Murat Karayılan: Sürecin rengi bir iki haftada netleşir

Murat Karayılan: Sürecin rengi bir iki haftada netleşir

KCK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, ‘kritik ve hassas’ olarak tanımladığı çözüm sürecinin renginin 1-2 haftada netleşeceğini belirterek, “Gelinen aşamada AKP’nin kesesinde bir şey varsa, bunu çıkarıp pratikleştirmesi, işleme koyması gerekmektedir” dedi ve “yoksa herkes kendi yolunda yürüyecektir” uyarısında bulundu.

AKP’nin ne yapması gerektiği konusuna, “Kürt sorunu salt bir müsteşarlıkla çözülebilecek bir sorun değildir; çözüm için yasal ve anayasal bir derinliği gerektiren bir sorundur. Bu açıdan müzakere sürecinin yasallaştırılması artık gerekli bir husustur” diyen Karayılan, aksi durumda ise yaşanacakları şu sözlerle ifade etti: “Büyük bir çatışmaya ve parçalanmaya götürür. Biz burada kimseyi tehdit etmiyoruz. Gerçeklik budur. Önderliğimizin dayattığı gönüllü birlik projesi kabul edilmezse parçalanma gelişir. Çözüm kendisini kapıya dayatmıştır. Sen çözümü elinin tersiyle itersen ya da yine çeşitli numaralarla oyalayarak sıvışmayı esas alırsan bu hiç kimsenin istemediği felaketlere yol açacak bir girişim anlamına gelir. Bu açıdan gelinen noktada herkesin ciddi olması ve sorumlu yaklaşması şarttır.”

KCK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan ANF’nin sorularını yanıtladı.

ANF’de yer alan Murat Karayılan söyleşisi şöyle:

Bir süredir Kürdistan halkı, Lice halkının öncülüğünde, Türk devleti tarafından yapımı devam ettirilen karakol, kalekol, askeri amaçlı yol ve barajlara karşı bir eylemsellik süreci başlatmış durumda. Bu kapsamda özellikle Amed-Bingöl yolu günlerce kapalı kaldığı gibi, devletin saldırılarında 3 yurtsever Kürt genci yaşamını yitirdi. Önceki gün de Adana’da İbrahim Aras isimli gencin yaşamını yitirdiği haberi geldi. Bir yandan demokratik çözüm süreci denilen bir süreç yaşanıyorken, diğer taraftan ise direniş ve ölümlerin yaşanmasının nedeni nedir? Kürt sorunu demokratik-barışçıl yollarla çözülemiyor mu?

Bu konu çok önemlidir. Hem tüm yapımız ve halkımız tarafından, hem de özellikle Türk devleti tarafından doğru anlaşılması açısından hayati derecededir. Çünkü süreç gerçekten çok hassas, kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Önümüzdeki 1-2 haftada sürecin rengi netleşecektir. ‘Gerçekten süreç bir çözüme doğru evrilecek ve çözüm yolunda ilerleme mi kaydedecek, yoksa bu süreç tümüyle son bulup yeni, farklı ve kapsamlı bir direniş süreci mi başlayacak’ noktasında bir netleşmenin yaşanacağı günlerde bulunuyoruz. Bu açıdan bu, hakikaten önemli ve ciddi bir konudur ve bütün ilgili kesimlerin bu konuya büyük bir ciddiyetle yaklaşması gerekmektedir.

Esas olarak 2012 yılında mücadelemizin gelişme kaydettiği, Türk devleti ve AKP’nin ise hem PKK politikasında çıkmazı ve başarısızlığı yaşadığı, hem de Suriye politikasının çöktüğü, dolayısıyla daralmayı yaşadığı bir dönemde biz fırsatçı yaklaşmadık, çözüm için önemli adımlar attık. Önder Apo’nun tarihi Newroz deklarasyonunu yayınlamasıyla birlikte, sürece gerçekten büyük bir samimiyet ve ciddiyetle yaklaştık. Kolay kolay alınamayacak kararlar aldık. Ateşkes ve geri çekilme kararları aldık ve bunun pratikleştirilme sürecini hızla devreye koyduk. Ama bunun karşısında AKP hükümetinden hiçbir çözümleyici adım gelişmedi. Önder Apo’ya yazdığımız ve ateşkesi uygulamayı kabul ettiğimizi bildiren 8 Mart 2013 tarihli mektupta bir kaç şart koşmuştuk. Bu şartlardan birincisi, ateşkes sürecinde karakolların ve askeri amaçlı yol ile barajların yapılmamasıydı. Bunu Türk devletinin yetkilileri de okudu; biliyorlar. Ardından 25 Nisan tarihinde bizzat yaptığım bir basın toplantısında da bunları açıkça ifade etmiştim. Bu açıklamada sürecin üç aşamadan oluştuğunu da kamuoyuna açıkladık. Bu, esas itibarıyla Önderliğimizin devlete ve bize yazdığı mektupta çizilen çerçeveydi. Bu çerçeveye hiç kimse karşı çıkmadı. Kısaca sürecin üç aşamadan oluştuğunu ve her aşamada tarafların görevleri olduğunu ifade eden perspektifi herkes kabul etti. Bu çerçeveye göre biz, birinci aşamada üzerimize düşeni yaptık ve geri çekilmeyi başlattık. Ancak süreç, peşi sıra gelmesi gereken yasal ve anayasal düzenlemelerin yapılması aşamasına takılı kaldı ve bu durum günümüze kadar sürdü. Yani halen birinci aşamadan ikinci aşamaya geçiş noktasındayız. İkinci aşamaya geçiş için atılması gereken ön adımlar atılmadığı için halen orada duran bir süreç söz konusudur.

Bu konuda tüm kamuoyu ve halkımızın dikkatini şuna çekmek istiyorum: Önderliğimiz geri çekilmenin sağlıklı yapılabilmesi için TBMM’nin bir kanun çıkarmasını talep etti. Güçlerimizin güvenlikli ve hızlı bir biçimde Türkiye sınırları dışına çıkması için bir yasaya ihtiyaç vardı. Böyle bir kanun çıkmış olsaydı, bugün çekilip çekilmeme konusu gündemde olmazdı. O zaman daha hızlı ve kısa sürede çekilme gerçekleşirdi. Ama AKP hükümeti bütün ısrarlarımıza rağmen böyle bir adım atmadı. Meclis kapandı, böyle bir yasa çıkarmadı. Diğer sezon başladı, göstermelik bir komisyon kurdular, o komisyon da zaten işlev kazanmadı. Sonra Önder Apo, sürdürülen görüşmelerin yasal güvence altında olmadığını belirterek görüşmelerin müzakereye evrilmesini, bunun için de müzakerelerin yasal bir çerçeveye kavuşturulmasının gerekli olduğunu söyledi. Bu, hareket yönetimimiz tarafından defalarca ifade edildiği gibi, Önderliğimiz tarafından görüşmeye giden heyete de birçok kez belirtilmiştir. Ancak böyle bir yasa da çıkmadı. Yani müzakere çerçeve yasası çıkmadı. Onun yerine görüşmeye giden MİT mensuplarını güvenceye alan bir yasa çıkardılar. Bu tabii ki soruna bir cevap değildi.

Şimdi burada dikkatimizi çeken çok önemli bir husus vardır: AKP hükümeti Kürt sorununa ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin herhangi bir yasa çıkarmaya yanaşmıyor. En basit konularda bile yasa çıkarmaya yanaşmıyor. Halen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yasal literatüründe Kürt kavramı yoktur; Kürt dili denmez, ‘Türkçe dışındaki diğer diller’ diye geçer. TRT-6 kurulmuştur ama esasında onun yasal çerçevesi yoktur. Kürtlere ilişkin, Kürt sorununun çözümüne ilişkin yasa çıkarmama ve bu konuda yasallaşmamada bir ısrar vardır.

 

AKP bir hırsız gibi iz bırakmamaya çalışıyor

 

Bu ısrarın sebebi nedir?

Bu bizde ciddi bir kuşkuya yol açan temel hususlardan birisidir. Adeta iz bırakmak istememektedirler. Nasıl bir hırsız bir yere girer fakat iz bırakmaz, AKP hükümeti de 2009’dan beri Kürt sorununun çözümünden bahseder ama iz bırakan herhangi bir kanun çıkarmaz. Zaten Kürt sorunu da demiyor, ‘terör sorunu’ diyor. Sürecin iyi geliştiğinden bahsediyor ama bu sürece ilişkin tek cümlelik bir yasa çıkarmaya bile yanaşmıyor. Bu konuya ilişkin bir şeyler yapılmışsa da kesinlikle Kürt kavramı ve Kürt sorununu kapsayacak ifadelere yer verilmemiştir. Bu, çözüm konusunda samimi olmadıklarını gösteren çarpıcı bir husustur. Bu açıdan, madem gelinen noktada artık çözüm süreci var, madem devlet ve hükümet yetkilileri bundan bahsediyor, o zaman kanun da çıkarmalıdır.

Kürt sorunu salt bir müsteşarlıkla çözülebilecek bir sorun değildir; çözüm için yasal ve anayasal bir derinliği gerektiren bir sorundur. Herkes biliyor ki Kürt sorunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel ve köklü bir sorunudur. Peki bu en temel ve köklü soruna ilişkin neden bir yasa çıkarılmıyor? Niye burada bu kadar ısrarcı bir biçimde retçi bir tutum esas alınıyor. Bu husus bizde ciddi bir şekilde kuşkuya yol açan temel bir olgudur. Bu nedenle yasanın çıkarılması, gelinen noktada olmazsa olmaz gibi bir gereklilik haline gelen bir husus durumundadır. Özellikle bu konuda tüm kamuoyu ve halkımız bilmeli; AKP bu konuda bütün söylemlerine rağmen şimdiye kadar samimiyeti ifade eden hiçbir davranış göstermemiştir. Hep oyalama, zaman kazanma ve seçim hesaplarıyla taktiksel yaklaşımı esas almıştır. Eğer ‘öyle değil’ diyorsa buyursun adım atsın. Bu açıdan müzakere sürecinin yasallaştırılması artık gerekli bir husustur.

Bununla birlikte Önderliğimiz baş müzakereci olduğuna göre müzakerecilerin eşit koşullara sahip olması gereklidir. Önderliğimizin koşullarının değiştirilmesi, danışmanlarının ve sekreterlerinin bulunması, yine hareket yönetimiyle doğrudan bir biçimde görüşme olanaklarının yaratılması gereklidir. Müzakere sürecinin sağlıklı yürümesi için tarafsız bir gözlemci heyetinin bulunması da bir gerekliliktir. AKP hükümetinin çözüm niyeti varsa artık belirsizliğe son vermesi ve yol haritasını ortaya koyması gerekmektedir. Çözüm sürecinin gelişmesi için gerekli olan bu hususlar bir yıldan beri her vesileyle Önderliğimiz ve hareketimiz tarafından ifade edilmektedir. Eğer çözüm isteniliyorsa artık bu konularda pratikleşmek şarttır. Bunun herkes tarafından iyi görülmesi gerekmektedir. Eğer böyle bir şeye lüzum görülmezse, ‘biz bu işleri şifahen yöntemlerle, ayaküstü veya müzakere bile denilmeyecek diyaloglarla çözeceğiz’ derlerse, bu, oyalama, geçiştirme ve tasfiye politikasında ısrar edecekler anlamına gelecektir.

Zaten devlet güçleri açık açık bir savaşa hazırlanmaktadır. İç savaş için gerekli ne hazırlık varsa hepsi yapılmaktadır. Salt karakolların değil, aslında askeri üsler ile kalekolların yapımı da hızlandırılmıştır. Bütün Kürdistan’ı adeta yeniden işgal etme projesi çerçevesinde karakollar ve askeri yollar geliştirilmektedir. Yine Kürdistan doğasını su altında bırakmaya dönük askeri amaçlı baraj projelerinde herhangi bir iptal olma durumu söz konusu olmamıştır. Önü alınmazsa Kürdistan’ı su altında bırakacaklar. Yani devlet çağdaş Kürt isyanını imha etmenin hazırlıklarını yapmaktadır.

Halkımızın karakollara, kalekollara ve bu barajlara karşı yürüttüğü mücadele çok değerli bir mücadeledir. Kahraman Lice halkı ilk başta daha geçen yıl Medeni Yıldırım adlı gencimizi şehit verdi; bu konuda kararlı ve çok değerli bir tutum sürdürerek bugüne kadar direnişini sürdürdü. Yine bugün, Lice halkının ve Kürdistan gençliğinin geliştirdiği hamle, Kürdistan’ın birçok yerine yayılan bir direniş haline gelmiştir. Lice’de, Meskan’da ve Kürdistan’ın değişik alanlarında halkımızın savaşa hazırlık çalışmalarını deşifre edip protesto etmek için yürüttüğü direniş, bir demokratik çözüm ve barış, bir demokrasi ve özgürlük direnişidir; demokratik ulus çerçevesinde halkların kardeşliğini savunma mücadelesidir. Bu açıdan çok değerlidir. Bu uğurda Lice’deki halkımız Ramazan Baran, Baki Akdemir ve Ayhan Nazlıer’i şehit vermiştir. Yine birçok yaralı vermiştir. Büyük bir fedakarlıkla geliştirdiği direnişinde kahramanlık örneklerini sergilemiştir.

Eğer o kahramanlık, fedakarlık ve cesaret olmasaydı 23 gün boyunca Amed-Bingöl yolunu kontrol altına almaları asla mümkün olmazdı. Yine ona bağlı olarak Amed’in kuzeyindeki bütün yolları denetim altına almaları mümkün olmazdı. Çünkü çok iyi biliyoruz ki her gün devlet güçlerinin zırhlı araçlarla, gaz bombalarıyla, gerçek mermilerle yaptığı müdahalelerine karşı halkımız göğsünü açıp fedaice bir direniş sergilemiştir. Bu anlamda bu direnişte şehit düşen Ramazan ve Bakilerin şahsında gelişen direniş bir kahramanlık örneğidir. Ve aynı biçimde Lice’den başlayan bu direniş dalga dalga Kürdistan’ın değişik alanlarına, Karlıova’dan Varto’ya Varto’dan Gever’e, Çatak’a, Cizre’ye ve Kürdistan’ın her yerine yayılarak metropollerde eylemselliklerle desteklenmiştir. En son önceki gün Adana Seyhan’da, Lice direnişini destekleme amaçlı yapılan bir gösteride, çok değerli bir Kürt genci olan İbrahim Aras şehit düşmüştür. Bütün bu şehitlerimizin ailelerine ve Kürdistan halkına başsağlığı diliyoruz; bu şehitlerimizin direnişinin ve anılarının mücadelede layıkıyla yaşatılacağı sözünü veriyoruz.

AKP cayır cayır insanlarımızı öldürmekte. Buna dikkat edin; gencecik insanlarımızı öldürmekte. Ama öbür taraftan baskın çıkmak için halkımızın bu haklı ve barışçıl direnişine karşı silahla ve katliamla yönelimin üstünü örtmek için bayrak olayında olduğu gibi provokasyonlar da yapmaktadır. Lice'de sivil, savunmasız insanlara resmen ateş açılarak Ramazan ve Bakiler şehit edildi, yine Adana’da İbrahim Aras polis tarafından şehit edildi ancak her iki ilin valisi de yalan bilgilerle kamuoyunu aldatmaya çalıştı. Türk sömürgeci devletinin valileri Kürt halkı karşısında adeta yalan makinelerine dönüşmüşlerdir. Uğur Kaymaz ve diğerleri için de aynı yalanları dizmişlerdi. Bu, sömürgeciliğin çirkef yüzünün bir kez daha ortaya konulmasıdır. Yani AKP’nin 1925’ten bu yana Kürdistan’a yönelik geliştirilen politikanın devamı olarak bugün de ‘başını kaldıranın başını vururum, direneni öldürür, ezerim siyaseti’nden vazgeçmiş değildir. İşte halen daha ne olduğu tam bilinmeyen o gencin bayrak direğine çıkması karşısında ‘niye vurup düşürmediniz’ diye feryat eden anlayış bir kez daha gerçeğini ortaya koymuştur.

 

AKP’nin çözüm projesi bir asimilasyon formülüdür

 

AKP’nin bir çözüm projesi var mı?

Elbette ki var; bu konuda projesiz değildir. Ancak onun çözüm projesi, bizim yani Kürt tarafının çözüm projesinin zıddıdır ve öz olarak çözüm değil, çözümsüzlüktür. Çünkü AKP’nin çözüm projesi, yumuşatılmış ve zamana yaydırılmış bir asimilasyon formülüdür. Yumuşatarak, zamana yayarak Kürdün de ölümünü kabul ettiği bir çözüm formülüdür. Formülü 1925’ten beri var olan katı inkar, yok sayma ve yasaklama yerine, yasal düzeyde değil de lafta, “Kürtler de var, herkes kardeştir ama anadilde eğitim yasaktır; isteyen kendi özel okulunu açabilir, TV serbest ama TV’de anadilde eğitim anlamına gelebilecek programlar yasaktır’ formülüdür. Burada uzun vadeye yaydırılmış bir asimilasyon var. Sana, ‘sen serbestsin, istediğin gibi konuşabilir, istediğin gibi hareket edebilirsin ama nihayetinde sen erimeye, asimile olmaya ve Türk olmaya, Türkçe konuşmaya mecbursun’ diyor. Bunun için Tayyip Erdoğan her gerekli gördüğünde ‘tek millet, tek vatan, tek bayrak’ diyor. Bunu diyen ‘tek dil’ de der tabi. Bunlar zaten ‘tek dil’ de diyor. Kısacası bunlar zamana yaydırılmış bir yok etme projesidir. Bizim bunu kabul etmemiz asla mümkün olamaz. Bunun yüzden eğer çözüm niyeti varsa öncelikle bu politikasını değiştirmesi ve yeni bir zihniyetle sürece yaklaşması gereklidir.

Zaten halen terör ve terörist kavramlarını kullanıyorlar ve terör sorununun çözümünden bahsediyorlar...

Şimdi eğer ‘geçmişte Dersim’de katliam yapılmış’ diyorsanız, eğer ‘12 Eylül döneminde faşizm, şiddet, işkence uygulanmış ve bu halk bastırılmış’ diyorsanız, ‘dil ve kültür yasaklanmış, bu yanlış’ diyorsanız, ‘insanlar işkenceyle öldürülüp kaybedilmiş ve insanlara dışkı yedirilmiş’ gerçeğini kabul ediyorsanız, o zaman buna karşı çıkmış olan silahlı isyana da terör diyemezsiniz. Çünkü insanlığın ayaklar altına alındığı vahşetin uygulandığı bir yerde sen buna karşı çıkmazsan insanlığından vazgeçmiş sayılırsın. Bizim yaptığımız da budur. Biz insanlığımızdan vazgeçmedik; insan olmakta ısrar ettik ve bunun için bu hareket 15 Ağustos silahlı isyanını başlatmıştır. 12 Eylül faşizmine, zorbalığına karşı çıkmak bir insanlık göreviydi. Bu hareketin de yaptığı budur. Eğer durum buysa o zaman sen terör kavramını kullanamazsın. Bu açıdan terör sorununu çözme kavramı bir safsatadır; doğru değildir. Çünkü gerçek öyle değil. Yanı başımızda IŞİD vardır; her gün vahşet uygulamaktadır. Sadece bir günde 1700 insanı vahşi bir biçimde kurşuna dizmiştir. Sen ona ‘IŞİD unsurları' diyeceksin; zulme ve vahşete karşı kendi dili, kültürü ve varlığı için direnen bir harekete de ‘terörist’ diyeceksin. Olur mu bu kadar? Hayır. Ortada terör merör yoktur; devlet terörüne karşı Kürt halkının kendi öz iradesine dayanan insanlık direnişi vardır. Bu direniş kutsaldır. En insani bir direniştir. İnsan olmanın gereğidir. Şimdi kalkıp ona, ‘terör sorunu var, terör sorununu çözeceğiz’ diyerek kanun da çıkarsan bunu anlamsızlaştırmış olursun.

Kısaca işin esası şudur; artık Türk devleti ve AKP hükümetinin gelinen noktada bu gerçeği görmesi ve kabul etmesi gerekiyor. Yoksa şimdi Irak kaynıyor, Suriye kaynıyor, Kürdistan’ın oradaki parçaları da dolayısıyla kaynıyor. Savaş sahasıdır. Bu koşullarda, Kürdistan’ın en büyük parçasında da bastırmayı, zamana yayılmış bir ölümü dayatamazsınız.

Bunu dayatmak neye götürür?

Büyük bir çatışmaya ve parçalanmaya götürür. Biz burada kimseyi tehdit etmiyoruz. Gerçeklik budur. Önderliğimizin dayattığı gönüllü birlik projesi kabul edilmezse parçalanma gelişir. Çözüm kendisini kapıya dayatmıştır. Sen çözümü elinin tersiyle itersen ya da yine çeşitli numaralarla oyalayarak sıvışmayı esas alırsan bu hiç kimsenin istemediği felaketlere yol açacak bir girişim anlamına gelir. Bu açıdan gelinen noktada herkesin ciddi olması ve sorumlu yaklaşması şarttır.

2 gün önce KCK’den bir açıklama geldi ve halkın eylemselliklerinin devam etmesi, ancak yol kesme, kepenk kapatma, vb. eylemlerin yapılmaması belirtildi. Neden böyle bir karar alındı?

Biz hareket olarak gerçekten çözümden yanayız. Yıllardır bu konuda çok çabalar sergiledik; bir çok fedakarlık yaptık. Bu konuda Önderliğimiz bitmez ve tükenmez bir biçimde büyük bir azim ve çaba ile çözüm çizgisinde ısrar etmektedir. Önderliğimizin bu çabaları içinde yaşadığımız bu günlerde daha da yoğunlaşmış bulunmaktadır. Önderliğin elini güçlendirmek ve bu çabaları desteklemek için hem gerillanın hem de halkımızın son günlerde yaygınlaşan eylemselliğinde bazı düzeltmelerin yapılması gerekli hale geldi. Ateşkesi bozma anlamına gelen karakol ve baraj yapımına karşı gerillanın uyarıcı eylemliliklerinde sınırlama ve halkımızın Türk devletinin savaş hazırlıklarına karşı geliştirdiği eylemliliklerin yönteminde ise değişikliklerin yapılmasını önemli buluyoruz.

Bu açıdan özellikle de bahardan bu yana değişik düzeyde eylemselliklerle çözüm sürecini savunma tutumunu sergileyen, yine Lice’nin eylem dalgasında bulunan, bu konuda emek ve çaba sarf eden, şehit veren çok değerli yurtsever arkadaşlarımız ve halkımız şunu çok iyi bilmeli: Ortada AKP’nin olumluya yorumlanabilecek herhangi bir pratik adımı söz konusu değildir. Fakat bu açıklama, Önderliğimizin ve çözüm için çalışanların elini güçlendirmek, çözüm çalışmalarının ve eğer olacaksa bir çözüm sürecinin önünü açmak için bu yol kesme, asker ve polisleri alıkoyma, yine kepenk kapatma gibi eylemler değil de daha farklı eylem biçimleriyle bu anlamlı direnişlerini sürdürmelerini öngören bir açıklamaydı. Bu, halkımızın geliştirdiği eylemliliği herhangi bir biçimde sınırlamak değil, serhildan hareketinin demokratik muhtevada daha da yaygınlaşması ve genişlemesinin önünü açmayı hedeflemektedir.

Bir kez daha görüldü ki, Türk sömürgeci zihniyeti, faşist-baskıcı bir zihniyettir. Bakın, KCK Eşbaşkanlığı’nın bu yumuşatıcı açıklamasından sonra da kitle eylemliliğine hunharca yaklaşım gelişmiş ve adındaki gencimiz şehit edilmiştir. Biz bunun peşini bırakamayız. Halkımız bu değerli gencimize her alanda sahip çıkmalıdır. Kitle eylemselliğini değişik yöntemlerle geliştirmesi ve hesap sorması gereklidir. Barışı savunmak, demokratik çözümü savunmak, Önderliğin arkasında durmak ve çözümü geliştirmek üzere bu tür eylemlerin gelişmesi elzemdir. Ancak işleyişi tıkatan, engelleyen, özellikle değişik insanlarımızın zarar görmesine yol açan durumlara da yol vermemek gerekiyor. Bu açıdan hem kitle eylemselliğinin gelişmesi hem de çözüm için zeminin olgunlaşması bakımından böyle bir sürecin geliştirilmesi olumlu olacaktır.

 

KCK’nin çağrısı Türk devletinin adım atması için bir zemin sunmadır

 

Halkımız ve hareketimiz Türk devleti ve AKP hükümetinden artık somut adım beklemektedir. Yapılan bu çağrı da bunun zeminini olgunlaştırmak için yapılmıştır. Eğer bu konuda pratik bir adım olmazsa herhangi bir biçimde bizim AKP’ye inanmamız ve bazı beklentilere girmemiz söz konusu olmayacaktır. Çünkü biz şimdiye kadar güven verici ve güven artırıcı herhangi bir gözle görülür adım görmedik. Böyle bir kanun çıkmadı. ‘Bu sorunu ben çözeceğim’ diyen pratik bir adım gelişmedi. Bu açıdan eğer gerçekten çözüme dönük devletin ve hükümetin böyle bir kararı varsa, bu kararın önümüzdeki 1-2 hafta içinde açığa çıkması gerekmektedir. Gelinen aşama kritik ve hassas bir aşamadır. Aslında yol ayrımı gibi bir aşamadır. Biz bu sorunu Önderliğimizin geliştirdiği diyalog temelinde müzakere ile çözmeyi öngörmekteyiz. Gelinen aşamada AKP’nin kesesinde bir şey varsa, bunu çıkarıp pratikleştirmesi, işleme koyması gerekmektedir. Yoksa herkes kendi yolunda yürüyecektir. Biz hareket olarak artık daha fazla oyalamaya yol verecek bir pozisyona düşmeyeceğiz ve bunu kabul etmeyeceğiz.

Gerilla güçlerimiz demokratik çözümden yanadır ve şimdi her zamankinden daha fazla güçlüdür. Çözüm gelişmezse her türlü savaş düzeyine ve kapsamlı bir direnişe de hazırdır. Halkımız kendi özyönetimini geliştirme kararlılığındadır. Bugün özerklik Kanada’dan Amerika’ya, Amerika’dan Avrupa’ya Avrupa’dan Hindistan’a, Hindistan’dan Çin’e ve Çin’den Rusya’ya kadar dünyanın dört bir tarafında farklı kültürler, farklı ulusların bir arada yaşamasının temel formülü durumundadır. Kürt ve Türk halkının bir arada yaşamasının biricik formülü demokratik ulus eksenine dayalı demokratik özerkliktir. Türk devleti artık bunu görmeli ve kabul etmelidir. Halkımızın bugün talep ettiği şey, evrensel bir hak durumundadır. Çünkü yeryüzünde farklı kültürler böyle bir formulasyonla bir arada yaşayabilmekte. Aksi durumda ise kültürlerin yok edilmesi, asimile edilmesi ve temel insan haklarının ayaklar altına alınması süreci gelişecektir. Bu açıdan Kürt halkının talebi durumunda bulunan demokratik özerklik talebi evrensel bir insani hak durumundadır. Türk devletinin artık bunun önünü açması gerekmektedir. Açmazsa halkımız kendi öz gücüyle demokratik özerkliği inşa sürecini başlatmak durumunda olacaktır. Bunun başka yolu yoktur. Kaldı ki son yapılan yerel seçimler bir referandum gibiydi. Ve halkımız bütün seçim platformlarında öz yönetim şiarıyla seçim çalışmalarını yürüttü. Ve halkımızın ekseriyeti de seçim çalışmalarının yetersizliğine ve hatalarına rağmen böyle bir formasyonu onayladı. Referandumun sonucu ‘evet’tir. Dolayısıyla artık kimse Kürdistan’da öz yönetim sürecinin geliştirilmesinin önünde engel olamaz. Böyle bir sürecin gelişmesi artık bir gerekliliktir. İşte biz diyoruz ki bunun karşılıklı anlayışla vücut bulması, Türkiye’nin bütünlüğü çerçevesinde Kürt halkının da kendi dili, kültürü ve özyönetimiyle özgür bir şekilde sürece dahil olmasını sağlayan bir sürecin gelişmesi gereklidir.

Kürt halkı ve Kürt Özgürlük Hareketi olarak çözüme dönük adım atılacağı yönünde beklentiniz var mı?

Açık ki halkımızın ve hareketimizin AKP’nin Kürt sorununda çözüm adımları atacağına dair güveni kalmamıştır, inancı çok zayıflamıştır. Belki kaç yıldır çözüm sürecinden bahsediyorlar ama çoğu zaman hem nalına hem mıhına vuruyorlar. Bundan dolayı gerçekten anladığımız tarzda bir çözüm zihniyetinin gelişip gelişmediği konusunda ciddi endişelerimiz söz konusudur. Bir taraftan çözümden bahsediyor, Amed’de çalıştay yapıyor; diğer taraftan da Lice’de katletme planlarını uyguluyor. Bir polis devleti gibi her yerde insanlara şiddetle yaklaşıyor. Sadece Kürdistan da değil Türkiye’de de aynı şekilde bir ‘polis devleti’ anlayışı söz konusu. Kürt sorununda demokratik çözümü geliştirmek için öncelikle demokratik bir zihniyete sahip olmak şarttır. Demokrasi olmadan Kürt sorununun çözümü mümkün değildir. Bu açıdan Kürt sorunu Türkiye’yi demokratikleştirecek bir sorundur. Türkiye’nin demokratikleşip demokratikleşmemesi de Kürt sorunuyla yakından bağlantılı bir durumdur. Türkiye’de Kürt sorunu çözülmediği müddetçe hiçbir biçimde demokrasi gelişemez.

Ama Türkiye’de demokratik zihniyet gelişmediği sürece Kürt sorunu da çözülemez. Çözüm gelişmezse kopuş yaşanacak bir noktaya gelinmiştir. Bugün Güney Kürdistan 4-5 milyonluk nüfusuyla neredeyse bir bağımsızlık sürecine doğru gitmektedir. Kürtler için artık böyle bir seçenek gündemdedir. Bunun da bilinmesi gerekiyor. Eğer bir arada bütünlük içinde yaşanacaksa, demokratik zihniyete olmazsa olmaz kabilinde ihtiyaç vardır. Şimdi AKP bir taraftan çözümden bahsediyor öbür taraftan gelişen otoriteleşme, her yerde polis devleti maharetiyle faşizan uygulamalar ve sokak işkenceleriyle insan öldürme manzaraları bir arada yaşanılınca tabi çözüm ümidi insanlarda kalmıyor. Bir taraftan çözüm süreci var, biz ateşkes ilan etmişiz, savaş durmuş ama ‘fırsat bu fırsat’ diye her yerde karakol ve kalekol dikme ve her yeri su altında bırakacak olan projelere yönelme neyin nesidir? Kuzey'de ateşkes ilan edilirken, IŞİD ve El Nusra yoluyla Kürtlere karşı bir savaşın açılmış olması da niyetlerini açığa vuran diğer bir yandır. İşte bunların hepsi kuşku kaynaklarıdır.

Barış olacaksa neden Kürdistan’da bu kadar asker var? 9 binlik nüfusu olan bir yerde nüfusun 3 katı askere neden ihtiyaç duyuluyor? Şimdi birileri diyor ki, ‘devlet karakol yapıyor sana ne?’ Nasıl bize ne? Ülkemiz yeniden adeta kışlaya döndürülmek istenilmektedir. Eğer devletin artık Kürt halkını öldürmekten vazgeçmek gibi bir niyeti varsa neden bu ölüm makinalarını Kürdistan’a kuruyor? Bu sözü edilen karakollar aslında karakol değildir. Aslında askeri üstür. Hepsi operasyon koordine merkezidir. Bütün bunlar gelişiyorsa, burada samimiyet, ciddiyet ve güven önemli bir sorun haline gelir.

 

‘Gerillaya katılım oranı artmıştır’

 

Onlar da bunun karşısında gerillaya savaşçı alımları yaptığınızı belirtiyor...

Biz bir ideolojik-siyasal hareketiz. Biz bir sistemiz. Saflara aldığımız kişi mutlaka savaşacak, asker olacak diye bir kural yoktur. Biz öncelikle insanları kadrolaştırmak, ideolojik derinlik kazandırmak için saflara alıyoruz. Savaş tümden bitse de biz kitlesel ve kadrosal bir hareket olarak büyümeyi yine sürdüreceğiz. Bu bizim için stratejik bir amaçtır; savaş ise bir araçtır. Eğer koşullar oluşursa biz bir araç konumunda olan savaşı devre dışı kılmanın mücadelesini veriyoruz. Önderliğimiz bunu 2013 Newroz çağrısında açıkça ilan etti.

Bu konuda AKP’nin karnesi zayıftır. Şimdi eğer hala çözüm iddiasını taşıyorsa buyursun pratik adım atsın, görelim. Adım atmazsa ve tekrar ‘Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası ben şunu şunu yapacağım’ dese, hiç kimse buna inanmaz ve kimseyi de inandıramazlar. Bu yüzden süreç gerçekten kritik bir noktaya gelmiştir. Artık pratik adımlara ihtiyaç vardır. Önderliğimizin talebi ve yönetimimizin yaptığı çağrıyla geliştirilen yumuşama ortamı, adım atmaya imkan sunacak bir zemin oluşturmaktadır. Bu konuda bekleyip görmek gerekiyor.

Bir süredir, çocuklarının zorla gerilla saflarına kattırıldığını belirten bir kesim aile eylemsellik içerisinde. Bu durum medyada da önemli bir yer tuttu. Hatta kimi medya organları yalan haber yaparak olayları çarpıtan bir tutum içerisine de girdiler. Yine kimi provokatörlerin bu ailelerin arasına girerek kışkırttığı belirtildi. Böyle bir ortamın oluşma nedeni nedir?

Son yıllarda gerilla güçlerine katılım oranı artmış bulunmaktadır. Kürdistan gençliği sömürgeci kapitalist modernite cenderesinden yurtseverliğini ve geleceğe dönük umudunu koruduğu oranda gerillaya katılım eğilimi de gelişmektedir. Çünkü sömürgeciliğin gençliğe dönük birçok uygulamaları söz konusudur. Düşürme, yozlaştırma, eroin, esrar ve tinere alıştırma gibi değişik uygulamalar mevcuttur. Bu cendereden kurtulan ya da kendini kurtaran, yurtsever çizgide derinleşmekte ve bunların içinden bir kısmı ya bulunduğu yerde serhildan biçiminde mücadeleye katılmakta ya da gerilla saflarına gelmektedir. Bu süreç yıllardan beri devam eden bir durumdur. Ancak son yıllarda katılım oranı daha da artmış durumdadır.

Özellikle de Önderliğimizin bütün çabalarına rağmen, AKP’nin çözümsüzlüğüne karşı Kürt üniversite gençliğinin bir tutum olarak gerillaya katılımı gündemleştirmesi önemli bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bilindiği gibi bir süre önce, Dicle Üniversitesi'nden gerillaya katılmış olan 53 genç tarafından basın açıklaması yapıldı. En son Amed’deki annelerin oturma eylemlerini istismar eden ve Lice katliamını gerçekleştiren Türk devletinin bu uygulamasına karşı Elazığ Fırat Üniversitesi'nden de 12 genç arkadaşımız gerillaya toplu bir şekilde katılıp bir basın açıklaması yapmışlardır. Bu açıklama henüz yayımlanmadı, belki bugünlerde yayınlanır.

Bu toplumsal bir tezahürdür. Bu birilerinin kışkırtması, kandırması veya kaçırması falan değildir. Kürt toplumunda kanayan bir gerçeklik vardır. Bu gerçekliğin gençliğe olan yansıması, direniş ve savaşma arzusudur.

Niye?

Çünkü çözüm yok. AKP’nin kendi çözümsüzlük politikalarını göreceğine bir kısım katılan gençlerin alilerini kullanması yaklaşımı çok ucuz bir yaklaşımdır. Ben Erdoğan’ın buna dört elle sarılmasına ve bizzat propaganda yapmasına çok şaşırdım. Demek ki bunlar bu kadar zavallılaşmışlardır. Erdoğan’a baktığımızda Kürt gençlerinin katılım ve gerilla saflarına akını karşısında çaresizleşen bir başbakan görüyoruz. Bu yüzden politikleşmemiş bazı ailelerin oturma eylemini, katılımları önlemeye dönük kullanmaya çaba göstermişlerdir. Bu konuda tüm basın yayın organlarını devreye koyarak katılımların önünü kesmeye çalışmışlardır.

Biz o ailelerimizin önemli bir kesiminin dürüst ve temiz duygulu olduğunu biliyoruz. Ama bir kesimi ise bazı teşviklerle, tahriklerle ve istismara açık hale getirme politikalarına alet olmayla böyle bir şeye yönelmişlerdir. Her gün çocuk öldüren, Uğur Kaymazlardan Ceylanlara ve Eneslere kadar, Berkinlerden en son da İbrahim Aras’a kadar yüzlerce çocuğun ölümü için emir verenler ne zaman çocuk hayranı ve sevdalısı olmuşlardır? Kalkıp bu kez annelerin çocuklarını istemelerini istismar ediyorlar. Bu en hafif deyimle ucuz bir politikadır. Ve herhangi bir sonuç vermesi söz konusu değildir.

 

16 yaşından küçük gençler HPG’ye alınması söz konusu değildir

 

Gerillaya katılım konusundaki kriterleriniz nelerdir?

HPG'nin uluslararası kuruluşlarla önceden bu konuda imzalamış olduğu anlaşmaları vardır. Biz 16 yaşının altında olan gençleri almıyoruz. Fakat zaman zaman yerel bazı birimler alabiliyor. Bunların gerillada tutulması söz konusu değildir. Bu türden yaşı küçük olanlar ya geri gönderilir, ya da geri dönmek istemiyorlarsa veya geri dönmelerinin önünde yasal, vb. engeller söz konusuysa sivil kurumlara aktarımları yapılmaktadır. Kesinlikle küçük yaştaki insanlar silah altına alınmamaktadır.

Dağda sadece silahlı güçler bulunmuyor. KCK bir sistemdir. KCK sisteminin kültür kurumları, sanatsal çalışmaları var, teorik araştırma ve inceleme kurumları var, gençlik akademileri vardır. Değişik branşlarda akademiler ve eğitsel çalışmalar vardır. Bunların hepsi HPG’nin dışındadır. Katılım denildiğinde herkes HPG’ye katılmış gibi sanılıyor ama katılımın bir kısmı HPG'ye değil başka kurumlara gidiyorlar. Yekpare bir yapı yoktur. Toplumsal bir sistem dağa taşınmış ve dağda değişik toplumsal aktiviteler söz konusudur.

Doğru HPG, gerillanın askeri örgütlenmesidir. Fakat bunun dışında KCK bünyesinde bir sürü kadın akademileri ve gençlik akademileri vardır. Bir sürü kültür sanat akademileri vardır. Değişik toplumsal çalışmaları dağa taşımışız. Uluslararası ve Türkiyeli ilgili kuruluşlar bunu bilmeli. Türk devletinin sokaklarda çocuklarımızı ne hale getirdiğini herkes biliyor. Kameralar karşısında kol kırmadan işkenceyle katletmeye varan, yine cezaevlerinde tecavüze kadar giden vahşi uygulamalarla yüz yüze kalan Kürt çocukları elbette ki kurtuluşu dağa çıkmakta görmektedir. Demokratik bir toplum inşasını hedefleyen KCK Kurumları bu çocukları eğitip geleceğe hazırlamak zorundadır. Kısaca 16 yaşından küçük yaştakileri HPG almıyor. Bu yaş sınırındaki gençler daha çok Komalên Ciwan’a katılmaktadırlar. Komelên Ciwan ên Kurdistan örgütlenmesi silahlı bir örgütlenme değildir. Bütün bu konular uluslararası kuruluşların denetimine de açık konulardır.

Eğer biz çocuk yaştaki gençleri savaşa alsaydık hiçbir dayatma altında bulunmazken uluslararası kuruluşların antlaşmalarına imza atmazdık. Önceden imzalamışsak demek ki bu konuda iradeli bir kararımız vardır. Bu hususta bizim açımızdan durum nettir. En son uluslararası Cenevre Çağrısı Grubu da geldi; gerekli görüşmeler yapıldı. Durumlar karşılıklı değerlendirmeye tabi tutuldu. Varsa kimi yetmezlikler onların üzerinde elbette ki durulur.

 

Ailelerimiz katılan evlatlarıyla gurur duymalıdır

 

Ailelere dönük belirtmek istediğiniz bir şey var mı?

Şu bir gerçek ki hiçbirimiz ailelerimizin kararıyla katılmadık. Yani Kürdistan’da aileler çocuklarının dizinin dibinde olmasını ister. Kendi dünyası çerçevesinde bakar. Ama bir genç okula gider, sokağa gider daha farklı aydınlanmayı yaşayarak farklı, daha geniş bir bakış açısına ulaşabilir. Aydınlanan gençler özgürlük mücadelesine katılım göstermekte ve dağa çıkmaktadır. Bunu da Kürdistan’daki ailelerimiz az çok biliyor. Ailenin rızası elbette ki iyi bir şey ama her yerde olmuyor.

Şu da bilinmeli: Katılan gençler kapitalizmin bireyciliğinden sıyrılmış, egoizmden uzak, sadece kendini düşünen değil, toplumunu ve halkını düşünen, özlü, temiz ve fedakar kişiliğe sahip kişilerdir. Düşkün, kendi yaşamından başka bir şey düşünmeyen gençler saflarımıza katılmazlar. Saflarımıza katılan gençler, toplumun en duyarlı, fedakar ve güzide evlatlarıdır. Aileler onların ardından ağlamayı değil, onların bu kahramanlık çıkışından gurur duymalıdır. Yurtseverlik bilincine sahip her ailemizin bundan gurur duyduğunu biliyoruz ama maalesef tüm toplumsal kesimlerde bu düzey gelişmiş değildir. Katılanlar dağda öyle harcanacak bir yaşama adım atmıyor, büyük bir geleceğe, demokrasiye ve özgürlüğe adım atıyor. Bir özgürlük savaşçısı ve mücadelecisi olmaya adım atıyor. Bu bir irade ve var olma tercihidir. Bir sokakta veya bir evde kapitalizmin cenderesi içerisinde sömürgeciliğin yozluk politikası altında eriyip gideceğine, özgürlüğüne sahip çıkma adına geleceğinin kurtuluşunu toplumun kurtuluşuyla ele almak her Kürdistanlı genç için ulaşılması gereken bir yüce düzeydir. Özellikle kadınlar için bu çok daha anlamlı ve değerli bir çıkış olmaktadır. Çünkü ev içinde bir hiçlikten yüceliğe doğru yükselen bir yürüyüşün sahibi olmak, ancak kadın kurtuluş çizgisinde derinleşmekle mümkündür. Bu da en iyi bir biçimde gerilla saflarında yaşanacak iradeyle olanak dahiline girmektedir. Kadının katılımı kendine ait olma, kişiliğine sahip çıkma ve iradeleşme tutumudur. Kadın-erkek her gencin bu dönemde gerillaya katılma kararlılığı bir yurtseverlik, demokrasi ve özgürlüğe bağlılığın gereğidir. Gerçek özgürlüğü bu topraklarda yaşamak isteyen her genç elbet çıkışını gerilla saflarına yapmalıdır.

Ailelerimiz bilmelidir ki çocukları kötü bir yola sapmamıştır. İnsan olma ve kendi halkı için mücadele etme yolunda kendini bir yerde halkının bir kadrosu haline getirmek için karar verme tutumunu almıştır. Bu, anlamlı ve değerlidir. Tüm aileler bunu desteklemelidir. Yurtseverlik ve insanlık görevi bunu gerektirmektedir. Ve ben bu çerçevede tüm Kürdistan gençliğini Fırat Üniversitesi’nin öğrencilerinin aldığı tutumu takip etmeye çağırıyorum. Nasıl ki onlar, “Türk devletinin gerillaya katılan gençlerin ailelerini istismar ederek ‘PKK tarafından kaçırılan çocuklar’ diye gerçekleri tersyüz etmelerine karşın dağa çıkma kararını aldık” diyorlarsa tüm Kürdistan gençliğini olanakları ölçüsünde devrimci mücadeleye katılmaya ve gerilla saflarına çıkış gerçekleştirerek sömürgeciliğe en etkili cevabı vermeye çağırıyorum.

Bilinmeli ki bu çerçevede yaz ayları boyunca mevcut katılım seyri giderek artar ve büyük bir katılıma dönüşürse bu aynı zamanda çözümün dayatılması anlamına da gelecektir. Yani her katılım sadece örgütsel ve askeri anlamda güçlendirmiyor, her katılım aynı zamanda politik bir değeri de oluşturuyor. Sömürgecilik üzerine caydırıcı bir etkisi oluyor. Her katılım siyasi bir tutumdur. Bu açıdan Kürt gençliğinin kararını katılımda kılması değerli ve özellikle bu dönemde daha da anlamlı bir tutumdur.

 

HDP tüm ezilen kesimler için büyük bir değerdir

 

Hafta sonunda HDP, kongresini yapacak ve yeni bir yapılanmaya gidecek. Bu konuyla ilgili neler belirteceksiniz?

Aslında sadece HDP’de değil, Kürdistan ve Türkiye’de siyasal-toplumsal alanda kapsamlı bir yeniden yapılanma süreci gündeme girmiş bulunuyor. Bu temelde HDP Kongresi ardından diğer bir takım kongreler de gerçekleşecektir. Elbette ki HDP Kongresi en önemli bir çalışma olarak gündeme girmiş bulunmaktadır. Çünkü HDP projesi Kürt Özgürlük Hareketi'yle Türkiye sol-sosyalist ve demokrasi güçlerinin ortaklaşacağı bir projedir. Bu aynı zamanda olmazsa olmaz biçimde demokratik çözüm ve bir arada yaşamanın projesi de olmaktadır. Türkiye'nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözülmesi temelinde özgür ve kalıcı birlik ancak böyle bir projeyle hayat bulabilir. Yine Türkiye toplumunun demokratik ve özgür bir ülke haline gelmesi de ancak böyle bir partileşme çalışması ve mücadelenin bu eksende yükseltilmesiyle gerçekleşebilir.

Türkiye'deki düzen partilerinden çok farklı olarak, tamamen demokratik, hiç bir kesimin hakimiyeti ve denetiminin olmadığı, demokratik ulus ekseninde çözümü esas alan, toplumun tüm ezilen ve sistemden dıştalanan Kürt, Türk, Alevi ve tüm emekçi kesimleri kapsayan gerçek demokratik bir çatı veya ortaklaşma partisi biçiminde düşünülen bu partileşme, tüm ezilen kesimler için büyük bir değer ifade etmektedir. Ancak böyle bir partileşme süreci, toplumun egemen burjuva partilerine ve AKP'ye mahkum olmadığını, demokratik modernite seçeneğinde güçlü bir alternatif olarak sahneye çıkma koşullarına sahip olunduğunu herkese gösterecektir.

Burjuva siyasetinin hem sağı hem de solu bu projeden çok korkmaktadır. Bu nedenle çeşitli vesilelerle saldırmaktadırlar. Aynı zamanda Kürt toplumundaki bazı dar-milliyetçi çevreler de benzer biçimde saldırılar yapmaktadırlar. Çünkü böyle bir oluşum, gerçek anlamda alternatif bir muhalefet gücünü açığa çıkaracak bir potansiyele sahiptir. HDP’nin geliştireceği yeni-demokratik Türkiye mücadelesi hem Kürt sorununun çözümünde, hem de Türkiye’nin demokratikleştirilmesinde önemli bir rol oynamaya adaydır. Ve artık sistemden dışlanan, ezilen kesimlerin böyle bir çıkışa kesinlikle ihtiyacı vardır.

Bu açıdan HDK çatısının partileşmiş yapısı olan HDP'nin kongresinin yeni bir çıkış yapması bütün ezilenler için önemli bir mücadele platformunu yaratacaktır. Şimdiden HDP Kongresi’ni selamlıyor, bütün kalbimle başarılar diliyorum.