PKK üyelerine telsizle seslenen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan, 'öz yönetim ilanlarının HDP'nin oylarını pek de azaltmadığını, bazı yerlerde artırdığını' söyleyerek "Bu, demokratik özerkliğin halkımız tarafından benimsendiğini göstermektedir. Buralarda psikolojik savaş, katliam ve tehditler sonuç almamıştır; halkımız özgürlükte, demokraside ve özellikle de demokratik özerklikte ısrar sahibidir" dedi.
Karayılan, "Temsil ettiğimiz değerler, üzerinden yükseldiğimiz temeller, içinde bulunduğumuz süreç, Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durum ve mücadelemizin bugün ulaştığı düzey gösteriyor ki, kazanacak olan biziz. Halkımız devrim aşamasındadır. Dolayısıyla bu tehdit ve şantajlarla bize geri adım attıramazlar" diye konuştu.
ANF'den Deniz Kendal'ın haberine göre, PKK telsizinden konuşan Karayılan, şunları söyledi:
“Bilindiği gibi Kürdistan Özgürlük Mücadelesi Kuzey Kürdistan’da bir yükseliş sürecini yaşıyor. Sömürgeci Türk devleti bu yükselişten ciddi anlamda ürkmektedir. Özellikle HDP’nin 7 Haziran’da yaptığı çıkışı hesap etmemişlerdi. Onlar ‘yüzde 10 barajını kimse aşamaz’ diye düşünüyorlardı ama 7 Haziran’da aşıldı. Bu, onların Kürdistan Özgürlük Mücadelesine dönük olan hesaplarını altüst etti. Bunun yanı sıra, Rojava Devrimi de AKP’nin her türlü engelleme ve ezme çabalarına karşın boğulmadı, başardı ve Uluslararası Komplonun Özgürlük Hareketi’nin etrafında ördüğü bariyerleri deldi ve aştı. Özellikle 15 Haziran’da elde edilen Girê Spî zaferiyle bu gerçeklik çok daha göz önüne geldi ve Rojava Devrimi uluslararası bir pozisyon kazandı. İşte bütün bunlar Türk sömürgeciliğini korkuttu ve Kuzey ile Rojava’da yaşanan bu büyük gelişmeleri engelleyebilmek için sistem içi etkin güçler arasında bir ortaklaşma ve yeni bir konsept geliştirme çabasına yöneldi.
Bu konsepte göre Kürdistan Özgürlük Mücadelesine ve Türkiye sol hareketlerine karşı yeni bir adım atılması gerekiyordu. Bunun için tek partili bir hükümet lazımdı. Bununla hem içeride hem de dışarıda Kürt Özgürlük Mücadelesini durdurmayı hedefliyorlardı. İşte bunun için Türk devleti içerisinde bazı derin kanatlar ile AKP-Erdoğan ittifak yaptılar. Bunların geliştirdiği bu ittifakın esas aldığı konsept gereği yeniden seçimlere gidilmesi, PKK’ye karşı savaş ilan edilerek bu savaşta darbe vurulması, Türkiye sol hareketlerinin ürkütülmesi, Kürt halkının sindirilmesi; bu temelde Kürt Özgürlük Hareketi’nin ezilmesi suretiyle HDP’nin tekrardan baraj altına düşürülmesi ve AKP’nin yeniden iktidar olması gerekiyordu. Rojava’ya dönük ise stratejik bir şekilde diplomatik ve siyasi saldırılar geliştirmek ve tehditlerle devrimin öncü güçlerini terör listesine almayı planlıyorlardı. Yani bu konsept uluslararası alanda Rojava Devrimi’ne karşıtlık yapmayı, bununla dış dünyayla ilişkilerini kesmeyi gerektiriyordu. Bunun için öncelikle 22 Temmuz’da ABD’nin tüm isteklerini kabul ettiler ve İncirliği ABD uçaklarına açtılar, 23 Temmuz’da bu konseptte karar kıldılar ve 24 Temmuz’da ise bize karşı savaş ilan ettiler.“
“Bu konseptin devreye girmesi üzerinden 3 buçuk ay gibi bir zaman geçti. Ne oldu, ne olmadı, bunun muhasebesinin yapılması gerekiyor:
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, Türkiye ve Kürdistan’da yapılan 1 Kasım seçimleri normal bir seçim değildi. Bahsettiğim bu konsept temelinde yapıldı. Korku yaratmak, kaos geliştirmek, tehdit ve şantajlara başvurmak ve hile yapmayı esas aldılar. Hatta tüm Türkiye toplumunu sindirebilmek için başkent Ankara’da barışsever insanları katlettiler, 102 kişiyi şehit ettiler. Suruç’ta da aynı yönteme başvurmuşlardı. Yani Türkiye’yi bir tazyik altına aldılar ve aynı zamanda Kürdistan’da da seçim koşullarını ortadan kaldırdılar. Her tarafa polis ve asker doldurarak savaş havasını yarattılar ve silahların gölgesinde seçimlere gitmeyi, bu temelde HDP’yi yüzde 10’un altına düşürmeyi amaçladılar. Eğer HDP’yi yüzde 10’un altına düşürebilseydiler, elde edecekleri milletvekilleriyle anayasayı ve tüm kanunları istedikleri gibi değiştirebileceklerdi. Bu nedenle sonuçlara baktığımızda; AKP’nin devletin bütün baskıcı gücünü ve diğer bütün imkanlarını kullanmasına rağmen istediği sonucu alamadığını görüyoruz.”
“AKP normal bir parti değildir. Kendi çizgisi, eğilimi ve sürekliliği hedefleyen amacı vardır; kendine ait bir rejimi egemen kılmak istemektedir. Bunun için bu 13 yıldır çalışıyor; oligarşik bir diktatörlük kurmuş durumda. Kendi medyasını örgütlemiş, ekonomisini örgütlemiş, yeşil sermayesini oluşturmuş. Bürokrasinin hepsini ele geçirmiş. Polisi ve yargıyı ele geçirmiş. Zaten Gülen Cemaati’yle çatışmaları bu halka üzerinden yaşandı. Devlet kurumları içinde egemenlik mücadelesi verdiler. İşte 13 yıldır bunların hepsini geliştirdiler ve bu temelde seçime gittiler. Bu tarz yöntemlerle seçimlere giden tüm rejimler sonuç alabilir. Bu konuda Türkiye’nin mevcut durumu Mısır’la büyük benzerlikler arz etmektedir. Mısır’da eskiden bir diktatör olan Enver Sedat üst üste yüzde 60-70 gibi oranlarla seçimleri kazanarak sürekli ülkeyi yönetirken; o öldürüldükten sonra yerine geçen yardımcısı Hüsnü Mübarek de 30 yıl boyunca aynı şekilde hep seçimleri kazanarak bu diktatörlüğü devam ettirdi. Yani bu diktatörlüklerin hepsi seçimlerle oluyordu. Dolayısıyla seçim yapmak ve o seçimi kazanmak demek diktatörlük sistemi olmadığı anlamına gelmiyor. Şimdi AKP de buna benzer bir rejim geliştirmiş durumda. Buna AKP Rejimi diyebiliriz. Özünde bu oligarşik bir diktatörlüğü ifade ediyor. Seçimlerle kolay kolay yenilebilecek bir şey değil bu. Çünkü ülkenin ve devletin bütün imkanlarını elinde barındırmaktadır.”
“Ancak bütün bu imkanlarla Kürt halkının üzerine gitmesine rağmen HDP’yi barajın altına bırakma hedefine ulaşamadı. Yani o kadar katliama ve zulme rağmen amacına ulaşamadı, HDP barajı aştı. Bu sıradan bir konu değildir. Bu durum, önemli bir durumdur. Seçim çalışmaları yapamamasına, büyük bir baskı olmasına, her anlamda hedef alınmasına rağmen HDP’nin aldığı bu sonuç, tamamıyla Kürt halkının iradesini ortaya koymuştur. Burada halkımızın ve gerillanın direnişi önemli rol oynamıştır. Yani bu sonuç şehitlerimizin kanıyla elde edilmiştir. Yoksa kimsenin seçim çalışması yapabileceği bir ortam yoktu. Miting bile yaptırmadılar, herkesi tehdit ettiler. Dolayısıyla alınan bu yüzde 11’e yakın oyun hepsi Kürt halkının ve dostlarının direnişini işaret ediyor.”
“Bazıları, “HDP’nin oyları düşmüş; bunda PKK’nin yürüttüğü savaşın da rolü var” diyor. Bu doğru değildir, çok büyük bir yalandır. Kürdistan’da yürütülen psikolojik savaş ve geliştirilen saldırılar herkesi teslim almak istiyordu. İşte gerillanın dağdaki, gençlerin ve halkın ise şehirlerdeki direnişi buna karşı durmuş ve amaçlarına ulaşmalarına, toplumu sindirmelerine izin vermemiştir. Halkımız sindirilemedi, ezilemedi; tersine halen ayaktadır ve direnmeye devam etmektedir. Mevcut sonuç bu temelde ortaya çıkmıştır. Kısacası bu oyları direnişten kopuk ele almak yanlış sonuçlara götürür. Bu kadar saldırıya rağmen bu sonucu elde etmek tabii ki bir başarıdır. Belki 7 Haziran seçimleriyle kıyaslarsanız HDP’nin oyları belli bir düşüşü yaşamış olabilir ama bu beklenen bir şeydi. Yoksa esasına bakarsanız HDP’nin eski oyları oy oranı olan ortalama yüzde 6-7 puanı bugün yine zulüm altında yüzde 11’lere çıkarması bir büyümeyi ifade etmektedir. Tabii ki oyların azaldığı yerlerde niye azalma olduğuna dönük tartışma yürütülebilir. Elbette eksiklikleri tespit etmek gerekir. Yetersizlikleri ve yapılamayanları doğru bir biçimde tespit etmek çok önemlidir. Bu HDP’nin kendi görevi olan bir husustur. Bu yapının bir iç muhakeme yaşaması kendi sorunudur ama biz geneli esas alıyoruz. Bu parti yapısının etrafında toplanan kitlenin direngenlik tutumu bizi alakadar ediyor. Biz bu çerçevede yaklaşıyoruz; doğru olan da budur. Esasında daha da büyük sonuçlar alınabilmeliydi ama yine de AKP’nin ve devletin yürüttüğü konsepte bakıldığı zaman, bu sonucun başarılı olduğu görülecektir. Fakat bu hiçbir zaman yaşanan yetersizliklerin üstünü de örtmemelidir. “
“Yine seçim sonuçları değerlendirilirken kimi çevreler, “Kürt halkı yeniden AKP’ye döndü” diyor. Daha çok da AKP’nin havuz medyası psikolojik savaşın bir ürünü olarak bu tür şeyleri gündeme getiriyor ama ortada böyle bir şey yoktur. Yani Amed, Van ve Mardin gibi kimi şehirlerde AKP önceden 1 vekil almışsa şimdi 2 olmuştur. Ama buralarda önceden HDP’ye oy veren kimseden AKP’ye oy gitmemiştir. Halkımız HDP etrafında kurmuş olduğu demokratik birliğini korumuştur. Doğru AKP’nin oyları hemen her şehirde yüzde 6-7 yükselmiştir ama bu oylar HDP’nin değil, Saadet Partisi, HÜDA-PAR gibi partilerin oylarıdır. HDP’ye karşı milli mutabakat tarzı bir birliktelik oluşturulmuştur. Bütün devlet güçleri, tüm sağ partiler, milliyetçiler AKP’ye oy verdi. Bunun için bazı şehirlerde yüzde 6, bazılarında yüzde 7 arttırmış ve sonuç olarak 1 parlamenter daha fazla almıştır. Yoksa Amed’de o kadar devlet gücü ve karşı devrimci varken yüzde 21 alınmışsa bu o kadar da abartılacak bir şey değildir. Ancak psikolojik olarak bir üstünlük yaratmak istedikleri için ısrarla bu tür haberler yapıyorlar. Bu gerçeği görmek lazım. Tabii genele bakıldığında 7 Haziran’da gelen bazı yeni oyların kendini geri çekmesi de yaşanmıştır. Yine Türkiye tarafında daha önce Erdoğan karşıtlığı nedeniyle oy veren kimi kesimler oy vermemiş olabilirler. Bunlar da mümkündür ama gerçeklik yüzde 11’e yakın bir sonucun alındığıdır. Bu Kürt halkı, Türkiye sol-demokratik güçleri, sistemden dışlanan bütün inanç ve kültürel gruplar ile AKP faşizmine karşı durmak isteyen her kesim için önemli bir mevzidir.”
“Seçim sonuçlarını değerlendirirken göz ardı edilmemesi gereken diğer önemli bir konu da, demokratik öz yönetimini ilan eden şehirlerde, devlet o kadar evi yıkmasına, o kadar sivil insanımızı şehit etmesine ve çocuklarımızı katletmesine rağmen kimse korkmamış ve HDP’nin oyları pek de azalmamıştır. Hatta bazı yerlerde oyların arttırılması söz konusudur. Cizre’de önceden yüzde 91 oy alınmışken, şimdi yüzde 93 alınmıştır. Diğer yerler ise ya kendisini korumuş ya da kısmi bir azalma vardır ki bunun da daha çok sandık başına gidememekten kaynaklı olduğu görülüyor. Bu, demokratik özerkliğin halkımız tarafından benimsendiğini göstermektedir. Buralarda psikolojik savaş, katliam ve tehditler sonuç almamıştır; halkımız özgürlükte, demokraside ve özellikle de demokratik özerklikte ısrar sahibidir. Sonuç bunu göstermektedir. Bu hakikate rağmen AKP’nin kendisini Kürdistan’da başarı elde etmiş gibi göstermeye çalıştığını görüyoruz.”
“Özcesi biz seçimleri öyle çok stratejik bir çalışma olarak görmüyoruz. Hareket olarak bizim için stratejik olan seçimler değil, devrimci mücadeledir. Özgürlük ve demokrasi çalışmalarıdır. Seçimler de bu çalışmalar içerisinde bir mücadele yöntemini ifade etmektedir ve bu seçimde ortaya çıkan sonuçlar, içinde bulunduğumuz dönemde kötü bir sonuç değildir. AKP, 1 Kasım seçimlerinde Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin iradesinin ördüğü duvarlara çarpmış, Kürt halkı ve Türkiyeli sol-demokratik güçlerin direniş tutumuyla karşılaşmıştır.
Bunun için AKP, seçim ardından tekrardan bize karşı savaş ilan etmiştir. Çünkü Türkiye’de her kesime karşı baskı politikası yürüterek geri adım attırmaktadır. Bize de geri adım attırmak istemektedir. Ama Erdoğan ve AKP yöneticileri iyi bilmeliler ki PKK ve Kürdistan halkı asla ve asla onların karşısında geri adım atmayacaktır. Tersine faşizmin zulmüne ve sömürgeci zihniyete karşı, halkımızın ve hareketimizin direnişi daha da yükselecektir. Bu şekilde sadece Kürdistan Özgürlük Mücadelesi değil, aynı zamanda bütün Türkiye halklarının iradesi de temsil edilecektir. Onların saldırılarına karşı savunma savaşı güçlendirilecektir. Yanıtımız böyle olacaktır. Temsil ettiğimiz değerler, üzerinden yükseldiğimiz temeller, içinde bulunduğumuz süreç, Ortadoğu’nun içinde bulunduğu durum ve mücadelemizin bugün ulaştığı düzey gösteriyor ki, kazanacak olan biziz. Halkımız devrim aşamasındadır. Dolayısıyla bu tehdit ve şantajlarla bize geri adım attıramazlar.”
“İster Türkiye’de, isterse de uluslararası alanda faaliyet gösteren tüm STK’ler, barışsever çevreler, ateşkes çağrısı yapan devletler ve herkes bilmeli ki biz 10 Ekim’de eylemsizlik ilan ettik ama o zaman hangi tarihe kadar süreceğini belirtmedik. Bir nevi süresiz bir tutumdu. Eğer AKP yöneticileri yeniden bize karşı savaş ilan etmemiş olsalardı ve olumlu bir tutum geliştirmiş olsalardı, bu tutumumuz yeni bir barışçıl sürecin temeli olabilirdi. Bunun bilinmesinde fayda vardır. Ancak bir eleştiri olarak da şunu belirtebilirim: Bize ve devlete, ‘eylemsizlik ilan edilmeli’ gibi çağrılar yapan çevrelerin çok ufak bir kesimi dışındakiler biz adım attıktan sonra sessizleştiler ve görevlerine sahip çıkmadılar. Şimdi bile, 3 ve 4 Kasım günleri Erdoğan ve Davutoğlu bize karşı yeni, çok azgın faşizan-ırkçı bir dille topyekun bir savaş ilan ettiler, Hitlervari bir üslup kullanarak bizlere ve halkımıza katliam tehditleri savurdular. Ancak yine sesini çıkaran olmadı. Şimdiye kadar ne uluslararası güçler, ne de bilinen demokratik çevrelerden hiç biri sesini çıkarmadı. Bazı sol-demokratik çevreler, sendikalar ve STK’ler Türkiye’de ses verdiler fakat güçlü bir ses oluşmadı.”
“Şimdi Erdoğan ve Davutoğlu ‘biz saldıracağız’ diyorlar. Madem o kadar saldırmak istiyorsanız buyurun saldırın. Ser seran ser çavan (yani baş göz üstüne). Ama unutmayın ki her saldırınız misliyle yanıtını da alacaktır. Mevcut durumda ağzından kan sıçrayan bu saldırgan yaklaşıma karşı bizim eylemsizlik sürecini sürdürme koşullarımız kalmamıştır. O şartları ortadan kaldırdılar. Bu süreç bunun için sona erdi. Öz olarak eylemsizlik sürecini biz değil onlar sonlandırdılar. Onlar süreci sonlandırınca yönetimimiz de bu kararı aldı. Bu karar alınmasa, mevcut durumda zaten geri adım atılmış anlamına gelecekti. Şu an AKP bize, “silahlarınızı toprağa gömün ve gelin teslim olun” diyor. Onların bu dediklerini Türk sömürgeciliği tam 30 yıldır bizden istiyor. Ben de diyorum ki, Rojbaş AKP; şimdiye kadar neredeydin? Senden öncekilerin hepsi de bu çağrıları yaptılar ama cevaplarını aldılar. Çiller ve diğerlerinin akıbeti bellidir. Yalnız AKP bu tutumunu sürdürürse çok daha sert ve kötü yanıt alır. Gerçeklik böyledir. Onların bu saldırganlığına karşı Kürdistan’da savunma savaşı devam edecek. Onlar kış şartlarından faydalanmak istiyorlar. Bu yönlü psikolojik bir savaşın eşliğinde yer yer güçlerimizi de tespit ederek darbelemek ve böylece bizi uğraştırmak, kendilerini ise güçlendirmek istiyorlar. Ancak bu beyhude bir çabadır. Kış tedbirlerimizi de almış durumdayız. Onlar nerede saldırırlarsa, nerede bir arkadaşımızın tırnağı bile kanasa, bunun bedelini kat kat ödeyeceklerdir. Nerede olursa olsun, AKP oligarşisi Kürt halkı ve Kürdistan devrimine karşı ne saldırı yaparsa yapsın, misliyle yanıtını alacak; bunu iyi bilmeliler. Biz çocuk değiliz; nerede ne yapacağımızı iyi biliyoruz. Hangi mevsimde ne yapacağımızı biliyoruz. Böyle kendini kurnaz sanan tüccarlar gibi aldatarak, ‘imkanlarım var, saldırırım, sonuç alırım’ demekle olmaz. Hele buyur; ne kadar sonuç alabiliyorsun, sana gösterelim.”
“AKP-derin devlet işbirliği kirli bir savaş yürütmektedir. Bunu herkesin bilmesi lazım. Bizim bu savaşa karşı olan tutumumuz nettir: Direneceğiz ve kazanacağız. Bu şartlarda kimse bizden tek taraflı bir şey istememelidir. Hele hele teslim olmamızı hiç kimse beklememelidir. Önder APO özgür olmadıkça, Kürdistan özerk olmadıkça, Türkiye demokratikleşmedikçe Kürdistan Özgürlük Gerillası her daim bir özgürlük ve demokrasi gücü olarak mücadeleyi yükseltecek, tüm zalimlere gerekli cevabı verecektir. Bu takat, bu güç, bu irade ve bu cesaret onda vardır. Bunu ölçmek isteyenler elbette cevaplarını alacaklardır. Dolayısıyla kimse, ‘kıştır; gerilla ne yapabilir ki!’ demesin. Gerilla kışın da çok şey yapabilir. Kırda da yapar, şehirde de yapar, ovada da yapar.
Diğer bir konu ise, AKP yürüttüğü savaş tarzında DAİŞ’ten ilham almaktadır. Mesela DAİŞ, bir savaş tarzı olarak önce toplumu korkutuyor, sonrasında ise o toplum üzerinde kontrol sağlıyor, istediği yerlerin hepsini bu temelde ele geçiriyor. AKP de şimdi aynı tarzı yürütüyor. DAİŞ nereye giderse, o toplumun kutsal yerlerini, yani ziyaretleri, mezarları, şehitlikleri, ibadethaneleri, hepsini imha ediyor; şimdi AKP de öyle yapıyor. Yani halkımızın kutsallarına saldırıyor ve hakaret ediyor.”
“Hiçbir kanunda ve etikte yeri olmayan tecridi Önderliğimiz üzerinde yürütüyorlar. Ancak bunların ahlaksızlıkları sadece bu tecritle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda basın-yayın organlarında her gün Önderliğimizle ilgili yalan haberler de yayınlıyorlar. Sözüm ona Önder APO’yla görüşmeler yapılıyormuş ve Önderliğimiz PKK ile HDP’yi eleştirmiş. Bunlar doğru değil. Hem ahlaksız bir tecrit yürütüyorlar; hem de basın organlarında kirli bir saldırı yapıyorlar. Kısacası bu konularda gerçekten de AKP savaşı ahlaksız yöntemlerle yürütüyor. Vicdan sahibi, yurtsever, demokrat ve ‘ben insanım’ diyen hiç kimse AKP’den korkmamalı, ona teslim olmamalı ve yönelimlerini cevapsız bırakmamalı. Özellikle bundan böyle Önder APO’nun tecrit altında tutulmasını asla ve asla kabul etmeyeceğimizi halkımız toplumsal eylemleriyle ortaya koymalı ve özgürlüğünü isteyen büyük devrimci hamle sürecini başlatmayı esas almalıyız. Önder Apo özgürleştirilmeden ne çözüm ve barış gelişir, ne de Türkiye demokratikleşebilir. Bu yüzden öncelikle Önder APO’nun özgürlüğünü hedefleyen bir mücadele stratejisini gündemleştirmemiz kesinlikle gereklidir.
Önderliğimiz AKP’nin kendisinin bütün barışçıl-demokratik çabalarımızı boşa çıkardığını, direnmekten başka bir yolun kalmadığını bilmektedir. Bu nedenle kendisinin oradaki duruşu da AKP’nin bu alçakça siyasetine karşı bir direnme pozisyonudur. Eğer Önderliğimiz İmralı zindanında bu tutumu sürdürüyorsa, bu, bizlerden beklentisi olduğu içindir. Elbette ki, biz de bu beklentiye cevap olmak durumundayız. Görevimiz budur. Onurumuz, insanlığımız, yoldaşlığımız, militanlığımız ve komutanlığımızın hepsi buradan geçmektedir. Önderliğimizin, kahraman şehitlerimizin ve gözü yaşlı analarımızın beklentilerine cevap olmalıyız. Her bir yoldaşımız, taşıdığı fedai ruhla bu çerçevede üzerine düşen görevlerin gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.
Daha dün gördük: ’93-’94 yıllarında Cizre’de açık bir şekilde insanların öldürülmesine yönelik olarak açılmış bir dava vardı. Dün bu davanın bir sonucu olarak suçsuz insanları açık açık katleden Cemal Temizöz için beraat kararı verildi. Yani durum nettir. Hem halkımız bunu görmelidir, hem de tüm yoldaşlarımız bu gerçeği hiç bir zaman unutmamalıdır. Düşmanın psikolojik olarak etkilemek için yaptığı propagandalara kimse kanmamalı. Devrimin gerçekleri açıktır. Bugün hali hazırda saldırı vardır. Bu saldırıya karşı direnişe ihtiyaç vardır ve düşman saldırılarına karşı savunma savaşı gelişecektir. Yani yapacağımız şey, saldırılara karşı kendimizi ve halkımızı korumaktır.“
“25 Temmuz’dan bugüne kadar geçen 3 buçuk aylık zaman diliminde yaşanan savaşta HPG’nin gösterdiği performans ana hatlarıyla iyidir, başarılıdır ama eksiklikleri de vardır. Birçok eyalet bu eksiklikler üzerinde durmuş, çeşitli tartışmalar yapmıştır. Tüm eyaletler yetersizliklerini tespit edip değerlendirmeli ve gidermenin yollarını bulmalıdır. Bunlara rağmen yürütülen mücadele ile sömürgeci sistemin temellerini ciddi anlamda sarstığını belirtmek mümkündür. Gerillanın çıkışı karşısında birçok yerde düşman şok oldu; ciddi darbeler yedi. Bu süre içerisinde gerilla AKP hükümetine gerekli mesajı verdi. Eğer doğru sonuçları çıkarırlarsa, bu geçen direniş süreci, geleceğe dönük nasıl direnileceğinin işaretlerini fazlasıyla veriyor. Aslında düşman bunu biliyor; fakat psikolojik savaş geliştirmek istediği için sürekli gerçekleri tersyüz ediyor. Bunun için sanki hiç bir şey olmamış gibi tehditler savuruyor. Yoksa ne darbeler yediğini tabii ki biliyor. Sistemlerinin nasıl bozulduğunu, yolların nasıl kontrollerinden çıktığını, karakollarına bile gidemediklerini, karakoldakilerin ise çıkamadıklarını çok iyi biliyorlar. Bunlar açık şeylerdir. Bunun için her ne kadar eksikliklerimiz olsa da gerillanın başarılı bir hamle sürecini yaşaması da söz konusudur. Bunu göz ardı etmemek lazım.“
“Şimdi anlaşılıyor ki, düşman propaganda malzemesi yapmak için -ki buna ihtiyacı var- Geliyê Doskî-Çarçella-Oramar hattındaki operasyonda kendini başarılı göstermek istiyor, sanki gerillaya ciddi darbeler vurmuş, birçok yeri almış, ‘girilemez’ dediğimiz yerlere girmiş gibi göstermek istiyor ve bu 2 gündür Türk basını hep bu çerçevede yayınlar yapıyor. Bu çerçevede, “bu operasyon 40 gün sürdü; özel güçlerimiz katıldı; çok zor şartlarda büyük çatışmalarla Buzul (Cîlo) Dağı’na, İkiyaka (Çarçella) Dağı’na ve her yere girdik” diyorlar. Propagandalarını bu eksende yürütüyorlar.
Operasyon 40 gün sürdü; bu doğru. Onların en seçkin, Genel Komutanlığa bağlı özel kuvvetleri, Bolu ve Kayseri Tugayları bu operasyona katıldılar; bu da doğru. Onların da dediği gibi savaş birçok yerde bomba mesafesinde yaşandı; bu da doğru. Ama şu gerçek de var ki, bu 40 günde Türk devleti istediği yerlere giremedi. Çarçella halen gerillanın kontrolü altındadır. Çarçella’da 20 tepe var; ancak onlar 2 tepeye girdiler. Günlerce en ileri savaş teknolojisini kullanarak 2 tepeye ve üstündeki sığınaklara gelmişler; onu da propaganda malzemesi yapıyorlar. Fotoğraf çekiyorlar, reklam ediyorlar. İyi de Çarçella’nın hepsi bu mu? Çarçella sadece Oramar-Şitazin’a bakan bir tepe değil ki! Çarçella büyük bir dağdır. Oramar’da arkadaşların Şehit Zerdeşt dedikleri tepeyi tutmuşlar; kıyameti koparıyorlar, kendilerine zafer kazanmış edasıyla yaklaşıyorlar. İyi madem o kadar başarılısın; neden bu savaşta 2 yarbayını verdin. 2’si yarbay, 150 asker orada öldü. Bunların çoğu subay ve özel seçilmiş askerler. Yine, ‘Geliyê Doskî’yi aldık” diyorlar. Halbuki biz eylemsizlik ilan etiğimiz zaman zaten Geliyê Doskî yolunu bıraktık. 40 gün süren bu operasyon Türk ordusu ve devleti için bir yenilgidir. Bu tür yayınlarla yenilgilerinin üstünü örtmeye çalışmasınlar. Türkiye halklarını da böyle kandırmaya kalkışmasınlar. Çünkü gerçekler er veya geç açığa çıkar.”
“Çarçella’da Türk sömürgeciliğinin saldırılarına karşı tarihi bir direniş yaşandı. Elbet orada şehitler verdik. Orada çağın en ileri teknolojisine karşı insan aklı ve iradesiyle bir savaş ve direniş gelişti. Bu direnişte tabii ki kahramanlar verdik. Şu ana kadar resmi tespit edilebilen şehidimizin sayısı 26’dır. Bunların yanı sıra irtibatımızın kopuk olduğu bazı arkadaşlar vardır; akıbetleri netleştirilememiştir. Onların belirttiği ‘119 gerilla öldürdük’ söylemi, külliyen yalandır.
Kısacası 40 gün süren bu saldırılar karşısında iradi bir duruş gösterilmiştir. Türk devletinin saldırganlığı durdurulmuştur. Bu arada hiç Cîlo’ya yönelmediler bile; ayrıca Çarçella’ya da giremediler. Yalnızca bir kaç tepeye girebildiler. Yani başaramadılar. Gerçeklik budur. Elbette orada savaşan yoldaşlar, yani Çarçella ve Avaşîn cephesi güçleri bu süreçteki eksiklik ve zayıflıklarını tahlil etmeli, bir eksikliğimiz olmuşsa (ki o tepelere ve üstündeki sığınaklara da bırakılmayabilirlerdi) daha ne tedbir alınabilirdi, nerede zayıflık oldu, düşman nasıl tamamıyla kırılabilirdi, bunun üzerine durmalı, tartışmalı ve gerekli sonuçları çıkarmalıdır. Bu, kahraman şehitlerimizin anısına yapılması gerekli olan bir şeydir. İçinde bulunduğumuz bu dönemde her yerde geçen pratiği her yönüyle yorumlamak, üzerinde tartışmak, eleştirilmesi gereken yerde eleştirmek, özeleştiri verilmesi gereken yerde özeleştiri vermek, netleştirmek gerekiyor ki, çok daha güçlü ve eksiksiz bir performansla savaşabilelim ve cevap olalım. Tabii ki APOCU fedai ruh ve elde edilen sonuç kahraman şehitlerimizindir. Kimse onların elde ettiği başarıyı kendine mal etmemeli; zafer sarhoşluğu yaşamamalıdır. Bizim yöntemimiz bu değil, eksikliklerimizi tespit etmektir. Bu bütün eyaletler için geçerlidir. Tüm eyaletler pratiklerine bu şekilde yaklaşmalıdır.”
“Diğer bir konu olarak; bugün şehirlerde Kürt gençleri ve halkımız bir irade göstermekte, AKP polislerinin saldırılarına karşı direnmekte ve öz yönetimlerini savunmaktadırlar. Her şeyden önce toplumsal bir direniştir ve çok değerlidir. Yurtsever Kürt halkı bu onurlu direnişe sahip çıkmalıdır. Mesela bu 6 gündür Farqîn’de kuşatma ve savaş var; saldırılara karşı direniş var; yaşanan şahadetler var. Herkesin sahip çıkması gerekiyor. Hem bütün Amed halkı, hem de tüm Kürdistan halkı sahip çıkmalı. Cizre’de, Şırnak’ta, Sur’da Farqîn direnişini sahiplenme gelişti. Bu iyi bir şey ama daha geniş bir şekilde sahiplenme olmalıdır. Kürt toplumu çok daha üst düzeyde sahiplenmelidir. Eğer gerektiği gibi sahiplenme olmazsa, görülüyor ki AKP’nin polisleri şehir şehir yönelerek katliamlar yapacaklardır. Bunun önüne geçmek gerekiyor. Önüne geçilmezse büyük katliamlar yaşanır. Bu yüzden bütün yurtsever kesimler Farqîn’e sahip çıkmayı temel bir görev bilmelidir. Farqîn’e sahip çıkmak, katliamlara karşı çıkmak ve geleceğine sahip çıkmak anlamına gelir.
Bu mesele Kürt gençleri ve direnen yurtsever insanlarımız açısından artık bir onur meselesi olmuştur. Dolayısıyla bu kadar direndikten sonra yapılması gereken şey, direnişi daha da yükseltmektir. Aksi takdirde, AKP katliam geliştirecek ve bunu bir zafer olarak topluma lanse edecektir. Bunun için tüm Kürdistanî kurumlar ve bütün halkımız şehirlerdeki bu direnişlerle birleşmeli, omuz omuza vermeli, düşmanın saldırılarına karşı durmalıdır.”
“Tabii ki gerilla da 16-17 yaşındaki gençlerimizin suikastçıların mermileriyle şehit edilmesine karşı misilleme yapmalıdır. Belki oraya gitmeyebilir ama kendi alanında cevap verebilir. Yani misilleme eylemleri yapabilir. Hangi şehirde gençlerimiz infaz şeklinde şehit edilmişse, gerillanın bunun misillemesini yapması gerekir. Mesela Engin Gezici isimli 3 çocuk babası bir Kürt vatandaş evine ekmek götürmek için sokağa çıkıyor; AKP’nin keskin nişancıları onu vuruyor ve şehit ediyorlar. Halası olan İsmet Gezici de ona yardım için gidiyor; onu da vuruyor ve şehit ediyorlar. Bu olacak şey mi! İkisi de sivil insanlar! Kim bu zulme tahammül edebilir! Herkes bilmeli ki bugün bu zulme karşı çıkmazsan yarın senin başına da gelebilir. Bu nedenle bu direnişe sahip çıkılmalıdır. Herkes elini taşın altına koymalıdır, kimse seyirci kalmamalıdır. Artık bu bir onur konusudur. Tüm Kürt halkının onuru şehirlerdeki halkımızın bu direnişidir. Ama dediğimiz gibi gerilla da bu tür katletmelere karşı dışarıda misilleme eylemleri yapmalıdır. Türk devleti, nerede bir Kürdü ve demokratı öldürürse, buna karşı yanıtını alacağını bilmelidir.”