Murat Belge: Toplumu dünyaya rezil etme yetkisi kimseye verilemez

 Murat Belge: Toplumu dünyaya rezil etme yetkisi kimseye verilemez

Taraf gazetesi yazarı Prof. Dr. Murat Belge, Twitter’ın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “kökünü kazıyacağız” açıklamasının ardından kapatılmasıyla ilgili, " Bu kepazelik, bu ülkede de birilerinin umurunda --kimse böyle rezil olmak istemez! Onların umurunu hiçe sayma yetkisini nereden alıyor Başbakan? Bu, herhangi bir “oy” oranıyla elde edilecek bir yetki değil. Dünya âlem karşısında toplumu rezil rüsva etme yetkisi kimseye verilemez” dedi.

Murat Belge, Başbakan’ın Twitter’la ilgili sözlerini “İftiraya uğramış’ bir insanın şaşkınlıkla karışık öfkesi olarak yorumlamak da kolay değil. Çünkü o durumda bir insan böyle haldır huldur savcı, polis kovalamaz, twitter kapatmaz. Stratejini ‘susturmak’ üstüne kuruyorsan, yüksek sesle söylenmesini istemediğin şeyler olmalıdır. Karşısındakinin yalan söylediğine inanan kişi başka herkesin de o yalanı işitmesini, yalan olduğunu anlamasını ister” şeklinde yorumladı.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (23 Mart 2014) nüshasında yayımlanan, “Şöyle de, böyle de dediler” başlıklı yazısı şöyle:

 

Şöyle de, böyle de dediler

 

Ve Başbakan Twitter’ı kapattı. Kapatırken “Uluslararası camia şöyle der, böyle der, hiç umurumda değil,” demişti. Gerçekten de, uluslararası camia şöyle de dedi, böyle de dedi. Ama hiç kimse çıkıp da Başbakan’ı onaylayan bir söz söylemedi.

Söyleyemezdi. Bu davranış, Başbakan’ın gitgide sıklaşan “şirazesinden çıkma” söz ve eylemlerinin şimdiye kadar tırmandığı en yüksek zirve oldu. Sivil Toplum örgütleri arasında saygıdeğer bir yeri olan Sınır Tanımayan Gazeteciler, “Türk hükümeti kendini kaybetmiş” diyerek açıklamış durumu. Doğrusu, ben de aynı teşhisi koyuyorum. Çünkü söylenecek iki şey var, biraz birbiriyle çelişen iki nokta: bir yanda bu yasağın amaçladığı toplum, hayat biçimi, siyasî rejim vb. duruyor; öbür yanda ise kofluğu, uygulanamazlığı, etkisizliği vb. Nitekim yasak geldi ve bazı AKP’liler --başta Cumhurbaşkanı-- “tweet”lerini attılar. Atılan tweet sayısı rekor kırdı ve yasak-öncesi günleri sollayıp geçti. Bütün bunlar da olayı aynı zamanda bir mizahî olay kılığına soktu.

Ama işin bu yanının gülünçlüğü öbür yanının korkunçluğunu örtmeye yetmiyor. Başbakan istediği yere varamadı (ve bence zaten hiç varamayacak), ama varmak istediği yer korkunç. Yetersiz de olsa, biçimsel de olsa, demokrasi taklidi yapılan bir ülkenin yasaları ve yapılarıyla çevrili; bunları aşmak, değiştirmek, bir tür padişahlık kurmak istiyor, ama kolay değil. Onun için mahkeme kararıyla kavga ediyor, “Ben dinlemem!” diye dayılanıyor; “twitter mwitter” kapatıyor, her şeyin kökünü kazıyor. Komik ve korkunç, tuhaf bir bileşik durum çıkıyor ortaya.

Dolayısıyla “Türk hükümeti [bu, tabii, “Başbakan” anlamına geliyor] kendini kaybetmiş” cümlesi durumu özetliyor. En azından Gezi ile başlatabileceğimiz bir süreçte Başbakan günden güne kendini kaybetti. Mitinglerinde kendinden emin bir tavır takınmaya çalışıyor, takınıyor da. Ama söyledikleri ve yaptıkları, gerçekten kendinden emin bir kişinin sözlerine ve işlerine benzemiyor. Oradan baktığımızda, “çırpınma”, “debelenme” gibi kelimelerle anlatılacak bir hareket tarzı görüyoruz.

Gezi’ye karşı takındığı tavırda ön planda öfke vardı: “Vay! Bana mı? Bana ha?” inceliğinde bir öfke. Bu öfke katlanarak devam ediyor; ama yolsuzluk kasetleri ortaya çıkalı beri öfkenin içine karışan bir de telâş var. “Onlar onu yapmadan önce ben bunu yapayım” tarzında bir telâş. Bu telâşla binlerce insan yerinden edildi, filan, izlediğimiz, gördüğümüz olaylar. Herhangi bir usule, teamüle uymayan uygulamalar. Bunları da, serinkanlı, ne yaptığını bilen bir insanın düşünerek yaptığı işler olarak görmek kolay değil.

“İftiraya uğramış” bir insanın şaşkınlıkla karışık öfkesi olarak yorumlamak da kolay değil. Çünkü o durumda bir insan böyle haldır huldur savcı, polis kovalamaz, twitter kapatmaz. Stratejini “susturmak” üstüne kuruyorsan, yüksek sesle söylenmesini istemediğin şeyler olmalıdır. Karşısındakinin yalan söylediğine inanan kişi başka herkesin de o yalanı işitmesini, yalan olduğunu anlamasını ister.

Ve dinmek bilmeyen o öfke. Gezi sırasında olduğu gibi, gene bütünüyle “kişisel” olduğu izlenimini veren bir öfke. Gene o, “Vay! Bana ha?” tonu. Dün de yazmıştım: “umurumda değil” sözüyle açığa vurulan o kişisellik. İşte, bugünkü gazeteler, Başbakan’ın umurunda olmayan o uluslararası tepkilerin haberleriyle dolu, demeçler, karikatürler vb. Bununla, şimdiye kadar hiç toplamadığı ilgiyi toplamış Türkiye. Bu kepazelik, bu ülkede de birilerinin umurunda --kimse böyle rezil olmak istemez! Onların umurunu hiçe sayma yetkisini nereden alıyor Başbakan? Bu, herhangi bir “oy” oranıyla elde edilecek bir yetki değil. Dünya âlem karşısında toplumu rezil rüsva etme yetkisi kimseye verilemez.