Gazeteci yazar Murat Yetkin, Türkiye’nin yakın siyasi tarihindeki darbeleri neden-sonuç ilişkisi kurarak mercek altına aldığı ‘Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’ nda darbeye giden yolda "iktidar hırsının" asli unsur olduğunu söyledi.
‘Meraklısı İçin Entrikalar’, ‘Meraklısı İçin Casuslar‘ ve şimdi de ‘Meraklısı İçin Darbeler’ kitaplarını yazan Yetkin, bugün bile Türkiye dâhil olmak üzere dünyanın her yerinde darbe tehditlerinin sürdüğünü, bunu azaltmanın yolunun ise “halkların adalet ve özgürlük yoluyla yönetime katılmasını sağlamaktan” geçtiğini vurguladı.
Kitapla ilgili T24’ün sorularını yanıtlayan Yetkin, Türkiye’de sadece dış müdahaleyle herhangi bir şey yapılabilmesinin mümkün olmadığını vurguladı.
“Türkiye’de bir daha darbe olmaz” fikrine artık naif bir düşünce olarak yaklaştığını bunu da özeleştiri olarak kitabına taşıdığını belirten Yetkin “Kendi adıma söylüyorum, bu kitap için çalışırken ne kadar naif baktığımı üzülerek gördüm. Ormana bakarken, ağaçları görmemiş, yıldızları seyrederken gözümün önündeki çukura düşmüş, darbelerdeki asli unsur olan iktidar hırsını atlamışım” dedi.
Meraklısı İçin Entrikalar, Meraklısı İçin Casuslar ve şimdi de Meraklısı İçin Darbeler kitaplarını yazan Yetkin, devamı da gelebilecek bir seri niteliği taşıdığını söyledi. Entrikalar, casuslar ve darbeler tarihine ışık tutan Yetkin serinin şu ana kadar çıkan kitaplarını şöyle anlattı: “Siyasetin görünen ve görünmeyen kısımları vardır. Görünen, meşru siyaset tıkandığı ya da çözüm getiremediği, ya da güç sahibi birileri öyle gördüğü zaman siyasetin görünmeyen çarkları işlemeye başlıyor. Bu bağlantıları ortaya koymaya çalışıyorum.”
Yetkin’in T24’ün Meraklısı İçin Darbeler Kitabı üzerine sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
-Türkiye’yi anlamak için darbeler tarihine nasıl bir gözle bakmalıyız? Kitapta aktardığınız süreç Türkiye’nin içeride ve dışarıda bugün bulunduğu durumla ilgili bize ne anlatıyor?
Birincisi, coğrafya kaderdir; coğrafyayı değiştiremiyoruz kolaylıkla. Bu coğrafyada darbeler, devrimler, karşı-devrimler yönetim değişikliklerinin bir parçası olmuş; sadece Türkiye’de değil, onu gösteriyorum örnekleriyle. İkincisi, kader olmayan unsurlar da var, ülkenin siyasi rejimi, ekonomik rejimi gibi. Üçüncüsü, bunları zamanın ruhuna uygun olarak değiştiremeyince, görünen çarkların yanı sıra görünmeyen çarklar da dönmeye başlıyor.
İşe kalkışınca içeride ve dışarıda müttefik arayışları başlıyor. Ama, dördüncüsü, ateş olmayan yerden duman çıkmıyor. Yani bir ülkede devrimin, darbenin, karşı darbenin iç dinamikleri yoksa, eğer muz cumhuriyeti değilseniz, Türkiye’nin tarih ve coğrafyasına sahip bir ülkeyseniz öyle sadece dış müdahaleyle filan herhangi bir şey yapılabilmesi mümkün değil.
12 Eylül Darbesi’ni gerçekleşme şekli, sonuçları anlamında daha öncekilerden farklı bir yere koydunuz. Neden? ABD’nin rolü farklı mı bu darbede?
Birincisi 12 Eylül, örneğin 27 Mayıs, ya da 12 Mart gibi bir cunta hareketi değildir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir-komuta yapısı içinde, yukarıdan aşağı örgütlenmiş, planlanmış bir darbedir. İkincisi, 27 Mayıs ve 12 Mart’ın aksine darbeyi hazırlayan ekip yönetimden tasfiye edilmemiş, yönetimi sürdüren ekip olmuştur. Üçüncüsü, dış etkilerle en iç içe darbedir. 27 Mayıs, 12 Mart darbelerinin bölgesel ya da küresel gelişmeler üzerinde herhangi bir etkisi yok. Belki 12 Mart’ın afyon ekim yasağı açısından var biraz. Ama 12 Eylül öyle değil. Kitapta bütün etkenleri tarih sırasıyla ortaya koymaya çalıştım. Türkiye’de darbe yapılmasıyla değişen, tersine dönen uluslararası gelişmeler var. Bunların daha sonra Sovyetler Birliği’nin dağılmasına etkileri dahi olmuş. Hatta şimdi ABD Başkanı seçilen Joe Biden genç bir Senatör olarak ABD askeri taleplerine ikna etmeye gelmiş Ankara’ya, darbenin hemen öncesinde. Dolayısıyla ABD’nin en çok çıkarı olan darbe 12 Eylül.
- Kitapta 15 Temmuz 2016’ya kadar siz de dahil olmak üzere yaygın bir “Bir daha darbe olmaz” düşüncesinin olduğunu belirttiniz. Bu düşünce nereden geliyordu ve şimdi sizce hangi noktadasınız?
Bu benim özeleştirimdir. Türk aydını şöyle bir düz mantık kabulü vardır: Üç darbe de ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş sırasında yapılmıştır. Demek ki bunları Sovyet etkisini kırmak için ABD yaptırmıştır. Nitekim 28 Şubat, artık Soğuk Savaş bittiği için darbeyle sonuçlanmamıştır. Üstelik Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlar Türk Silahlı Kuvvetlerin belini içeriden kırmıştır. Özetle askeri darbe yapacak koşullar ve kadrolar kalmamıştır.
Kendi adıma söylüyorum, bu kitap için çalışırken ne kadar naif baktığımı üzülerek gördüm. Ormana bakarken, ağaçları görmemiş, yıldızları seyrederken gözümün önündeki çukura düşmüş, darbelerdeki asli unsur olan iktidar hırsını atlamışım.
Bir başka peşin hüküm, askeri darbelerin sağ, muhafazakâr iktidarlara karşı Atatürk’ü kendilerine kalkan yapan ekipler tarafından yapıldığıydı. Oysa, kitapta gösterdim, örneğin 27 Mayıs’ın Kemalizmle filan alakası yok. 15 Temmuz ise İslamcı bir örgütlenmenin, kökleri siyasi İslamcılıkta olan muhafazakâr bir hükümete karşı kalkışması oldu. Benim gibi “artık olmaz” diyenlere de acı bir ders oldu.
- Türkiye’yi darbelere götüren iç ve dış süreçleri detaylı bir şekilde anlatmışsınız. 15 Temmuz’a giden süreç ile eski darbelere giden süreçler arasında Türkiye’yi değerlendirebilir misiniz?
15 Temmuz darbe girişimini de dış gelişmelerle fazlasıyla bağlantılı saymak mümkün. Sonuca ulaşsaydı, bölgesel dengelerde köklü değişiklikler olabilirdi, bozguna uğratılınca da akış değişti, ama pek ABD’nin tercih ettiği yönde olmadı.
Özellikle Suriye’deki iç savaşla yaşanan gelişmelere, IŞİD diye bir belanın ortaya çıkmasına, ABD’nin ona karşı PKK ile iş birliğine, Irak ve Suriye’de artan İran etkisine, Rusya’nın Orta Doğu’ya dönüşüne ve İsrail’in bölgede Donald Trump döneminde artan ABD desteğiyle artan etkisine bakarsanız 15 Temmuz’un dış boyutunu kestirmek mümkün.
- Türkiye’de darbe tehdidi mümkün mü hâlâ ve neden?
ABD seçim kampanyasının bir noktasında “ordu göreve” çağrılarının tartışıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Yönetimler zaafa düştüğü anda bu zaaftan yararlanmak isteyenler ortaya çıkıyor.
Darbe ihtimali sadece Türkiye’de değil, dünyanın her köşesinde, her zaman az ya da çok, azalan ya da çoğalan oranda mevcuttur. Azaltmanın çaresi, halkı baskı yoluyla değil adalet ve özgürlük yoluyla yönetime daha çok katmaktan geçer.
- 15 Temmuz’dan gerekli tarihsel derslerin çıkarılabilmesi için hangi noktalara, detaylara ışık tutulması gerektiğini düşünüyorsunuz?
15 Temmuz’a dair henüz karanlıkta kalan çok ayrıntı var. 15 Temmuz özelinde hangi derslerin çıkarılmasının doğru olacağını anlamak için daha fazla somut bilgiye ihtiyacımız var.
- Devrimler, darbeler ve darbe girişimleri büyük bir dünya tarihini oluşturuyor. Bugüne baktığınızda bu kavramlarda değişim görüyor musunuz?
Esasa ilişkin büyük bir değişiklik yok. Milattan Önce 44’te Sezar’ın öldürülerek devrilmesi örneğini inceledim örneğin; dört dörtlük bir darbedir ve sonra darbeciler de yine başka darbeyle devrilmiştir. 1912’de “Halaskâr Zabitan” muhtırasıyla devrilen İttihatçılar 1913’te Babıali Baskınıyla İtilafçıları deviriyor. Yunanistan’da Venizelos’un ikinci darbesi aslında kendine karşı darbeyle yetkilerini artırmak sayılır ve Anadolu’nun işgal girişimine giden yolu açmıştır. 1964’te Sovyetler’de Kruşçev’in yerine Brejnev’in gelmesinin Kızıl Ordu’nun işi olduğunu gördüm; zaten literatüre de “gizli darbe” diye geçmiş. 2013’te Mısır’da Muhammed Mursi’yi deviren, dindar olduğu için zararsız görerek Genelkurmay Başkanı yaptığı Abdül Fettah Sisi oldu.
Özet olarak, yönetimler zaaf gösterdiği anda, kapılar her ihtimale açılıyor.
-Soğuk Savaş çekişmelerinde dinin kullanılan bir unsur olduğunu, siyasal İslam’ın da dünyada bu noktada yükselişe geçtiğini hatırlattınız. Soğuk Savaş bitti, çok kutuplu çok kesişimsel bir dünyadayız. Sizce Ortadoğu siyasetinde siyasal İslam’ın etkisi ne noktada?
Siyasal İslam’ın bittiğini, bitmekte olduğunu hiç düşünmedim, şimdi de düşünmüyorum. Sadece Türkiye için de söylemiyorum bunu.
Sadece siyasi İslamcılık değil, her türlü politize din hareketi yükseliyor dünyada. ABD’de Evanjelist Kilise değil miydi Trump-Pence iktidarına yol açan ve şimdiden Biden-Harris yönetimini sağa çekmeye çalışan? Hindistan da Modi kelime anlamıyla Hindu milliyetçiliği yapıyor. AB üyesi Polonya Katolik şeriatına doğru hızla ilerliyor. Laikliğin beşiği Fransa, birden Müslümanlara karşı Katolikliğini hatırladı. Rusya’da Putin, başı her sıkıştığında Ortodoks Patriğini yanında istiyor. Dünya siyaseti milliyetçilik ve din hareketlerinin kol kola ilerlediği bir dönemden geçiyor maalesef.
TIKLAYIN - Murat Yetkin'in yeni kitabı "Meraklısı İçin Darbeler Kitabı" çıktı