Bayram Candan’ın İstanbul Galeri Apel’deki son sergisinin ismi ‘Zerredir Belki Ama Yok Denilmez’. Bu isim bazıları için başka şeyler çağrıştırıyor olmalı. Zerre, parçası olduğum Replikas’ın 2008 Kasım ayında Peyote Müzik’ten çıkardığı son albüm çalışması. 2005 yılında Avaz’ı kaydettiğimizde bir sonraki albümü kendine ait ses karakteri barındıran bir binada kaydetme fikri oluşmuştu. Böyle bir mekân arayışımız bizi Gökçeada’ya kavuşturdu. Birçok insan için onca kayıt aletlerini toparlamak ve Gökçeada’da albüm kaydetmek delilik olarak algılansa da sonunda fark ettik ki şehirdeki stüdyoda saatler geçirip İstanbul’un keşmekeşiyle boğuşmak aslında delilik olarak tanımlanabilir. Adanın bize verdiği huzur derin bir duygu olarak bugün albümün içinde saklı olarak bir yerlerde duruyor. Elbetteki bizim öncelikli amacımız daha çok işin formuna yönelik akustik sonuçlar üzerine bir mekân bulmaktı. Doğal olarak dünyada var olan, duyduğumuz veya algıladığımız tüm sesler kapalı veya açık bir mekân içerisinde yer almak zorundalar. Kapalı bir mekâna girdiğimizde ürettiğimiz bir ses; bize mekânın boyutu, hatta içerdiği malzemenin cinsine dair birtakım bilgiler sunuyor. Ses bu anlamda mekânı tanımlayabiliyor. Oysa Gökçeada’da geçirdiğimiz 10 günlük kayıt sürecince kullandığımız mekân bize az önce bahsettiğim veri iletiminden farklı bir şeyler de sunmuş oldu. Mekân bize müziği üretmenin salt mekanik bileşimleri olmadığı, müzik ile yansıtmak istediğimiz duyguların çalgılarımız üzerindeki fiziki etkileşimlerin ötesinde olduğunu bize yansıttı. Zerre’nin yepyeni boyutlar kazandığı anlar işte o günlerde başladı. Gökçeada sonrası albümün son haline yaklaştığı günlerde Bayram Candan ile buluşup arabada albümü dinlemeye başladık. Albümü dinlemeye başladığımız o anın nelere yol açacağını tahmin bile edemezmişim. Bayram sessizce albümü dinledi, belki de kulağından enjekte etti demek daha doğru olacaktır. Sonra Zerre’nin hacimsel dolgunluğundan ne kadar çok etkilendiğinden bahsetmeye başladı. O an bir müzisyen ve bir heykeltraşın aynı zeminde bir araya geldiğine tanık olmuştuk. Mekânsallık kavramı heykelin algılanmasında kaçınılmaz bir olgu. Tarihin çeşitli zamanlarında sanatın çeşitli disiplinlerinin birbirilerinden etkilenerek ortaya eserler çıkardığını gözlemlemek mümkün. Aynı şekilde sanatın birçok kolunun birbirinden bağımsız olarak algılanması da söz konusu olamaz. Ancak müzik gibi varloşunu çok geçmişte soyut bir kavram olarak ortaya koymuş bir alanın heykel gibi elle tutulur, gözle görülür bir alanla birlikteliği oldukça tartışmalı olacaktır. İçgüdüsel tetiklerle yola çıkılan müzik üretiminde ortaya çıkan eserlerin yazılı metinler ile ifade edilmeleri kavramsal birlikteliklerde tanımsızlıklar yaratmakta ve dile getirilen değerler eserin içinde barındırdığı soyut yaklaşımlara ters düşebilmektedir. Sesin görselleştirilmesi Heykelin ortaya çıkardığı form kavramsal olarak soyutluk içerse de temel bilimci bir bakış açısıyla irdelendiğinde elle tutulur oluşu kaçınılmazdır. Sesin heykele dönüştürülmesi etkinliği bir anlamda sesin görselleştirilmesi olarak da algılanabilir, ancak bu noktada sesin veri olarak görselleştirimesinden ‘sonification’ ayrı bir ifade barındırdığını belirtmekte fayda var. Bayram Candan’ın eserlerinden Hortum isimli çalışmasında, albümdeki haliyle düşünüldüğünde insanı içine çeken, sarsan, hayatına kasteden bir müziğin, katı halini karşımızda buluyoruz. Sergideki Hortum heykeli ile albümdeki Hortum şarkısı kelime ortaklığı ötesinde kelimenin anlatmakta eksik kaldığı birtakım hisleri de insana yaşatıyor. Heykel sizi içine çekiyor, hayatınıza kastediyor, sizi oradan oraya atmak istiyor. Bu birliktelikte görüldüğü gibi ‘Hortum’ salt kelime anlamının ötesinde parçanın ruhunu yansıtan başlıbaşına bir yapıt olarak karşımıza çıkıyor. Sergide dikkat çeken bir başka eser olan Dulcinea heykelinde ise yakından tanıdığımız Don Kişot karakterinin hepimizin içinde yaşayan hallerini, istek ve arzularını duymamak, görmemek olanaksız. Bayram Candan’ın bakışından bu hikâyede derinlemesine barındırılan ‘bir sevgiliye özlem’ adına yaratılan hayal gücü nitelendirmeleri bizim bir anda görmeye alışık olmadığımız bir karakteri karşımızda görmemize olanak veriyor. Replikas o gizemli karakteri satırlar arasında ararken, Bayram Candan ise eserin karşısındaki yarattığı şaşkınlığımızla önceden var ettiğimiz karakteri bizden alıp götürüyor. Replikas’ın Bayram Candan ile olan işbirlikteliği aslında çok yeni sayılmaz. Şubat 2006 tarihinde Aksanat’da sergilenen Kopyakatil sergisinde Bayram Candan’ın Belen Kahvesi isimli mekânsal yerleştirmesinde Replikas’ın yeniden yorumladığı Ormancı Türküsü’nü eski bir radyodan dinlerken bu birlikteliğin ilk buluşmasını da tatmış olduk. Bayram Candan’ın son beş yıl içinde ürettiği işler üzerinden konuşmak gerekirse, ses malzemesinin sanatsal üretimindeki katkısının son sergisinde doruğa ulaştığını söylemek mümkün. Gözlemlediğim ve tanık olduğum kadarıyla Bayram Candan yapıtlarında boyut olgusuna oldukça önem veriyor. Üst üste eklediği boyutlandırmalarında üç boyutlu objelerinin uzanımları ona yetmiyor ve daha fazlasını yansıtmak istiyor. Bu noktada ses bir malzeme olarak herhangi bir sıralama ilişkisi olmaksızın objenin boyutunda kendine yer buluyor. Ses malzemesini metal alaşımlarla beraber eritiyor, büküyor, şekillendiriyor ve eserine katıyor. Kanımca gözle görülemeyen ses algısının dokunulabilir bir boyut kazanması oldukça zor bir iş. Bir çıplaklık hissi Replikas adına konuşmak gerekirse özellikle bu iddiayı kendi müziğimiz üzerinden okumak bizlerde oldukça karışık duygulara neden oldu. Yıllardır yayınladığımız albümler üzerine çeşitli yazılar ve fikirler üretildi. Bunların yanı sıra müziğimiz ile birliktelik kuran çeşitli filmler, müzik videolari, grafik çalışmaları üretildi. Ancak ilk defa birisi bizim bir çalışmamızı kalıplaştırıp gözlerimizin önüne koymuş oldu. Serginin ilk günü bende oluşan his bir çıplaklık hissiydi. Yarattığımız müzik eserlerine bir başka şekilde bakar oldum. Bir sanatçının eserine dışarıdan bakmaya çalışması pek kolay bir şey değildir, ancak Bayram Candan bize tatlı bir yolculuk yaşattı. Sergide yer alan heykellerin sağından solundan yürüyerek onları izlemek bizlere müziğimiz ile yaşatmak istediğimiz boyutsal biçimlendirmeyi herkesten önce bizlere şahsen tattırmış oldu. Tıpkı bir albümü defalarca dinlemek gerektiği gibi defalarca ziyaret edilmesi gereken bir sergi olduğu düşüncesindeyim. Sergi, bu hafta sonu bitiyor.