TÜSAİD toplantısıÇetin Altan’ın çok yerinde bulduğum ayrımı, “önemli” adam mısın, “değerli” adam mısın, bizim siyasî kültürümüzün temel direği olmaya devam ediyor. “Değerli” takımındansan, senin lafını kimse dinlemez. Bütün militarist kültürlerde böyledir: Goethe, Beethoven iyidir, ama dediğini yapmak için değil, “Alman ırkının çıkardığı dahiler” diye övünmek için. Böyleleri bizde zaten pek yok. “Önemli” olmanın ölçüsü ise yakın zamanlara kadar “rütbe” idi. Genel hiyerarşide nerede duruyorsun? Kimin plaka numarası kaç, kim kimin arkasından yürüyecek, o nedenle bunlar bizim kültürümüzün çok önemli parçaları.Şimdiki iktidarın da kendine göre hiyerarşisi vardır mutlaka, ama orada önemli bir belirleyici de “Müslüman” olmak, “Bizden mi?” meselesi önemli mesele olmalı.Yakın zamanlarda “para” da önem kazanmaya başladı. “Hep öyle değil miydi” diye sorabilirsiniz. Bir düzeyde ve hayatın belirli alanlarında öyleydi tabii, ama resmî skalada paranın ve para sahibinin, yani “işadamı”nın yeri çok gerilerdeydi. Marx burjuvazi için “egemen sınıf” demişti ama biz Marx’ı zaten hiç dinlemediğimiz için onun bu saptamasına da kulak asmamıştık. Hâlâ da, bizim buralarda, burjuvazinin öyle “egemen” olduğu falan yok. Ama eskiye göre statüleri bir hayli yükseldi; bunun böyle devam edeceğini de tahmin edebiliyorum.Dolayısıyla, sabah gazeteye bakıp TÜSİAD toplantısında konuşulanları görünce, bugünlerde eksikliğini fena halde hissettiğim iyimserlik biraz kıpırdanıyor içimde. Bu söylenen sözler, hükümete yönelen eleştiriler de dâhil, akılcı ve gerçekçi şeyler.Sedat Aloğlu diye, benim pek tanımadığım, ama bir dönem DYP’den milletvekili olduğunu öğrendiğim biri, çok önemli sözler söylüyor: “1) Çözüm aşamasında İmralı’nın görüşmelere katılması. 2) Anayasa’ya ‘bu ülkeyi Türkler ve Kürtler kurdu’ maddesinin eklenmesi tartışmaları. 3) Bölgesel özerklik.” Bunlar muhtemelen en cesur ve çarpıcı sözler ama özellikle Milliyet’ten izleyebildiğim başka konuşmacılar da son derece aklı başında öneriler getirmiş. Bunlarla baştan sona hemfikir olmak gerekmiyor; nitekim, örneğin Aloğlu da “yapılsın” diye değil “tartışılsın” diye sıralıyor önerilerini. Evet, hepsi tartışılmalı, neyin yapılabileceği bu tartışmalardan çıkmalı.İşadamları dünyaya “çıkar” açısından bakmayı temel alışkanlık haline getirmiş kişileridir. “Çıkar” denince de, kendilerinin, gruplarının çıkarları önde gelir. Bunlar hep bildiğimiz, sıradan şeyler. Ama aynı zamanda, bu insanlar bulundukları ülkenin geleceğine en ciddi yatırımı yapmış olan kişilerdir. Birtakım hamasî gerekçelerle o geleceği herkes için karartacak işler yapılıyorsa, herkesten önce işadamının antenlerinin harekete geçmesi de doğaldır. Bakın, Milliyet’te Murat Sabuncu’nun aktardığına göre Kayserili ve hükümete yakın diye tanınan bir işadamı İsrail’le işleri olduğunu söylüyor ve “Bu ülke ile ilişkiler onarılmalı. Buna TÜSİAD öncülük yapsın” diyor. Bu, neredeyse İsrail’e savaş ilân edecek bir hava yaratanların tavırlarından çok daha akılcı bir yaklaşım değil mi? O ülkeyle iş ilişkisi olması olayın bütününe daha serinkanlı bakabilmesini sağlıyor.Bu toplantıda söylenenlerden biri de şu: “Demokratik Açılım’a sivil toplum örgütleri olarak bizler sahip çıkmalıyız. Bunun için yol haritasını bizler hazırlayalım.” Evet, olması gereken bu. Hem de asıl olması gereken bu. “Demokrasi”, “barış”, içi boş kelime olarak değil, somut hedef olarak, herkesten önce sivil toplumun derdi, sorunudur. Zaten öteden beri bu alanda ve her alanda bunu savunan sivil toplumdu. “Demokratik Açılım” ibaresini hükümet kullandı diye proje onun projesi olmadı (nitekim eli yanınca da bırakıverdi). Konunun asıl sahibi olarak sivil toplum bu hedeflere yönelik çalışmalara girmeli, bu arada tabii TÜSİAD da elinden geleni yapmalı, bu enerjiyi ve bu cesareti göstermeli. Bir avuç savaş çığırtkanına teslim olacak kadar zayıf değiliz.Murat Belge, Taraf