Yeniçağ yazarı Murat İde, AKP'yi kastederek 'Bu rezillik benim' başlığıyla bir yazı kaleme aldı.Yazar, doların yükselmesine ilişkin," Memlekette köprü ücretlerini, tünel ücretlerini Amerikan Doları'na endekslediğim için, bugünkü ABD küstahlığının Dolar'ı tırmandırmasına söz edecek yüzüm yok" dedi.
"Yukarıda sıraladığım rezilliklerden dolayı söz söyleme hakkımı kaybettim" diyen İde yazısını şu şekilde devam ettirdi: "Papaz Brunson, Suruç'tan 15 Temmuz'a her melanetin içinde elini kolunu sallayarak çalışırken, emrimdeki istihbarat örgütünü muhalif kovalamakta kullandığım ve görmez hale getirdiğim için, bugün Amerika'nın Papaz'ına da laf edecek yüzüm yok."
İde'nin Yeniçağ'da yayımlanan yazısı şöyle:
"Amerika'nın çevremizi de cehenneme çeviren Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş Başkanı "Ben" olduğum için, bugün ABD ile yaşanan krize dair söz söyleme hakkım yok..
Irak'ta on binlerce Müslüman kadına tecavüz eden Amerikan askerleri ülkelerine sağ salim dönsünler diye dua eden "Ben" olduğum için, yaptırım krizine dair söz söyleme hakkım yok..
Danışmanım benim için Amerikalılara "Süpürmeyin, kullanın" diyecek kadar arsız olduğu için, ABD'nin küstahlığına edecek sözüm yok..
Memlekette köprü ücretlerini, tünel ücretlerini Amerikan Doları'na endekslediğim için, bugünkü ABD küstahlığının Dolar'ı tırmandırmasına söz edecek yüzüm yok..
Amerikan şirketi ve devletinin, 8 sayfalık şeker raporunu emir telakki edip, 80 yıllık millî servet 'Şeker Fabrikaları'nı haraç mezat sattığım için, ABD'ye laf etmeye mecalim yok..
Askerimizin başına çuval geçirdiklerinde dahi, nota vermeyip, üstüne de "Müzik notası değil bu" diye milletim ve onuruyla alay ettiğim için, Bakanlarıma uygulanan yaptırıma itiraz etmeye hakkım yok..
Trump seçildiğinde, emrimdeki medya "Heyyoooo Trump Reyiz Kazandı" diye çığlıklar attığı için, geri adım atıp yaptığını kınamaya dermanım yok..
Papaz Brunson, Suruç'tan 15 Temmuz'a her melanetin içinde elini kolunu sallayarak çalışırken, emrimdeki istihbarat örgütünü muhalif kovalamakta kullandığım ve görmez hale getirdiğim için, bugün Amerika'nın Papaz'ına da laf edecek yüzüm yok..
Dolayısıyla soruyorlar;
-Papaz olayı ile ilgili ne düşünüyorsun?
Ben ne düşüneceğim.. Yukarıda sıraladığım rezilliklerden dolayı söz söyleme hakkımı kaybettim..
Gidin, bunların hiçbirini yapmamış olan iktidara sorun..
Söz hakkı onların..
Emperyalik-memperyalik, nasılsa uydururlar bir şeyler..
Kurumsallığın adını sevmek...
Yıl 2007'diydi.. Ankara Sanayi Odası Başkanı Zafer Çağlayan'ın siyasete gireceği konuşuluyordu.. Genel beklenti, CHP ya da MHP'den aday olacağıydı..
Ancak Çağlayan herkesi şaşırttı ve Ak Parti'den aday oldu..
Haftasonu Tayyip Erdoğan'a "Tamam" demişti ve Pazartesi günü Ankara'daki tüm reklam panoları, köprüler Zafer Çağlayan afişleriyle doluydu..
Ankaralılar reklam panolarından, Türkiye de reklam panolarının haberini yapan medyadan öğrendi..
Ancak öğle saatlerinde bir gariplik oldu.. Zafer Çağlayan'ın kendi hazırlattığı afişler, asıldığı gibi, bir anda söküldü..
Medya binaları hareketlendi ve şu soruya yanıt aramaya başladı;
-Zafer Çağlayan adaylıktan vaz mı geçti?
Hayır.. Çağlayan adaylıktan vazgeçmemişti.. Devreye "Kurumsal kararlılık" girmişti..
15 Temmuz'da şehit olan Erol Olçok, partinin kurumsal kimliğinin tam anlamıyla bekçisiydi..
Bir "Kurumsal Kimlik" çalışması yapılmış ve parti iletişiminin patronu Olçok'a emanet edilmişti..
Sabah Ankara cadde ve sokaklarında afişleri gören Olçok talimat vermişti;
-Kurumsal kimliğimize uygun değil.. Derhal sökülsün.. Yenisini yaparız..
Oysa biliniyordu ki Zafer Çağlayan'ı güçlükle ikna etmişti Tayyip Erdoğan.. Ve bu kadar kıymet verdiği birinin afişlerini sökmek, geleneksel ruh halimize göre riskti..
Öyle olmadı.. Zafer Çağlayan'ın "Ne oluyor kardeşim" seslenişi yankı bulmadı ve Erdoğan bu konuda iletişim ekibinin patronluğunu işaret etti..
Bunu niye anlattım..
Bir kurumun, kurumsal kimliğe kavuşabilmesi için, sadece en yetkili ismin kararlılığı yetmez..
Bu kararlılığa gerekli saygı gösterilmez ise şu ya da bu gerekçe ile yara alır..
Herkes kendine göre bir görsel hazırlatır, herkes kendine göre bir slogan kullanırsa, der ki iletişim bilimi;
-Kamuoyu o kimliği okumakta zorlanır..
Zorlanmanın ötesinde, yazı karakterinden rengine, ölçüsünden tonlamasına, kurumu anlatan bir dil haline dönüşmez.. Bu da, bir sürü iş yapıp, patinaj yapmak anlamına gelir..
İyi niyetle de yapılabilir bu hata cahillikle de.. Önemli olan sonucu..
İletişim bilimi, özellikle siyasette, ortak bir dilin, ortak bir kimliğin şart olduğunu söyler..
Bunu sağlamanın yolu da o "Kurumsal Kimliğe" sadakatten geçer.. Hem kimliğe hem işleyişe..
Siz hiç Obama'nın "DEĞİŞİM" sloganını "DEĞİŞTİM" diye kullanan Demokrat Parti'li gördünüz mü?
Veya Ak Parti'nin renklerini beğenmeyip, eflatun görseller hazırlayan, üzerine "Kalp", "Çiçek", "Böcek" falan yaptıran bir partili gördünüz mü?
Göremezsiniz..
Görseydiniz zaten bugün ortalarda Ak Parti'yi görmezdiniz..
Dolayısıyla, hata iyi niyetle yapılmış olsa da ciddi sonuçlar doğurur..
Kurumsal kimlik için harcanan emek ve amaca saygı, bir mecburiyettir..
Çünkü bu konudaki en kararlı kişi, o kurumun en üst ve en yetkili sesidir..
Kurumsal olarak temsil önceliği vardır..
Bu konuda yapılabilecek bir hata öncelikle ona saygısızlıktır..
Ve eğer bu bir hata değilse de, başarıya götüren tek etken değil belki ama en önemli etken olan kurumsal kimliği taciz, başarısızlığın yoluna döşenen sivri uçlu bir taştır..
Buna sadece Kurumsal Kimlik kararını veren ve sonuna kadar da savunan karar mercii değil, herkes uyarsa sonuç alınır.. Aksi, bugün artık her şey olan iletişime göre zarar vermektir..
Herkesin her şeyi bilmek gibi bir mecburiyeti yoktur.. Böyle bir gücü de.. Bu bir gerçek..
Ama herkesin, en üst seviyede verilmiş bir karara saygı duyabilecek ve gereğini yapabilecek bir aklı vardır..
Bu da bir başka gerçek.."