdir' diyorlar, Aziz Nesin de 'O da bir şey mi' diyor... 'Bizde her üç kişiden dördü şairdir' dedi...Şimdi anlatım olanakları açısından imkânlar da genişledi. Oğuz Aral bahsine bu kitapta değiniyorum. Biz insanlarla ilgilendiğimiz için karikatürcü oluyorlar demişti. Yoksa öyle bir karar vermiş değildiler; tiyatrocu, müzisyen ya da ressam da olabilirlerdi yölendirilselerdi. İlgilenildiği için o alana kayıyorlar. Şimdi gidebileceği yerler çoğaldı insanların. Mesela Birikim’i 1970’lerde çıkarırken gelen mektupların büyük çoğunluğunu şiir oluşturuyordu. Şimdi daha çok roman üstleniyor bunu. Yönlendirme ve ilgilenmeyle alakalı bir durum…
Dönemle de ilgili bir durum olsa gerek bu. Şimdinin lokomotif türü roman. Bahsettiğiniz dönemde siyasi akımlar da şairleriyle anılıyordu.
Evet. Mesela senaryo da o kadar fazla gündeme gelmiyor çünkü herkes yönetmen olmak istiyor. Kaleci adaylarının sayıca fazla olmayıp santrfor adayının çok olamsı gibi… Roman yazanların sayısında artık var tabii. Şiire göre üzerine çalışılması daha zor. Demek ki onca sayfayı doldurabilecek insan sayısı çoğaldı.
Bu noktada da neye roman dediğimiz devreye giriyor aslında. Sizin de kitapta üzerine gittiğiniz konulardan biri, neye şiir dediğimiz. Buradan devam edelim. Elimizdeki metni şiir yapan kim?
Manzumaden şiire geçiş de denebilir buna. Ama şimdi hem Türkiye’de hem de dünyada şiir büyük ölçüde rafa kalktı.
Toplumun şiire bakışının ya da alışageldiğimiz şiir formunun değişmesinin başat nedenleri neler sizce? Az önce de dediğiniz manzumeden şiire geçişin hikâyesini toplum ve toplumsal olaylar üzerinden nasıl okuruz?
Bu oldukça karmaşık bir konu Epey bir tarihi de var. On dokuzuncu yüzyıldan bakacak olursak benim manzumeden şiire geçiş dediğim şeyden meseleye bir olumluluk atfettiğim açık. Ama popülerite ve etkili olma gibi noktalardan baktığın anda, şiirin gerçek şiir olamaya başladığı zaman şiirin popüleritesini de kaybetmeye başladığı zaman oluyor. Kimse Edip Canzever’i vaktiyle Namık Kemal’in okunduğu kadar okunmuyordu.