Murat Belge: Sol popülizm fikrine karşı değilim

Murat Belge: Sol popülizm fikrine karşı değilim

Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, popülist ideolojileri nesnel gerçekliklerden yoksun bulduğunu ve bunun sol düşünceye de zararlı olduğunu ama buna rağmen sol popülizm fikrine karşı olmadığını yazdı.

Belge, Popülizmin, siyasetçilerin halkla ilişki kurma yöntemlerinden biri olduğunu ama halkı anlayabilecek entelektüel donanıma sahip insan sayısının az olduğunu vurguladı. Belge yazısına şöyle devam etti:

Bu, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri içinde yaşadığımız siyaset felsefesinin ve tabii düzenin kısa bir özeti. Şevket Süreyya söyledi diye aklımda kalmış, “Halk için, halka rağmen” siyaseti.

Bu “halk”, sonuçta, var –hani öğrenciler olmasa okulları iyi yönetecek eğitici gibi, siyaset adamı da bu “halk”ın varlığını bir şekilde hesaba katmak zorunda. “Halk” varsa, istekleri, beğendikleri, beğenmedikleri, bütün bu özellikleriyle var. Bunlar yanlış şeyler de olabilir, ama var…

O zaman, o “azınlık” karşısına bir “çoğunluk” çıkıyor. Bu sefer “doğru fikirler” arka plana kayıyor, “çoğunluğun talepleri”, “çoğunluğun hoşnutluğu” gibi kavramlar öne çıkıyor. Demokrasi de, son analizde, bir çoğunluk kavramına dayanan bir sistem.

 

Murat Belge’nin Taraf’ta “Siyasette popülizm” başlığıyla yayımlanan (3 Şubat 2015) yazısı şöyle:

 

Yunanistan’da seçim, SYRİZA, Yunan solu gibi konulara girince, yazılan yazılarda birkaç kere olsun, “popülizm” kavramı geçmesin olmaz. Tabii popülizm ne Yunanistan’a özgün bir şey, ne de solla sınırlı. Her yerde var ve her siyasî çizginin kendi “popülizm yapma” yolları belirlenmiş. Popülizm, siyaset adamının toplumla ilişki kurmasının belli başlı yöntemlerinden biri.

Siyasetin ezelden beri iki kutbu var: biri, Fransız Devrimi ile adını bulan (yani “Jakobenizm”) “doğru fikirler” kutbu. Doğru siyaset için toplumu iyi tanımak, toplum için neyin iyi olduğunu bilmek gerekmiyor mu? Gerekiyor. Bunları bilmek için gerekli “entelektüel donanım” herkeste yok. Olamaz da. O halde toplumu bu düzeye yükselebilmiş az sayıda kişi, yani seçkin bir azınlık yönetmeli.

Bu, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri içinde yaşadığımız siyaset felsefesinin ve tabii düzenin kısa bir özeti. Şevket Süreyya söyledi diye aklımda kalmış, “Halk için, halka rağmen” siyaseti.

Bu “halk”, sonuçta, var –hani öğrenciler olmasa okulları iyi yönetecek eğitici gibi, siyaset adamı da bu “halk”ın varlığını bir şekilde hesaba katmak zorunda. “Halk” varsa, istekleri, beğendikleri, beğenmedikleri, bütün bu özellikleriyle var. Bunlar yanlış şeyler de olabilir, ama var…

O zaman, o “azınlık” karşısına bir “çoğunluk” çıkıyor. Bu sefer “doğru fikirler” arka plana kayıyor, “çoğunluğun talepleri”, “çoğunluğun hoşnutluğu” gibi kavramlar öne çıkıyor. Demokrasi de, son analizde, bir çoğunluk kavramına dayanan bir sistem.

Böyle iki kutup saptıyoruz, bunlar tarih boyunca olmuş. Ama birbirlerine hiç karışmamış değiller. Birbirleriyle her zaman bir aldıkları verdikleri olmuş.

Popülizm aynı zamanda bunları birbiriyle uzlaştırmanın yollarından biri. Seçim, parlamento gibi uygulamalar ortaya çıktı çıkalı, “Jakoben” dediğimiz eğilim, kendini sevimli kılmak zorunda kaldı. Öte yandan, “popülist önder”in “doğru fikir”le ilişiği kesilmiş değil. Zaten, “doğru fikirler”ini “geniş kitleler”e kabul ettiren ve onaylatan kişiler “popülist önder” oluyor. İşin tuhafı, böyle bir durum gerçekleştiğinde, bu “doğru fikir” sahibi önder artık “seçkin azınlık”a da ihtiyaç duymaz hale geliyor; artık bir kitle var, bir de kendisi. Gerisi, hizmet erbabı.

Bütün bu saydıklarımın görece iyi ve görece kötü örnekleri oldu, görüldü. Biz, bu memlekette, genellikle daha kötülerini gördük. Ama bu, daha iyisi olmaz anlamına da gelmiyor.

Onun için ben bir “sol popülizm” fikrine karşı değilim. “Fikrine” diyorum; bunun uygulamada aldığı biçimlerden bazıları çok sakil de olabilir. Onun da örneği çok.

Sol siyasette belirli bir dozda popülizm olmasının biraz da bir zorunluk olduğunu savunanlardan biri, Ernesto Laclau idi. O bunu, dünyadaki hiçbir toplumda, Marksist teoride “burjuva demokratik” diye sınıflandırılan sistemi tam olarak gerçekleştirmiş toplum bulunmamasına bağlıyordu. Bu nedenle, sosyalizm için yürütülecek mücadele bütün bu tamamlanmamış demokratik düzenle ilgili mücadelelerle birlikte, onlarla iç içe geçmiş olarak yürütülmek durumundaydı (sözgelişi, Türkiye’de Kürt halkının haklarıyla ilgilenmeyen bir sosyalist mücadele olabilir mi?). Bu da, geniş ve heterojen bir talepler listesini uyarlı ve tutarlı bir bütün içinde savunacak ideolojik eklemlenmeler yapılmasını gerektiriyor.

Bence daha da önemlisi, doğrudan insan yaradılışıyla ilgili. İnsan, duygularını, düşüncelerini benzersiz bir yumak halinde bileştirmiş, karmaşık bir yaratık. Bu karmaşık mekanizma yalnızca akılcı genellemeler ya da formüllerle işlemiyor.

Şöyle diyeyim: dünya görüşü düzeyinde, “popülist” denebilecek bir ideolojiyi sakıncalı bulurum, çünkü böyle bir bakış, maddî ve nesnel süreçleri kavramakta da, değerlendirmekte de, yetersiz kalır. Nesnel gerçeklikten kopuk talepler ya da iddialar vb., sonuçta, sol siyaset için zararlıdır. Ama somut siyasetin yürütülmesine, “popülist” diyeceğimiz ögeler, tavırlar vb. zorunlu olarak karışır.

Bunu arada bir işlemeye devam edeceğim.