Baskına ilişkin adli soruşturma çerçevesinde ifade veren polis A.İ, Başkonsolos Öztürk Yılmaz’ın bayanların ve çocukların elbiselerine gizlemek için verdiği 1 milyon 350 bin doları IŞİD’in üst aramalarında ele geçirdiğini ve alıkoyduğunu söyledi...
Türkiye’nin Musul Başkosolosluğu’na yönelik IŞİD saldırısı sonrasında alıkonulan ve başkonsolosluk binasını korumakla görevli Özel Harekâtçı polis A.İ.; adli soruşturma çerçevesinde verdiği bilgilerde, IŞİD’in saldırısını anlattı. A.İ., alıkonulma sonrasında IŞİD’in, kadınlar ile çocukların üzerinde 1 milyon 350 bin Amerikan dolarını bulup el koyduklarını aktardı.
Milliyet'te yer alan habere göre, saldırının olmasından iki ay önce Musul’da göreve başladığı belirtilen polis memuru A.İ. alıkonuldukları güne kadar Musul’da sürekli patlamalar yaşandığını, alıkonulmalarından bir hafta önce patlamaların şiddeti ve sayısının arttığını kaydetti. Olaylar sırasında sırasında sürekli teyakkuz halinde olduklarını ve kendi aralarında görev dağılımı yaptıklarını belirten A.İ. “Dışarı ile bağlantı sağlamaya çalışıyorduk. Dışarı ile bilgi akışı zaman zaman Irak vatandaşı Musul şehrinden Faruk isimli şahıs tarafından sağlanıyordu. Son olarak bize Musul’daki bazı önemli yerlerin, özellikle köprülerin IŞİD’in kontrolü altına geçtiğini, çatışmaların arttığını ve bu nedenle daha dikkatli olmamızı konsoloslukta görevli Emniyet Müdürümüz Safi Bey bizlere söyledi” dedi. Alınan bilgilere göre A.İ., şöyle devam etti:
“Biz de bilgiler doğrultusunda önlemlerimizi artırdık. Bu sırada tahliye olacağımız yönünde bilgiler almaya başlamıştık. Bu nedenle resmi evraklar güvenlik amacıyla imha edildi. Daha sonra tahliye fikrinden vazgeçildi. Bize konsolosluk binasının üst kısmında bulunan bayrağın gece görünmesi için aydınlatma yapılması söylendi ve biz de yerine getirdik. Başkonsolosumuz Öztürk Yılmaz, daha sonra aldığı bilgilere göre IŞİD militanlarının konsolosluğumuza herhangi bir saldırı yapmayacağı bilgisini verdi. Ben olay günü gündüz çalışıyordum, tim amiri olarak görev yapmaktaydım. Sabah 10.30 sıralarında kamera odasındaki arkadaşımız bize hitaben telsizden ‘silahlı grupların binaya yaklaştığını ve üç aracın binanın etrafında değişik yerlere bırakıldığını’ söyledi. Kule nöbetçisi olan Abdülsettar arkadaşımız da olayı doğruladı. Daha sonra kapıyı çaldılar. Etraftaki çatışmalar nedeni ile dışarısı ile bağlantımızı sağlayan Arapça bilen şahıslar konsolosluğumuzu terk ettiğinden dolayı, Abdülsettar’ın da Arapça bildiğini bildiğimiz için kendisini aşağıya çağırıp gelenlerle konuşmasını istedim. Abdülsettar IŞİD mensupları ile görüştü. Yapılan görüşmede Abdülsettar’a Musul’u 10 dakika içinde terketmemizi söylediklerini öğrendik. “Bunun üzerine tüm personeli silahlı olarak giriş kapısına topladık. Daha sonra silahlarımızla konsolosluğa ait zırhlı araçlarımıza bindik. Hareket etmeden tüm silahları araçlarımıza çevirdiler ve bize ‘silahlarınızı verin ve öyle gidin’ dediler. Biz bu durumu kabul etmedik. Daha sonra Başkonsolos, Türkiye ile görüştükten sonra bizlere ‘hiçbir şekilde çatışmaya girmememizi, silahları teslim etmemizi’ söyledi. Biz, burada 31 polis 15 sivil vatandaş bulunmaktaydık. Aramızda sivil vatandaşların, çoluk çocuk ve bayanların olması nedeni ile silahlarımızı militanlara teslim ettik.”
“Konsolosluğumuzu kuşatmaya alan yaklaşık 500 militan vardı. Silahları teslim ettikten sonra beşerli gruplar halinde kendi araçları ile birlikte 17 Temmuz Mahallesi olarak bildiğim yerde bir eve götürdüler. Özel eşyalarımız yanımızda idi. IŞİD’ciler ile iletişimi Abdülsettar sağlıyordu. Abdülsettar bize Sünni Müslüman olmamız nedeniyle bir şey yapmayacaklarını söyledi. Daha sonra bulunduğumuz yere içlerinde Türkmenlerin de bulunduğu 5 kişilik bir grup geldi ve ‘1-2 gün sonra sizi serbest bırakacağız’ dediler ve yetkili şahsın kim olduğunu sordular. Daha önceden konuştuğumuz üzere Abdülsettar her konuda tüm sorumluluğun kendisinde olduğunu söyledi.”
“Zaman zaman Abdülsettar ile IŞİD’ciler arasında görüşmeler oldu. Abdülsettar’a Müslümanlık hakkında sorular sorulduğunu öğrendik. Bulunduğumuz yerin fiziki şartları kötü olması nedeni bizi 19 Haziran’da gece Musul’da bulunan iki araçla Olimpiyat evine götürdüler. Bulunduğumuz ev dört katlı bir bina idi, alt katta biz, üst katlarda bayanlar ve yanımızda bizimle birlikte bulunan üç aile kalıyordu. Tüm ihtiyaçlarımız militanlar tarafından sağlandı. İlk gün tüm telefonlarımıza el konuldu. Ben kullanmakta olduğum telefonu Türkiye ile iletişimi sağlamak amacı ile sakladım ve militanlara vermedim, Başkonsolosa verdim. Daha sonra Alparslan Yaşar isimli arkadaşımızdan saklamış olduğu numarasını hatırlamadığım sim kartı alarak Türkiye ile iletişimi sağladık.”
“6 Temmuz’da gündüz cam perdeleri kapalı bir otobüsle ön ve arka tarafta silahlı araçların bulunduğu konvoyla Musul Kalesi’nin yanında bulunan bir okula götürdüler. Buraya geldiğimiz sırada detaylı olarak üst araması ve eşya araması yaptılar. Buldukları paraları, değerli eşyaları, kullandığımız bilgisayarları aldılar. Yaklaşık 2 gün sonra tekrar arama amaçlı gelerek yanlarında getirdikleri bayanlarla, bizim yanımızda bulunan bayanların üzerinde arama yaptılar. Söylendiğine göre Başkonsolos Öztürk Yılmaz’ın bayanların ve çocukların elbiselerine gizlemek için verdiği 1 milyon 350 bin doları bulduklarını öğrendik. Bu olaydan sonra bizlere davranışları daha katı olmaya başladı.”
A.İ., 3-4 gün sonra okulun yakınına bir bomba atılması nedeniyle 15 Temmuz’da gece IŞİD militanlarının kalabalık bir şekilde geldiğini belirterek şunları anlattı:
“El ve ayaklarımızı kelepçelediler ve 02.00 sıralarında bizi tekrar Olimpiyat evine götürdüler ve bir gece kaldık. 16 Temmuz’da 16.00 sıralarında Dicle kenarında atıl bulunan üs olarak kullandıkları tatil köyüne götürdüler. Burada yaklaşık 14-15 gün kaldık. Burada bulunduğumuz sırada IŞİD militanlarının söylediğine göre Maliki’ye ait olduğu söylenen bir basit uçak sürekli bizim bulunduğumuz yerlerin yakınlarını bombalıyordu.” “30 Temmuz’da bulunduğumuz bina bombalandı. Dışarıda bulunan iki militan öldü. Daha sonra buradan 100 kişilik silahlı bir grup gözetiminde kültür merkezi olarak bilinen yere nakil olduk. Burada da sürekli olarak etrafımız bombalanıyordu. Bizim üzerimizde verici ya da telefon olduğunu bizlere söylüyorlardı. Meydana gelen kargaşada kullandığımız telefonu da okulda bulunduğumuz sırada kaybetmiştik. Bombardımanın artması nedeni ile 12 Ağustos’ta terkedilmiş bir Hıristiyan şahsın evine götürdüler.
Bombardımanın artması nedeni ile 12 Ağustos’ta terkedilmiş bir Hıristiyan’ın evine götürüldüklerini belirten polis A.İ. daha sonra yaşananlarla ilgili de şu bilgileri verdi:
“Buraya geldiğimizde evde esir alınan Ezidi kız çocukları bulunuyordu. Biz evin bodrumunda kalıyorduk. Yaklaşık iki gün sonra yakın bir yerde bulunan başka bir Hıristiyan’ın terkedilmiş ikametine gittik.. Kaçırıldığımız yerlerde yanımızda yaklaşık 6-7 kişilik bir IŞİD ekibi yanımızda bulunuyordu. Bulunduğumuz yerlerin kapıları sürekli kilitli tutuluyordu. Ancak bulunduğumuz yerlerin dış kısmında IŞİD militanları sürekli devriye halindeydiler. Nakiller sırasında silahlı yaklaşık 4-5 kişi refakat ediyordu. Bizimle görüşen genellikle sakallı, bıyıksız, uzun saçlı, yarısına yakını maskeli, alt kısmında bol şalvar ve üst kısmında uzun entari tarzı giysileri olan, ağır silahlı olan şahıslardı. Bu şahıslar genellikle Afganistan, Çeçenistan, Suriye, Fas, Tunus ve Suriyeli yerliler idi.”
“Yolculuk sırasında Abdülsettar’ın konuşmalarına şahit oldum. Anlamıyordum ancak Abdülsettar bana tercüme ediyordu. Ben de grupta bulunanlara söylüyordum.. Türkmen IŞİD mensuplarının anlattıklarına göre Suriye ve Musul’da yaklaşık 2 bin canlı bomba olduğunu, amaçlarının Hilafet devleti kurmak olduğunu bize söylediler.”
“En son kaldığımız Hıristiyan’ın evinde iken 12 Ağustos’ta bize serbest bırakıldığımızı, bizim Türkiye’ye götürüleceğimizi söylediler, ancak bizi götürmek için gelmediler. Bizi gözlem altında tutmaya devam ettiler. 19 Ağustos akşamı Abdülsettar Yaşar’ı çağırdılar ve konuştular. Sonra Abdülsettar yarın sabah gideceğimiz haberini verdi. Ertesi gün ayın 20’sinde 13.00 sıralarında geldiler ve iki dolmuş minibüse bindirerek önümüzde ve arkamızda bizlere eşlik ederek önceRakka’ya daha sonra Tel Abyad şehrinden Akçakale’deki sınır kapısından Türkiye’ye giriş yaptık. Bizleri alıkoyan açık kimliklerini bilmediğim şahıslardan davacı ve şikayetçiyim.”