7 Haziran seçimleri sonrasında konuşulan erken seçim senaryosunu değerlendiren Müstakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Nail Olpak, isimleri 17/25 Aralık operasyonlarına karışan dört eski bakanın TBMM’de aklanmasıyla ilgili olarak “Siyasetin hesabı sandıkta verilir. Siyasetçi Yüce Divan’la ilgili lehte/aleyhte bir oy kullandı. Orada alınan siyasi bir tavırdır. Karşılığında da sandıkta görecektir. Kamuoyunun genel vicdani itibarıyla bakıldığında belki Meclis’te değil de bir yargılama yoluyla aklanmaları daha doğru olabilirdi” dedi.
Olpak, 17/25 Aralık operasyonlarıyla gün yüzüne çıkan AKP-Gülen cemaati kavgasıyla ilgili olarak, “Aslında biz önceden temasta olmakla beraber bir işbirliği gerçekleştirmiş değildik. Birlikte yapmış olduğumuz herhangi bir proje yok. Şikâyetçi olduğumuz şuydu; ‘biz varsak başkasına hayat yoktur’ tarzı bize de dayatılıyordu” diye konuştu.
Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Nail Olpak, “Gelin burada iktidarın da eleştirisini yapalım. Yurtdışı seyahatlerden bahsedelim. Son olaylar başlamadan önceki AK Parti iktidarı döneminde siz MÜSİAD’ın hükümetle birlikte gerçekleştirdiği bir dış gezi hatırlıyor musunuz? Bu hükümetin kendisini eleştirmesi gereken noktalardan biridir” ifadelerini kullandı.
Cansu Çamlıbel’in Nail Olpak’la yaptığı söyleşinin ilgili kısmı şöyle:
- AK Parti iktidarının 4 bakanla ilgili yolsuzluk iddiaları için Yüce Divan yolunu kapatan Meclis performansını nasıl değerlendirdiniz? İlk günden ‘Sonuna kadar gidilsin’ diyen bir örgüt olarak ‘neden kapatıldı bu dosyalar’ gibi bir soru işareti taşıyor musunuz?
Siyasetin hesabı sandıkta verilir. Siyasetçi Yüce Divan’la ilgili lehte/aleyhte bir oy kullandı. Orada alınan siyasi bir tavırdır. Karşılığında da sandıkta görecektir. Kamuoyunun genel vicdani itibarıyla bakıldığında belki Meclis’te değil de bir yargılama yoluyla aklanmaları daha doğru olabilirdi. Ama kafalarda şu tür sorular da olabilir; acaba oralara gidilince konu 4 bakanın hadisesinden başka yerlere mi götürülecek, siyasi hesaplaşmalara mı varacak?
- Cumhurbaşkanı’nı kastediyorsunuz...
Gibi... Böyle sorular da var. Ama her şeye rağmen bir şeylerin üstünün kapatılmamasını tercih ederiz. Bu çok net.
- Savunduğunuz gibi AK Parti milletvekillerinin Yüce Divan oylamasındaki tavrına karşılık millet sandıkta cevap verirse, 7 Haziran sandığı ne dedi sizce?
Seçmen, herkes de biliyor, sandıkta AK Parti’ye hâlâ ciddi bir öncelik verdi. ‘Ama eskiden olduğu gibi tek başına hareket etmeni istemiyorum, bu noktada seni ciddi şekilde eleştirdiğim tarafların var’ dedi. Bu ekonomik olabilir, sosyal olabilir, biraz önce söylediğiniz konu (yolsuzluklar) olabilir ama işin toplamında AK Parti’ye önceden vermiş olduğu desteği vermedi. Seçmen HDP ve MHP’ye 80’er milletvekili verdi; yani ‘Kendinizi oyunun dışında tutmayın, ben size görev ve sorumluluk veriyorum’ dedi. Zaten CHP ana muhalefet partisiydi, o seviyede tuttu. Dört siyasi partimiz eğer masaya samimiyetle bu tablodan bir sonuç çıkarmak için oturmaz da bir sonraki seçimin hesaplarıyla otururlarsa, o seçimin sonuçları kendi hedefledikleri gibi olmaz. Seçmen onları muhtemelen cezalandırabilir de. Yakın siyasi tarihimizde buna benzer sonuçlar gördük. Ben sandık sonuçlarını böyle okuyorum, benim tabanım da böyle okuyor.
- AK Parti-Cemaat kavgası iş dünyasını nasıl etkiledi?
Aslında biz önceden temasta olmakla beraber bir işbirliği gerçekleştirmiş değildik. Birlikte yapmış olduğumuz herhangi bir proje yok. Şikâyetçi olduğumuz şuydu; ‘biz varsak başkasına hayat yoktur’ tarzı bize de dayatılıyordu. Gelin burada iktidarın da eleştirisini yapalım. Yurtdışı seyahatlerden bahsedelim. Son olaylar başlamadan önceki AK Parti iktidarı döneminde siz MÜSİAD’ın hükümetle birlikte gerçekleştirdiği bir dış gezi hatırlıyor musunuz? Bu hükümetin kendisini eleştirmesi gereken noktalardan biridir.
- Başbakan’ın yurtdışı ziyaretlerinde neredeyse organizasyonu Dışişleri değil TUSKON yapıyordu değil mi?
Neredeyse ifadesini kaldırın, organizasyonları onlar yapıyordu. 17 Aralık öncesindeki son 1.5 yıl önceye gidiyorum. Başbakan tarafından bizlere ortak görevlendirmeler oldu. Ama görev birlikte verilmesine rağmen maalesef biz çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Beraber bir ülkeye gidiyoruz, orada yaşamış olduğumuzu sıkıntıları ben burada size ifade edersem üzülürüm. Herkesin gözü önünde olan masa kapmacalar falan vardı. Temel sıkıntı şuydu; ben varsam başkasına hayat hakkı yok. Bunu MÜSİAD yapsa da yanlış olur. Ben size TÜSİAD’la ilgili eleştirilerimi dile getirdim. Ama bu ‘MÜSİAD varsa TÜSİAD’a hayat yok’ anlamında bir eleştiri değil, öyle bir eleştiri asla kabul edilebilir bir eleştiri olamaz. Zenginlik, farklı görüşlerin olması ülke için iyidir. Ama maalesef o arkadaşlar bu konuda fazla tutucu ve katı davrandılar.
- Bugün üyeleriniz arasında nasıl bir filtreleme yapıyorsunuz?
Bir filtreleme de yapmıyoruz ama hatalarından dönüp dönmediklerine bakıyoruz. Sonuçta Türkiye’de hep beraber yaşıyoruz. Fikrini değiştirmeyen üyemiz de var, ‘Ben böyle tanımıyordum’ deyip ciddi şekilde eleştiren üyemiz de var. Oradan ayrılıp gelen de var. Biz niyet okuması yapamayız. Biz arkadaşlarımıza ‘Herhangi bir üyeyi alırken kriterlerimiz neyse onları uygulayın ama grup halinde toplu giriş taleplerine izin vermeyin’ diyoruz. Ama onun dışında kapımız açık.
Üyelerimizin yaşam tarzına detektiflik yapmıyoruz'
- Prof. Dr. Ayşe Buğra Türkiye’deki yeni kapitalizmi irdeleyen son kitabında MÜSİAD’ı da içine alan ekonomik model için ‘din ilişki sermayesi’ diyor. Bunu kabul eder misiniz? Size yakıştırıldığı gibi her şeyden önce ‘Müslümanlık’ kimliğini öne çıkaran bir iş örgütü müsünüz?
25 yılı anlatan bir kitabımız var, orada kurucularımız diyor ki ‘Bu derneğin ana eksenlerinden bir bağımsızlık olacaktı. Derneğin ismine BASİAD olarak karar verdik. Başvuruyorduk ki Ankara’da halihazırda BASİAD olarak bir dernek olduğunu öğrendik. O zaman BAĞSİAD yapalım dedik. Ama söylemesi zor diye itiraz geldi. O zaman müstakilden MÜSİAD olsun dedik’. Yani müstakilliğin bağımsızlık kavramından gelen bir altyapısı var. Ayrıca yakıştırmanın ötesinde, evet biz Müslümanız. Ama yüzde 99’ı Müslüman bir ülkede iki gazetecinin, iki işadamının birbiri arasında diğerini öne çıkaran üstünlüğü Müslümanlık olamaz. Mesele sizin daha iyi gazetecilik yapmanızdır ya da benim bu ülkeye daha fazla katkı vermemdir. Müslümanlığımızdan bir rahatsızlığımız yok ama ben Müslümanlığı Türkiye’de bir kimlik olarak ön plana çıkararak bir avantaj sağlama peşindeysem bu yanlıştır.
- Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Hıristiyan ya da Musevi size üyelik için başvursa ne olur?
Bugüne kadar Müslüman dışında kimseden üyelik başvurusu gelmedi. Ama bundan sonra gelirse bana göre başvuru aşamasında eksi bir puan olmaz. Biz üyelerimizin yaşam tarzını detektifçe takip etmek durumunda değiliz. Müslümanım demiştin kaç vakit namaz kıldın, bugün oruç tuttun mu diye sormayız. Bakın orada genel sekreter yardımcım oturuyor, bugün oruç olup olmadığını bilmiyorum. Sormadım, merak etmedim.
Sayın Babacan 2014 yılında yabancı misyon heyetlerinin bize en çok sorduğu sorulardan biridir. Onlara hep şunu söyledim; ‘Sayın Babacan’ın ekonomi yönetiminin performansı ortada ama siyaset bir karar vermek zorunda. Siyaset üç dönem kuralını bozmazsa Sayın Babacan için iki alternatif var. Güçlü alternatif kabine dışı kalması ama hâlâ dışarıdan bakan olma gibi bir seçenek de olabilir’. Bunun örnekleri var; Sayın Davutoğlu, Sayın Efkan Ala, Sayın Kemal Derviş. Bu ihtimal de değerlendirilmezse ne olur? Sayın Babacan’ın altta çok güçlü bir ekibi var. AK Parti kurulduğunda Sayın Babacan ekonominin başına geçtiğinde kendisine ‘Bebecan’ dendiğini de hatırlatmak isterim. ‘Bu çocuk mu, bu Bebecan mı yapacak bu işi’ dediler ama o ‘Bebecan’ dediğiniz kişi Babacan olduğunu gösterdi. Sayın Babacan her şeye rağmen yeni kabinede yer almazsa bir başka Babacan’ın da onun yerini doldurabileceğini, Türkiye’nin bu noktaya geldiğini düşünüyorum.
MÜSİAD: Erken seçim olursa 2016'yı bile kaybederiz, bürokrasi durdu, şu anda kim imza atar ki?