Murat Belge: Dink cinayetini aydınlatmak için onu sevmek gerekmiyor!

Murat Belge: Dink cinayetini aydınlatmak için onu sevmek gerekmiyor!

Murat Belge

(Taraf - 10 Mart 2012)

 

‘Adalet Çağrımız Var’ girişimi

 

Adının önüne “İslâmcı Aydın” sıfatı kondurulan bir grup insanın Hrant Dink davasıyla ilgili bir bildiri imzalayarak yayımladığını ancak bugün öğrenebildim. Cengiz Çandar’ın Radikal’deki yazısında imzalayanların listesini gördüm. İçlerinden bazıları benim de tanıdığım kişiler ve onların böyle bir şey yapmaları şaşırtıcı değil, kendilerinden beklenen bir eylem. Ben Cengiz’in verdiği listede otuz iki kişi saydım. “İslâmcı” kesimden çok daha fazla sayıda insanın böyle bir “girişim”in içinde bulunacağından şüphem yok. Ama her “girişim”in bir “başlatıcı” grubu olur. Cengiz Çandar gibi ben de bunu çok önemli, çok olumlu buluyor ve kutluyorum.

“İslâmcı” sıfatı telaffuz edildiğinde bundan tek bir şey anlayanlardan değilim. Bu sözü söylediğimizde, dünyada olsun, Türkiye’de olsun, sonunda milyonlarca insandan oluşan kitlelerden söz ediyoruz. “İdeolojiler”, homojen olmayı sever. Sever de, bunu bir türlü başaramaz, çünkü insan aklı durmaz, hayatta atılan her adım, o adımı şöyle ya da böyle atmanın daha doğru (örneğin, benimsenen ilkelere daha uygun) olacağına dair bir tartışmayı başlatma potansiyelini taşır. Her ideoloji, dinî ideolojiler de dâhil, yorumlanarak varolmak zorundadır. Dolayısıyla, her ideolojinin kendi içinde yelpazeler oluşur. Bazen –ya da “sık sık”– bir ideoloji içinde bir “renk” ya da “nüans”, o yelpazeden çok başka bir ideolojinin içindeki yelpazenin bir tonuyla daha yakın gibi de görülebilir –ya da sahiden öyle olabilir.

Türkiye’de şimdiye kadar bunlar olmuşsa da dikkat çekmedi, üstünde durulmadı, çünkü ideolojik topaklar, mümkün olduğu ölçüde, su ile zeytinyağı misali, birbirlerinden ayrı durmaya çalıştılar. Herhangi bir konuda benzer bir görüş oluşturabilecekleri akıllarına gelmedi ya da geldiyse bile bunun iyi bir şey olabileceğini düşünmediler, bundan kaçındılar. Her ideolojik grubun kendi sınırları içine çekilip kendi “safiyet”ini korumaya çalıştığı bir dünyada yaşıyorduk. Bu, fiilen mümkün olmadığı halde.

Türkiye’de Marksist solun “kendi içindeki” görüş ayrılıklarını, anlaşmazlıklarını, tartışma âdâbını, düşmanlıklarını bir düşünün.

Bugün dünya da değişti, önemli ölçülerde Türkiye de değişti. “Kamplar” gene var (zaten “kamp” olmayan bir dünya herhalde çok yavan bir yer olurdu): ama bunların “fay hatları” eskisinden epey farklı ve bunlara karşı alınan tavırlar da zaman zaman farklı olabiliyor.

Hrant Dink’in öldürülmesi gibi korkunç bir olay ve onu izleyen korkunç mahkeme süreci, genel ideolojisi ne olursa olsun, herkesi isyan ettirecek nitelikteydi. Diyelim ki biri Hrant’ın o yanlış metin yorumuna uygun bir söz söylediğine inanıyor; olabilir. Peki, o “biri”, bunu söyledi diye adam öldürmenin meşru olduğuna da inanıyor mu? Ne olur bunun sonu? Herkes, hoşuna gitmeyen bir söz söyleyeni kendi “cezalandırmaya” kalkarsa ne olur? Bu olmuş ve bunu oldurmak için çeşitli güvenlik kurumlarının içine uzanan bir şebeke çalışmışsa, Hrant’ın tam da bunları söylediğine inanan “biri” bu şebekeyi onaylamalı mı?

Başka bir deyişle, bizler, birçoğumuz, Hrant’ın arkadaşıydık, onu çok seviyorduk, onun için de bütün bu süreç içimizi burgu gibi oyuyor. Ama bu cinayeti ve bu “cinayeti örtme” sürecini lânetlemek için Hrant’ı bizim gibi sevmek gerekmiyor.

Somut bir durum karşısında ilkelerin gerektirdiği tavrı almaya başladığımızda, bunu, “bizim takım”ın “hissiyatı”nın önüne koymayı başardığımızda, bu toplumun sorunlarının en önemli kısmını çözmüş ve geride bırakmış oluruz.