Aslı Işık
Bir yıldan uzun süre tutuklu kalmasının ardından 9 Mart’ta tahliye edilen Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Doğan Medya Grubu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Demirören Holding’e satılmasıyla ilgili olarak, “Çok önemli bir kayıp oldu. Tamamen iktidarın hakim olduğu tek sesli bir noktaya geldik” yorumunda bulundu. Cumhuriyet gazetesinin bundan sonraki misyonunun çok önemli olacağının altını çizen Savuncu, satışı ‘tabuta çakılan son çivi’ olarak nitelendirdi.
Silivri'de tutuklu bulunduğu ayları ve Türk medyasında yaşanan son gelişmeleri DW Türkçe’ye değerlendiren Sabuncu’yla gerçekleştirilen röportaj şöyle:
Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticileri neyle suçlanıyor?
Sabuncu: Savcının en son mütaalasında görüldü ki, Cumhuriyet gazetesi yayınladığı haberler nedeniyle suçlanıyor. Mütalaaya bakanlar ki, iddianamede böyleydi, ana suçlamanın yapılan haberler ve gazetecilik olduğunu göreceklerdir. Başlangıçta gazeteyi zarara uğratmak gibi başka ithamlarda da bulunmuşlardı. Ama bütün bunların yanlış ve manipülatif olduğu bilirkişi raporlarıyla ortaya kondu… Gözaltından sonra ilk gün psikolog bana "Kendinize tır çarpmış gibi hissediyor musunuz?" diye sordu. Ben de, "O tır bana değil, Türkiye’nin demokrasisine çarptı" demiştim. Hala öyle düşünüyorum. İçeride 16,5 ay kalmış olmamız, İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın hala içeride olması, bize çok büyük zarar vermez. Evet, ailelerimiz çok üzüldü, Silivri kolay bir yer değil ama biz daha çok, bunun Türkiye’nin demokrasisine, insan haklarına ve basın özgürlüğüne zarar verdiğini düşünüyoruz. Totalde içeride halkın haber alma hakkına zarar verdiğini, daha büyük resimde ise Türkiye’nin dünyadaki algısına zarar verdiğini görüyoruz. Daha çok içimizi yakan budur.
Duruşmalarda, haberciliğin yanı sıra Cumhuriyet’in finansal durumu, gelir ve giderleri de sorgulandı. Bu durumun yargılama konusu yapılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bize atılan iftira, Türkiye’deki tüm terör örgütlerine destek olmaktı. Bu örgütlerle herhangi bir maddi, manevi ilişki bulmaya çalıştılar. İktidar medyası maaşlarımızın ödendiği, buralardan büyük reklamlar aldığımıza dair büyük yalanlar yazdı. Bu devasa yalanlar, bilirkişi raporlarıyla çürütüldü. Gazetenin 15 yıllık tüm gelirleri MASAK (Mali Suçlar Araştırma Kurulu) ve polis tarafından didiklendi. Her birimizin üç, beş yıllık değil tüm hayatımız boyunca kullandığımız kredi kartları, banka hesapları, tapu kayıtları, elektronik postalarımız, Twitter hesaplarımız, ev baskınlarında alt üst edilen yatak odalarımız, tamamına bakıldı. Biz 20 kişiyiz iddiayla söylüyorum ki, bize iftira atanların bu kayıtlarına bakılsa acaba ne çıkardı? O kadar temiziz ki, hayatımızı hallaç pamuğu gibi attılar. Açık ve net söylüyorum, iyi ki attılar Cumhuriyet’in bütün kayıtlarına didik didik baktılar, ne büyük utançtır ki, ellerinde mütalaada da görüldüğü gibi haberlerimiz nedeniyle cezaevine girdiğimizi, bu savcılığa tescillettik.
Aydın Engin’in AB’den fon bulmak için yaptığı bir yazışma bile illegal bir arayış gibi yansıtıldı. Savcı mütalaasında, "Her ne kadar müdafiler ve sanıklar talimatla hareket etmediklerini söyleseler de, AB’den fon arayışındalar” dedi. AB fonlarından en çok Türkiye’nin hakim ve yargıçları yararlanıyor. Biz şimdi, hakim ve savcılar talimatla hareket ediyor diyebilir miyiz?
Sizin davanız gazeteciler ve gazetecilik mesleğini nasıl etkiledi?
Verilmek istenen mesaj alındı. Gazetecilere verilen gözdağı küçük bir grup cesur gazeteci dışında etkili oldu. Pek çok gazeteci ve köşe yazarı sözünü söylemekten çekindi. Fakat, dün Doğan Medya Grubu’nun satışından sonra, korkan, biraz daha frenli gidelim diyenler herhalde bir gün sıranın herkese geleceğini görmüşlerdir. Kimisi bizim gibi cezaevine düşüyor, kimisi işini kaybediyor, kimisi de daha da büyük yandaşlığa mahkum ediliyor. Bugün, demokrasinin, fikir özgürlüğünün, gazeteciliğin yanında durmazsak yarın savunacak hiçbir şeyimiz kalmaz. Doğan satışıyla aynı gün RTÜK’e internet yayınlarının denetimini veren kanun kabul edildi. Bu kuşatmayı artık görmek lazım. Biz gazeteciyiz, soracağız ve sorgulamaya devam edeceğiz. Kimseyle kişisel bir derdimiz, kavgamız yok. Cesaretle halkın haber alma hakkını savunmaya devam edeceğiz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) gazetecilere tahliye kararını nasıl karşıladınız? Öncelikle Anayasa Mahkemesi (AYM) kararı çıktığında içerideydiniz. Mahkeme, AYM kararına uymayınca ne düşündünüz?
İnsanlar, lütfen kişisel kin ve öfkeleri nedeniyle hukuku iğdiş etmesinler. İsimlerin değil, ilkelerin kutsandığı bir ülke olmalıyız. Altan kardeşler, Ilıcak, Ali Bulaç, Deniz Yücel, bizi seversiniz, sevmezsiniz ama insanları hapse atmak, ağırlaştırılmış müebbet vermek, buna sevinmek, AYM’nin kararına uyulamamasına alkış tutmak kabul edilemez. İçeride aynı zamanda hukukçu olan Akın Atalay ile kalıyordum. Mahkemenin, AYM kararına uymamasını dehşetle izledik. AİHM, AYM’yi işlevsiz bir organ haline getirmemek için bekledi. Pazarlık yapıldı. Geçen yıl Mart'ta AİHM, hızlı karar alacağını açıklamıştı. O hız bir senede tecelli etti. Bu bir senede Altan kardeşler hüküm özlü oldular.
Hapisten çıkmanın en zor yanı geride kalanlar mı oluyor?
Ahmet Şık ile bana tahliye verirken, Akın Atalay’ı tutması hayatımızın en kötü günlerinden biriydi. Kalan için de giden için de çok zor. Hepimiz aynı haksızlığa uğradık. Üçümüz hapishaneye geri dönerken, içeride hep dinlediğimiz Ceylan Ertem’in Zalım adlı şarkısı çalmaya başladı. Çok kötü hissettik. Akın Atalay da 27 Nisan’da çıkacak. Bu biz özgür kaldığımızda bitecek bir dava değil. Başta Kemal Aytaç olmak üzere Adalet Nöbeti’ni tutanlar, meslek örgütleri, milletvekilleri, Basın Konseyi, RSF, PEN, TGS, DİSK Basın İş, Konsey, Cemiyet çok büyük destek verdiler. Çok teşekkür ediyoruz. Bu desteğin, düşünceleri yüzünden özgürlüğü kısıtlanan son insan çıkana kadar devam etmesi lazım.
Gazetecilerin kaldığı Silivri 9 nolu koğuş nasıl bir yer?
Orada hala cesaretle duranlar var. Hayalimiz bir gün oranın insan hakları müzesi olması. Avukat görüşmesine çıktığımda, Ahmet Türk, Hüsnü Mahalli'yi görüyorsunuz. Öbür tarafta Ahmet Altan oturuyor. Ayhan Bilgen, Selçuk Kozağaçlı, Deniz Yücel’i görüyorsunuz. Osman Kavala karşımızdaydı. Bir de bizi öldürmek isteyen Reina katliamcısı da oradaydı. Gazetenizi yok etmek isteyen bir insanla aynı yerde kalıyorsunuz. Memleket için hazin bir durum.
Ceza bekliyor musunuz?
Ne yazık ki, yattığımız süreleri karşılamak için ceza verecekler ama er ya da geç bu davadan beraat edeceğiz. Bu iddianame bir utanç iddianamesi olarak Türkiye’nin tarihine geçecek. Ama çok kaybettik, vicdanlar kanadı, aileler mutsuz oldu. Ama hallolur bunlar. Memleketimin, dünyadaki imajının bu durumuna çok üzülüyorum. Cezaevinde sadece gazeteciler yok, hak savunucuları, milletvekilleri, avukatlar var. Onların içeride olması Türkiye’nin görüntüsündeki olumsuzluğu büyük ölçüde arttırıyor.
Son olarak, Doğan Medya Grubu’nda yıllarca emek veren bir gazeteci olarak, grubun satışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Doğan Grubu’nun son 4-5 senesi belli endişelerle geçti. 28 Şubat sürecindeki duruşlarından dolayı, tutuklanma ihtimallerine kadar pek çok şey söylendi. Elleri çok bağlıydı, gazetecilik yapma konusunda endişeli bir süreçleri vardı. Tam AKP medyası olmuş denemezdi, bu haksızlık olur ama iktidarı kızdırmamak için daha dikkatli gidiyorlardı. Ama hala insanların doğru haber için baktığı bir mecraydı. Dünkü operasyonla beraber Doğan Grubu’nun medyadan çıkması çok önemli bir kayıp oldu. Tamamen iktidarın hakim olduğu tek sesli bir noktaya geldik. Ama Cumhuriyet var, Cumhuriyet’in bundan sonraki misyonu çok daha önemli olacak. Kimse umutsuzluğa kapılmasın, Cumhuriyet haber vermeye devam edecek. Doğan Grubu’nun savrulduğu nokta, tabuta çakılan son çividir.