Türk Sanat Müziği'nin üç ünlü ismi Muazzez Abacı, Seçil Heper ve Emel Sayın, 40 yılı aşkın süredir dostlar. Bir zamanlar gazino sahnelerinde sürdürdükleri rekabet, şimdi yerini mutlu bir ortaklığa bıraktı. Sanat müziğinin üç önemli ismi Milliyet gazetesinden Fatih Türkmenoğlu'na geçen 40 yılı ve yeni projelerini anlattı. Geçen 21 Kasım’da Türk Sanat Müziği’nin üç divası bir araya geldiler: Emel Sayın, Muazzez Abacı ve Seçil Heper. İlk konser büyük bir başarıydı, proje tuttu. Salon dolu, izleyici çok mutluydu. Şimdi yenisine hazırlanıyorlar. 28 Şubat’ta, Maslak TİM Show Center’da olacak. O tarihten beri toplu röportaj için beklemedeyim. Hep birinin sağlık sorunu, işi, seyahati ve konserler araya girdi. Derken nihayet randevu tarihi verildi. Mekanı ben seçecektim. “Madem üç diva, o zaman Çırağan Sarayı” olsun dedim. Bir öğleden sonra buluştuk; konular gece olana kadar bitmedi. Bir araya geliş öykünüzü herkes çok merak etmiştir. Emel Sayın.: Bu projenin fikir sahibi Sinan Kuzucu. O aslında bir fizik öğretmeni. İki yıldır bana söylüyordu, Muazzez’le de konuşmuş. Ben hemen “olur” dedim, Muazzez de öyle demiş. Seçil’in engelleri vardı ve biz onu bekledik. Bir üçüncü isim asla düşünmedik. Seçil Heper.: Benim eşim hastaydı. Kanserdi maalesef. Geçtiğimiz yıl kaybettik. “Üç diva bir araya geliyor” haberleri çıkınca heyecanlandınız mı? Seçil H.: Ben çok heyecanlandım. Yeniden, 35 yıl aradan sonra, güzel bir projeyle dönmek çok güzel bir şey. Mangal gibi de yürek varmış bende, hiç korkmadım. Muazzez Abacı.: Seçil’in dönüşü muhteşem oldu! Çok alımlı, çok güzel. Emel S.: Sahneye hiç ara vermemiş gibi geldi. Çok takdir ettim. Seçil H.: Sesim eskiden olduğundan da iyi gibi geldi bana da. “Ya Allah” dedim çıktım. 'Bizi sahnede görünce ağlayanlar oldu' Konserler devam edecek herhalde. Emel S.: Edecek. Bunları Sinan bey daha iyi bilir. Yıllardır sahnelerdeyim, hep dinleyicime saygım var. Seyirci o kadar güzel ki bu sefer... Muazzez A.: Hepimiz kendimize göre bir şeyiz ama bir araya gelince halk üç kat sevdi bizi. “Ne güzel el ele vermişler, karşımıza gelmişler” diye çok mutlu oluyorlar. Bir de ustalarımızla düetler yapıyoruz; orada da halk çok alkışlıyor. Zeki Müren, Hamiyet Yüceses, Gönül Akkor, Behiye Aksoy... Emel S.: Ağlayanlar oldu, ben bunu gördüm. Biz de aynı duygularla çıkıyoruz sahneye tabii. Bir sanatçının bunları duyması çok önemli bir şey. Ustalarımızla düet yapıyor olmaktan da çok heyecanlıyım. Seçil H.: Ben hep aşağı, salona inerim. İnsanların gözlerini görmek isterim. O coşkulu sevinci hissettim. Derken düştüm geçen konserde... Hatta ayağım kırıldı. Ankara’da da konser verdiniz... Emel S.: Evet. Hani o çok ciddi bir fırtına olmuştu ya, biz o gün uçakla İstanbul’a dönüyorduk. Seçil’in ayağını alçıya almışlardı, o ayağını uzatıp uçağın en önünde oturuyordu. Çok korkuyorum, nasıl sallanıyoruz ama ayıp olmasın diye sesimi de çıkartamıyorum. Seçil’le benim aramda oturan Muazzez “Ay ay çocuklar, sonumuz geldi” diye bağırıyordu. Seçil H.: Bana da “Sen alçılı ayakla kurtulamayacaksın” diyordu... Ay ne korktuk, hem de ne güldük... Kaç yıldır sahnedesiniz Emel hanım? Emel S.: Söylemeyeyim. Seçil H.: Söyle canım! Emel S.: Şaka yapıyorum! Hah hah... Ben 70’te İstanbul’a geldim. Bir de öncesinde Ankara Radyosu var. Konserlerden çok para kazanılıyor mu? Emel S.: Bizim sevdiğimiz bir şey olunca amatör ruhla sarılıyoruz. Muazzez A.: Biz daha önce kasetlerden de para kazanamadık, değil mi Emel? Emel S.: Hayır. Türk sinemasında da olduğu gibi. Şimdi galiba televizyonlarda biraz daha çok para kazanmak mümkün. Muazzez A.: Ama Allah’a şükür çok sevildik. En şanslı zamanda bu işleri yapmışız. Çiçeklerin içinden pırlanta yüzüklerin çıktığı dönemlerde siz sahnelerdeydiniz. Gerçekten yüzük çıktı mı? Muazzez A.: Bana bir kere geldi, bir hanımefendiden. Belma Simavi bana yakut küpe ve yüzük takmıştı. Emel S.: Biz onu hakaret gibi görürdük; tabii böyle zarif jestleri kast etmiyorum. Bana da bir kere bir izleyiciden geldi, sahneyi bıraktım! Zaten ortam da değişmişti... Muazzez A.: Ay ne üzülüyorsun; al taşı tak! Emel S.: Hah! Muazzezciğim çok hoşsun... O taşın bir amacı vardır çünkü. Bebek Belediye’deydim; o program bitti, sahneyi bıraktım. Seçil H.: Bana geldi ve yüzüğü gönderenle evlendim! Peki sahne uğurlarınız var mı? Muazzez A.: Ben 21 tane besmele çekerim bir de anne ve babama Fatiha okurum. “Aman ruhlarınız benimle olsun” derim. Bir de sağ ayağımla girerim. Seçil H.: Ben Amentü okurum, sağ ayağımla da sahneye atarım kendimi. Emel S.: Ben evden çıkmadan önce iki rekat namaz kılarım. Sahneye ben de sağ ayakla, besmeleyle çıkarım. Seçil H.: Yani hepimiz abdestli kızlarız gördüğünüz gibi. Gerçi abdest alacak bir şeyimiz de kalmadı ki; biz hep abdestliyiz artık... Yeni nesilden kimleri beğeniyorsunuz? Muazzez A.: Buraya ille de geleceksiniz! Ben size sorsam da siz bize yardımcı olsanız... Emel S.: Bu soru zor soru; cevaplarla bazılarını ya şişiriyorsunuz ya da kırıyorsunuz... Peki, yeni nesli boşverdim, bu konserlerinizde hanginizin hangi şarkıları söyleyeceğinizin kararını nasıl verdiniz? Muazzez A.: Devamlı bunun mücadelesini verdik! Hâlâ çılgınlar gibi çekişme halindeyiz... Emel S.: Biz öyle assolist zamanında da kimseye liste vermedik. Bazıları yaparmış. Seçil H.: Ben bir şarkıyı birinde beğendiğim zaman “Aman Emel, Muazzez, bunu hep siz okuyun” diyorum. Mesela “Çile Bülbülüm”ü hep Emel okusun. Emel S.: Eskiden biz asmadık liste falan, zor durumda da kalmazdık. Biz iyi huyluyduk. Ama alt kadrodaki sanatçıda hep bir saygı vardı. Popüler şarkıları soliste bırakırlardı. Muazzez A.: Ya da isterlerdi. Mesela Hülya Avşar benim meşhur “Kadere Bak” şarkımı istemişti. “N’olur Muazzez abla, ben okuyayım mı?” dedi. Ben de “Oku” demiştim. İlk çıktığında ne de güzeldi... “Hicran adıyla Mor Kulüp’te kaçak çalıştım” Neler yaşamışsınızdır sahnelerde... Seçil H.: İzmir’de o kadar kötü bir şey olmuştu ki... Bana çok kötü şeyler yaptılar. Sonra ertesi gün gazeteyi bir açtım, bana o büyük kötülüğü yapanlar, Bolu yolunda kaza geçirmişler, hepsi ölmüş. Ne yaptılar Seçil hanım, çok merak ettim; küfür mü ettiler? Seçil H.: Küfürden de beter... Ben geri çekildim sahnede, “Programa devam et” dediler, bir şey olmamış gibi çıktım gene. Ama iğrenç bir şeydi. Emel S.: Sahne çok riskli, her tür insan geliyor tabii. Belki de TRT Radyosu’nda kadrolu olan sanatçıların gazino sahnelerine çıkması bu yüzden yasak. Muazzez A.: İstifa etmek lazımdı... Valla ben 15 gün kaçak çalışmıştım; “Hicran” adıyla, Mor Kulüp’te. Emel S.: Aa, o Hicran sen miydin? Bir “Hicran” duyuyorduk! Muazzez A.: Yok o Hicran başka Hicran, o duyduğun konsomatris Hicran! Emel S.: Hah! Valla beni çok güldürdünüz... Çok yaşayın kızlar! 'Parfümü bacaklara sıkardık, yürüdükçe koku yayılırdı' Assolistlerin kıyafet işleri ne kadar zormuş. Size gelmeden önce biraz arşivde dolaştım, ne kadar çok “Şu modacı dikti, bu kadar para verildi” diye haberler yapılmış. Emel S.: Eskiden 1,5 aylık çalışma için yedi elbise diktirirdim. Hep aynı dinleyici geldiği için farklı olmaya özen gösterirdik. Muazzez A.: 20 yıl hep saçımız, başımız, yüzüklerimiz için para harcadık. Ancak meslekteki 21’inci senemde ev alabildim. Emel S.: Hep kazandığımızı yatırıyorduk. Kostüm ve berber masraflarımla muhteşem bir han sahibi olabilirdim bugün. Seçil H.: Ben sahnede çok az kaldım, beş sene falan. Buna rağmen kıyafetlere çok ciddi paralar ödediğimizi hatırlıyorum. Peki sahneye çıkmadan önce bir kutu parfümü boca ettiğiniz doğru mu? Emel S.: Yani bir şişe değil de, yarıya kadar indiği olurdu. Özellikle de bacaklara sıkardık. Sahne biraz yüksekte ya, yürüdükçe koku yayılsın diye. Seçil H.: Ben eskiden sinek ilacı konan fısfıslara koyardım parfümü. O zaman atomizerli şişe yoktu. Bir dolu filiti perdelere fıslatırdım. Perde açılınca da sahneden bütün salona parfüm kokusu yayılırdı. Muazzez A.: Bundan 25 sene önce perde açılınca nasıl bir haşmetle peşrev başlardı, nasıl garsonlar bile yürüyemezlerdi. O nasıl bir ruhtu... Parfüm falan hiç! O ruhu hisseden, “iyi” olmak zorundaydı zaten. Başka bir ambiyanstı o. Yıllarca “Kim gelmiş?” diye bakamadık. Emel bir çıkardı, Allah muhafaza. Çatal-bıçak dururdu. Sizce bir assolistte mutlaka olması gereken özellikler nelerdir? Muazzez A.: Işık. Her yönlü ışık; görüntü, beyin, ruh ışığı. Güzel şarkıları hep ruhumuzla coşturduk biz. Yoksa bu şarkılar söylenmezdi. Bir de tabii Emel Sayın gibi eline yüzüne bakılır olması lazım... Emel S.: Star ışığı. Hassasiyet ve bakış açısındaki keskinlik şart. 'Bizde Ajda’nın, Sezen’in ne sırları var” Anılarınızı yazmayı düşünmediniz mi hiç? Emel S.: Ben yazmaya başladım. İnsan neler neler hatırlıyor. Seçil H.: Her şeyi tam yazmak lazım ama... Ben de yazacağım ama ölümümden sonra yayımlanacak. Muazzez A.: Kurban oluruz ayol! Bizde ne anılar var, ne kızların ne sırları var... Ahu Tuğba’nın, Zerrin’in, Nilüfer’in, Ajda’nın, Sezen’in ne sırları var bizde; yazacak mısın yani hepsini? Emel S.: Valla bende de bazı şeyler var, ama anlaşılan sende daha müthiş şeyler var Muazzez! Abacı: Hafta Sonu’nun her sayısına manşet olurdum Sizin güçlü sevgilileriniz oldu, basında biraz hırçınlığınızla da yer aldınız. Muazzez A.: Benim gençliğimde hep “Senin sonun Cahide Sonku gibi olacak” derlerdi. Manşetler atarlardı bana. Öyle olmadı işte. Her hafta, Hafta Sonu’nda manşettik. Benimle tirajını 100 bin yapmıştı. Demek ki bende de bir şeyler varmış... Bir defasında Hasan Bora’ya çok sinirlenmiştim. Gittim bir yumruk attım, Hasan devrildi. Arkadaşlarım bekliyor, “Neredeydin?” dediler. “Birini hallettim, geldim” dedim! 30 sene sonra bu üçlünün yerinde kim olur? Valla bilemem, onu siz bileceksiniz. Bak arkadaşım, ünlü olmak başka bir şey; ama işin bir de background’u var. Biz üçümüz de radyodan geldik. İlimli irfanlıyız, okumuş yazmışız. Şimdiki popüler şarkıcılarda böyle bir beklenti de yok. Biz çok zor ünlendik, buralara tırnaklarımızla geldik. Çok çalıştık. Radyodayken bazen toplu söylenen şarkılarda bağırıverirdim de, öndeki hanımlar arkaya dönüp “Yumsana sesini kızım” derlerdi. Eski haberlerde gördüm, assolistken programın başındaki fasılda sahneye çıkmışsınız. Çok büyük istek olmuştu. O zaman Maksim’in koyu müdavimleri vardı. İsmi maruf kişiler, Erol Simaviler falan. Fasıl dinlemeye gelirlerdi. İstek yapmışlardı. Bir program yapmıştık, çok güzel olmuştu. En unutamadığınız sahne anınız hangisi? Daha radyodayım, öyle biraz biraz ismim duyulmaya başlamış. Side’de tatildeyim. Aspendos’un da açılışı var, 1972 falan. Plajda “Ah ileride çok büyük bir sanatçı olsam da Aspendos’ta konser versem” diye hayallere daldım. Yarım saat falan kendimi orada konser veriyormuşum gibi hayal ettim. Bir tane kaset teklifi var, daha kaset yapmak üzereyim, düşün... Şekerim iki saat sonra, Antalya Belediye Başkanı bir adam göndermiş “Muazzez hanım Aspendos’ta konser verir mi?” diye sordurdu. Ne büyük bir tesadüf... Yaa. Çok mutlu olmuştum. Bir de Ankara’da, Radyo’daydım. Bedia Muvahhit’in Açık Hava’daki jübilesinde Zeki Müren sahneye çıkacakmış, bir terslik olmuş, gelememiş. “Bir kız var, onu getirelim” demişler. Oradaki heyecanımı hiç unutamam. Başka? Sezen’le Almanya’dan konserden geliyoruz. Sezen “Doğru bana ineceğiz” dedi. Ay nasıl ona gideyim? Kızım Saba o zaman daha genç, bir sürü şey almışım, elim kolum dolu... “Yok, ille gel, yarım saat kal” dedi. Meğer annesi Onno’yla olmasına kızıyormuş. Biz Onno’yla sevgili rolünde girdik eve, anneyi İzmir’e yolladık; ben de kendi evime gittim! Tabii bu anıların ipe sapa gelir olanı. Daha neler var neler... Sizin TRT programları çok sıcak oluyor. Evet, ben de öyle hissediyorum. Salı akşamları genç çocuklarla birlikte, çok büyük mutlulukla program yapıyorum. Biz bu halka vefa borcumuzu çok zor öderiz, bu gerçek. Bu halk bizi hep başının üstünde taşıdı. Sokakta gören gelip öpüyor, seviyor. Onların gözünde, hâlâ onların bizi ilk tanıdıkları yaştayız. Gençler “Bizim annemiz babamız sizi çok severdi” diye geliyorlar. “Siz sevmiyor musunuz evladım?” diyorum. Hemen “Tabii efendim” diyorlar. Bir de tabii torun var. Artık bütün dünyam o. Amerika’da yaşıyorlar ya, gelemiyorlar. Sarah şimdi 8 yaşında, onun sevgisi Saba’ya olan sevgimi de geçti. Şimdi gücüm var, gidebiliyorum da, sonra ne olur bilemem. Çocuklar için anneanne başka oluyor; beni görsün, benimle anıları olsun istiyorum. Emel Sayın: Issız bir kadınım Radyoda hepiniz aynı dönemden misiniz Emel hanım? Emel S.: Ben onlardan bir sene önce girdim. Aman ne zorluklar çektik... Her sabah memur gibi gider her akşam çıkardık. Bir kere 10 dakika geç kalmıştım da, şefimiz Muzaffer İlkar beni stüdyodan kovdu. Ben ağla, ağla; ölmek istedim. Öğrenci gibiydik orada... Muazzez hanım Sezen Aksu’yla ilgili bir anısını anlattı. Sizin de bir Sezen anınız mutlaka vardır. Olmaz mı? Bir ara çok görüşürdük, ben onlara sık sık giderdim. Sezen de Onno’yla beraberdi. Ne zaman gitsem Onno elinde bir gülle geliyor, Sezen’e veriyor. “Ayol ne kadar nazik adam, sana hep gül getiriyor” dedim. “E tabii, her zaman suçlu” dedi! Çok aşıklardı, çok hazin oldu... Şimdi dizi yok; başka televizyon projesi var mı? Konuşulan bir şeyler var ama ne kadar olabilir, bilemiyorum. Daha kesin konuşamıyorum. Biliyorsunuz, bunlar riskli şeyler. Ağustosa kadar bu konserler devam edecek. Şu anda sonsuz bir saygı ve sevgi yaşıyoruz. Bu konserlerle çok mutluyuz, bunun karşılığı ölçülemez. Şu anda birlikte olduğunuz kimse var mı Emel hanım? Yok maalesef. Issız bir kadınım. Sevgililer Günü’ne bir şeyler yetiştirmeye çalıştık ama geç kaldık! Aslında hayatımdan memnunum, insan bazen bir arkadaş arıyor. Ben de ilk defa böyle konuşuyorum, hani bir ilişki özleminde değilim. Uzun zamandır da yalnızım. Ama ne olursa olsun, insanız. Kadınım. Bir şeyleri paylaşmak adına arıyor insan... “Babam size aşıktı” diye yanınıza gelenler oluyor mu? Olmaz mı? Şimdi hepimiz rahatladık tabii, kemale erdik. Eskiden söyleyemezlermiş. Hanımlar gelip “Kocam size aşıktı” diyorlar. Ben de şarkı sözleriyle cevap veriyorum, “Daha önceleri nerelerdeydiniz?” diyorum! Kadın okurlarımız mutlaka güzellik sırrınızı merak eder. Ufak tefek şeyler yaptırdım; büyük ameliyatlar değil. Şimdi rötuş niteliğinde botoksla idare ediyorum. Bizim nesil maalesef sporla çok iç içe değil; aslında en güzeli bol egzersiz. Seçil Heper: Kocamın ölümünden sonra...İnsan bu kadar uzun ara verdiği zaman dönmekten korkmuyor mu? Seçil H.: Bizim radyo eğitimi o kadar sağlamdı ki; inanın hiç korkmuyorsunuz. 30 küsur sene ara verdim ama hiç endişem olmadı. Repertuvar genişliğimiz var tabii. Gerçi böyle bir proje olmasaydı girmezdim. İnsanlar çok değişti çünkü... Bana bu proje çok uygun geldi. Bütün izleyicilerimize çok teşekkür ederim. Kaç yıl evli kaldınız? 35 yıl evlilik, üç de öncesi, toplam 38 sene... Bu arada sadece televizyon ve birkaç konser yaptım. Her şeyi kapadım artık. Aşkı yaşadım, sevgiyi ve dostluğu yaşadım. Melih’le çok uzun, çok saygı ve sevgi dolu bir birliktelik yaşadık. Bir daha bir başkasıyla beraber olmam mümkün değil. Artık unumu eledim, eleğimi astım. Yalnızlığa alıştınız mı? Alışamadım... Hep onu arıyorum. Her yerde onu arıyorum. Erkek mağazalarına bile bakamıyorum; hep aklıma Melih geliyor. Ne kadar tutkuyla bağlanmışım meğer... Her şey onun içinmiş. Ondan sonra hayatımın bir ehemmiyeti kalmadı. Gezmekmiş, tozmakmış, hiçbir şeyde gözüm yok artık. Bana hiçbir şey zevk vermiyor. Eşimden sonra, hele böyle bir eşten sonra, bir başkasıyla beraber olmak, ona kendimi ve hayatı anlatabilmem mümkün değil. Ne güzel bir beraberlikmiş... “İyi ki bu evliliği yapmışım” diyorum. Çok mutlu oldum; yoksa zaten çoktan biterdi. Geçen gün 7 Şubat’tı. Onun ölüm yıldönümü. Kabristana gittim, ağlamaktan gözlerim patladı. Çocuk istemediniz mi? İlk zamanlarda biraz istedim ama eşimde bazı problemler falan vardı, uğraşmadık. Zaten benden yaşça çok büyüktü. Biraz uğraşsaydık olurdu mutlaka. Yeğenlerim var, onları büyütüp okuttum. Şaka değil, şimdi bile olabilir. Bu konuda gazetelerde haberler okuyorum. Yok artık... Bak aklıma ne geldi: Safiye Ayla’yla Bedia Muvahhit asansörde karşılaşmışlar. Safiye Ayla “Ah mahvoluyorum, nasıl bir adet dönemi geçiriyorum anlatamam, sanki ölüyorum” demiş. Bedia Muvahhit şöyle bir bakmış ve cevabı yapıştırmış: “Şekerim ben de şimdi çocuk aldırdım!”