'Taraf'tan ayrılanların geri gelmesini temenni ediyorum'

'Taraf'tan ayrılanların geri gelmesini temenni ediyorum'

 

Murat Belge
(Taraf, 8 Mayıs 2012)
 

1 Mayıs

 
1977’nin 1 Mayıs’ı özellikle bizim gazetede ciddi sarsıntılara yol açtı. Türkçede deyim vardır, “Papaza kızıp oruç bozmak” derler; Halil’e kızıp Taraf’tan ayrılmak bana, doğrusu, aşırı bir tavır gibi geliyor ve bu öfkenin durulmasını, “gidiyoruz” diyenlerin geri gelmesini temenni ediyorum.
 
1977’de olanların ne olduğuna dair yorum yapmakta benim ayağım çok sağlam yere basmıyor diyebilirim, çünkü malûm olay başlamadan yarım saat kadar önce meydandan ayrılmıştık. Ama böyle olaylarda, “olay yeri”nde olanlar da bütünsel bir görüş elde edemezler. İlk silâhların patladığı noktada olsaydım, ateş edenleri görüp tanısaydım bile, işin içinde tam olarak ne olduğunu anlayamazdım ki.
 
Şöyle bir ayrıntı biliyorum: Tatyana Moran, bu işlerden habersiz, kendi gibi yaşlı bir hanıma, şimdiki The Marmara, o zamanın Intercontinental Oteli’nin lobisinde randevu vermiş. Oturup çay içecekler, sabahleyin. Gelmişler ki, çayhane boş, daha doğrusu normal müşteri yok, ama birtakım adamlar bir şeyler yapıyor. Yaptıkları, birtakım kameralar yerleştirmek –bundan da “kriminel” bir hazırlık yok. Bizimkiler yaştan yırtmış; bir de belki yabancı şivelerinden. Müşteri kabul edilmiyormuş, ama, muhtemelen MİT’çi adamlar, “Tamam, canım, bir çay içip gitsinler” demiş, onlar da oturup bir çay içmiş, gitmişler. Vakit erken, henüz meydanda kimseler yok. Ama bu kısa süre içinde, orada hazırlık yapan adamlardan biri, “Biraz sonra burada neler neler olacak!” diye bir kehanette bulunmuş.
 
Bunları Tatyana Moran anlattı. Ama bu da, bütün ötekiler gibi, insanı bir kesin sonuca ulaştıracak bir şey değil.
 
O 1 Mayıs günü olup bitenler hakkında topladığımız bütün bilgiler, “Bu işi X yaptı” dememize yetmiyor. Ama bu, ortada bir provokasyon olmadığı anlamına da gelmiyor. Çünkü “provokasyon”, tanımı gereği, elle tutulur kanıtı bulunabilir bir şey değildir –çok acemice yapılmamışsa.
 
“Elle tutulabilir” olan, solun o günkü durumu.
 
“Çinci/ Moskovacı” kavgası falan olmadan, denilen yerlerden meydana ateş açılsa, gene benzer bir kaçışma, sıkışma, ezilme olmaz mıydı? Bence olurdu. Ama o zaman provokasyon açıkça sırıtırdı.
 
Provokasyon yapacak kişi, düşmanının durumunu inceler, yapacağı işi ona göre tasarlar. 12 Mart ertesinde, solun yükselmesi durdurulamamıştı. 1977 1 Mayıs’ı bu solun ne kadar gayrı ciddi, güvenilmez, daha doğrusu korkulması gereken bir varlık olduğunu kanıtladı. Bir provokasyon varsa, onu hazırlayanların amacı da herhalde bunu kanıtlamaktı. Bütün o nefret dili, şiddet düşkünlüğü, dayatma kültürü oradaydı. Bunları üreten de MİT veya Emniyet veya Genelkurmay değildi. Sol, kendi kendine bunları üretmişti yıllardan beri. 1977’nin 1 Mayıs’ına da böyle bir atmosferde giriyorduk.
 
“Derin devlet”i biliyoruz: bugünlerde yaptıklarına dair daha somut bilgiler de ortaya çıkıyor. Böyle bir atmosfer varsa, bunu kendi haline bırakmayıp büyük çapta bir tragedyaya dönüştürmek için birtakım komplolar planlamaz mı, “derin devlet” dediğimiz özne?
 
Benim bu konuda bilgiden çok mantığımla vardığım sonuç budur. Yani işin içinde “karanlık güçler” de vardır. Ama “karanlık güçler” olur, her zaman ve her yerde, olabilir. Önemli olan, onların işini kolaylaştıracak, hattâ onlara fırsat hazırlayacak ortamları yaratmamaktır. Provokasyonu devlet yapmış olabilir, ama ortamı sol belirledi.
 
Yalnız orada değil. Sonra yıllarca, bu olayın başlıca aktörü olan çizgilerin militanlarının, yaptıkları işin niçin doğru ve gerekli olduğunu savunduklarını gördüm ve işittim.
 
Bu belki 1 Mayıs’ın kendisinden daha etkili bir karşı-propaganda oldu, sol için. “Bir kazadır, oldu” denebilir, ama yıllarca “kaza değil, gereken buydu” diyen adamı ciddiye alamazsınız.