Taraf yazarı Prof. Murat Belge, 88 yaşında hayatını kaybeden, Türkiye basını ve edebiyatının duayen ismi Çetin Altan'la ilgili olarak, "Sevgili Çetin Altan’ın ölümü, kendi başına, yeterince üzücü bir olay. Ama 'hayal ettiğim ülke bu değildi' diyerek ölmesi bunu daha da üzücü kılıyor" dedi.
Prof. Belge, "Çetin Altan bu ülkede 'önemli adam' olmakla 'değerli adam' olmak arasındaki farkı anlamış ve anlatmıştı. Tarih boyunca bir tür aydın düşmanlığı yaşadık; şimdi bunun içeriği biraz değişti, ama kendisi daha da keskinleşmiş olarak devam ediyor" görüşünü dile getirdi.
Murat Belge'nin Taraf gazetesinin bugünkü (24 Ekim 2015) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
Sevgili Çetin Altan’ın ölümü, kendi başına, yeterince üzücü bir olay. Ama “hayal ettiğim ülke bu değildi” diyerek ölmesi bunu daha da üzücü kılıyor. Türkiye, “hayal edilen ülke” olmamakta böylesine direnerek ne kadar çok sayıda aydınını, insanı hayal kırıklığı içinde uğurladı. Örneğin, Ruhi Su’yu son görüşüm Selimiye kışlasında olmuştu: “Aydınlar Dilekçesi” için askerî savacıya ifade vermeye gidiyorduk…
Çetin Altan bu ülkede “önemli adam” olmakla “değerli adam” olmak arasındaki farkı anlamış ve anlatmıştı. Tarih boyunca bir tür aydın düşmanlığı yaşadık; şimdi bunun içeriği biraz değişti, ama kendisi daha da keskinleşmiş olarak devam ediyor.
Altmışlı yılların sonlarında şöyle bir tanışmıştık Çetin Altan’la. Ama asıl tanışıklığımız yetmişli yıllarda, Sağmalcılar Cezaevi’nde başladı. Hapishane arkadaşlığı özel bir şey. Aramızda epey bir yaş farkı (bir “kuşaklık” fark) olmasına rağmen “senli benli” olmuştuk.
Sağmalcılar’da yazı makinesi yasak! Ona buna “dilekçe” yazıp çıkar sağlayan adamlar oluyor, onları engellemek için. Yalnız depo gibi bir odada bir makine var. Basın suçundan gelmiş olanların o odaya girmesine izin veriliyor. Kim bu basın “suçluları”? Çetin Altan, Doğan Koloğlu (biri yazar, öbürü “sorumlu yazı işleri müdürü” olduğu için), Alpay Kabacalı, Osman Arolat.
Cezaevinin sürekli bir dişçisi yok. Ama dolgu yapmak üzere diş delme âletini bir ayak pedalına basarak kullanan (bu âletle dişinizin oyulduğunu şöyle bir düşünün) Ermeni bir dişçi Pazar günleri geliyor ve o da bu odada çalışıyor. Şirin bir adam aslında.
Bu düzenlemeden haberimiz olunca bir de gardiyana “Dişim ağrıyor” deyip Pazar’ları bizim dostları görmek üzere oraya gider olduk (“Biz” dediğim Mehmet Sönmez’le ben). Onlar “Kaçakçılar Koğuşu”nda kalıyor, paralı, “itibarlı” koğuş olduğu için.
Silâh kaçakçılarına kaçırdıkları her silâh için ayrı ceza verilir. Onun için koğuşta 658 yıl, 824 yıl, 824 yıl vb. ceza almış adamlar var. Bu adamlar Çetin’in çevresine toplanıp “Çetin abi, sen çok cesur adamsın” diyorlarmış. Çetin ise Cumhurbaşkanı’na (o zaman Cevdet Sunay) hakaretten bir buçuk, iki yıl almış. “Yahu, sen 800 sene almışsın, bana ‘cesur’ diyorsun,” deyince, adamlar “Olsun, abi, sen devlete karşı çıkmışsın,” diyorlarmış.
Kontr-gerillada herkese soruyorlardı? “Nasıl sosyalist oldun?” Gelenlerin yüzde doksanının bu soruya “İlhan Selçuk’la Çetin Altan’ı okuyarak” diye cevap verdiğini öğrenmiştik. Mehmet bunu Çetin’e anlatınca, Çetin, “Ey, şimdi anlaşıldı niye buradayım!” dedi. Bir sonraki Pazar gene gittik; belli ki bunun üstüne düşünmüş: “Güzel şey tabii,” dedi, “okumuşlar benimsemişler. Ama hem ‘ondan öğrendim’ diyorsun, hem dediğimi yapmıyorsun, böyle de olmak ki.”
Evet, Çetin Altan kimseye “Gidin, gerilla savaşı başlatın,” demedi; ama 1965 seçiminde TİP’in 15 milletvekili çıkarmasında en büyük pay onundu. Türkiye gibi sağa yatkın bir toplumda bir buzkıran gibi iş gördü. TİP mitinglerinde Genel Başkan Mehmet Ali Aybar sondan bir önce konuşur, son sıra Çetin Altan’a kalırdı. Çünkü herkes bilirdi ki Çetin konuşup bitirince meydan dağılacak.
TİP kurulduğunda parti genel merkezi İstanbul’da, Vilayet’e yakın bir binadaydı. Sonra Ankara’ya taşınmak gerekti. Eşyaları (zaten derme çatma şeyler) toparladık, kamyona yüklüyoruz. Orta yerde kocaman bir çuval var. İçi tıklım tıklım Çetin Altan’a yazılmış mektuplarla dolu. Çetin Altan kendisi zaten bu mektuplardan bir seçme yapmış ve Onlar Uyanırken başlığıyla yayımlamıştı. (Ramazan Yaşar’ın kurduğu Ararat Yayınevi’nden). Çuvalı taşırken en üstte duran bir kartvizit dikkatimi çekti. O zamanlar yeni tanınmaya başlamış bir çevirmenin kartıydı bu. Bir yüzünde onun adı, adresi falan, öbür yüzünde şu yazı:
“Yaşam: hayat
“Yaşantı: hayat deneyimi”
O tarihlerde Çetin “yaşantı” kelimesini “hayat”ın “özTürkçe”si olarak kullanıyor, çevirmen arkadaşımız bu yanlışı düzeltiyordu.
Oysa Çetin Altan, bu toplumun tarihinde “yaşam”la “yaşantı”yı karıştırmaktan çok daha önemli işler yaptı, değişimler yarattı.
Boşuna sevmedik onu.