Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı, Müslümanlara yönelik "katliam" haberleriyle gündeme gelen Myanmar'daki sorunun temelinin, "İngiliz sömürgeciliğinin ardından bölgede ortaya çıkan siyasi tabloya dayandığını" söylüyor. Karaağaçlı, bugün yaşananlara ilişkin aktarılan bilgilerin çoğunun sağlıksız olduğuna da dikkat çekiyor.
Halen BİLGESAM Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü Direktörlüğü görevini de yürüten Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı, Hindistan yarımadasında İngiliz sömürgeciliğinin çökmesinden sonra ortaya çıkan ulusal devletlerin Arakan Müslümanlarının bugün yaşadığı zorlukların temelini oluşturduğunu savunuyor. Karaağaçlı sömürgecilik sonrası bölgede yaşananların arka planını da anlattı.
Duvar'dan Sadık Güleç'in sorularını yanıtlayan Doç. Dr. Abbas Karaağaçlı'nın yanıtları şöyle:
Myanmar’daki olayların tarihsel arka planından başlayarak gidelim. Sanırım bu kıtadaki sorunlar Hindistan’ın İngilizlerden bağımsızlığını kazandığı 1948 yılına kadar gidiyor. Bugünkü sorunların kaynağı sanırım sömürgeciliğin çökmesinden sonra ulusal devletlerin kurulması ve aralarındaki sorunlar ile bağlantılı.
Sizin de dediğiniz gibi Hint yarımadasının İngilizlerin sömürgeciliği altında bulunduğu sırada, yani bugünkü Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’i kapsayan o bölgede, İngilizler, suyu bulandırarak ve Afrika’da yaptıkları gibi bir çok dini etnik azınlığı birbirlerine karşı kışkırtarak savaşlar çıkartarak imparatorluklarını böyle devam ettirdiler. Bu İngilizlerin sömürü düzenlerinin sürdürmesinin en önemli yöntemiydi. İngilizler çıktıktan sonra da bu bölgenin pek çok, dini, etnik çatışmalara sahne olduğunu gördük ve şahit olduk. Tabi benim hiçbir zaman sempati ile bakmadığım Muhammed Ali Cinnah tarafından Hindistanlı Müslümanların Hindistan’dan kopartılması emperyalizmin ekmeğine yağ sürmüştür. Her ne kadar Hindistan’ın kurucuları dünyanında yüzyılımızın en büyük liderlerinden biri olarak kabul ettiği Mahatma Gandhi ve Cevahir lal Nehru gibi liderler Cinnah’dan ülkeyi bölmemesini talep ettilerse de, Cinnah Hint Müslümanlarının önemli bir kısmını Pakistan adı altında yeni bir ülke şemsiyesi altında birleştirdi. Hindistan dünyanın en büyük Müslüman ülkesiydi, ne yazık ki bu bölünmeyle Pakistan adında suni bir devlet meydana geldi.
Sanırım o yıllarda Müslümanlar, Hindular ve Budistler çok iç içe yaşıyorlar. Sınırlar bugünkü gibi çok belirgin değil.
Kesinlikle öyleydi. Zaten tek bir ülke içinde beraber yaşıyorlardı. Biliyorsunuz Hindistan’ı dönem dönem Müslümanlar idare etmişti özellikle Müslüman Babür Hanedanı döneminde ülkede çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. Güzel bir ülke Cinnah’ın girişimiyle bölündü ve Pakistan ortaya çıktı. Pakistan kurulduğundan beride gün yüzü görmemiştir. Zira Pakistanlı diye bir halk yoktur. Pakistan Pencaplı, Sindhli, Paştunlu, Beluç ve diğer azınlıklardan oluşmaktadır. Pakistanlı diye bir halk yoktur. Benim bu konuda “neden Pakistan ulusal birliğini sağlayamıyor” diye bir araştırmamda vardır. Kurulamıyor. Çünkü orada kurulan bütün partiler ya etnik temellidir ya mezhep temellidir.
Pakistanlılar daha çok Paştun gibi görülür. Siz öyle bir çoğunluğun olmadığını mı söylüyorsunuz?
Paştunlar var Beluciler var, Sindhliler var, Pencaplılar var. Hepsi ayrı bir etnik gruptur. Pakistan’ın ulusal bir devlet olamamasının en büyük sebebi oradaki bütün partiler ya Paştun partisidir, ya Beluci partisidir ya da Sindh partisidir, ya Sünni ya Şia partisidir. Bu anlamda ulusal birliklerini şu ana kadar asla sağlayamadılar. Bugün de biliyorsunuz Pakistan’ın içindeki dinsel selefi terör örgütlerinin kaynağı Pakistan’daki dini medreselerin içinde üstlenmiş terör örgütleridir. Bugünki IŞİD ve bütün terör örgütlerinin kaynağı Taliban’dır El Kaide’dir. Pakistan’da üstlenmiş bu selefi, vahabi terör örgütleri batıdan doğuya bütün dünyayı kana bulayan bu terör örgütleri buradan çıkmıştır. Elbette bunlara destek veren ABD emperyalizmini bunun dışında tutmuyoruz. Özellikle Pakistan Ordusu’nun askeri istihbarat teşkilatı ISI bu hususta önemli rol üstlenmektedir.
Pakistan’dan da Bangladeş’in ayrılması 1970’li yıllarda gerçekleşiyor. İlginç olan Müslüman Bangladeş bağımsızlığını Müslüman Pakistan’a karşı Hindistan’ın desteği ile kazanıyor.
Evet biliyorsunuz orada da Mucip Ur-Rahman’ın liderliğinde bir bağımsızlık kazanıldı. Bunun sonucunda Bengal Körfezi ayrıldı. Pakistan ayrıldıktan sonra sürekli askeri darbeler ile idare edilen bir ülke konumuna geldi. Bangladeş’de aynı şekilde askeri darbeler ile idare edildi. Ekonomik, siyasal ve kültürel olarak dünya sıralamasının en altlarında yer alan ülkeler oldular. Demokrasi hiç olmadı. Bunun yanında Hindistan’a bakın en azından dünyanın en büyük demokrasilerinden birisi diyebiliriz. Ama neden Pakistan’da demokrasi yerleşemiyor, neden Bangladeş’de demokrasi yerleşemiyor otoriter bir rejimle idare ediliyor. Biraz bunların kökenine bakmak gerekiyor.
Peki Bangladeş’in bağımsızlığının kazanmasından sonra bu durumun bugünkü Myanmar eski adıyla Burma ve Arakan bölgesine olan etkisi ne oldu? Çünkü bugünde Arakanlı mültecileri Bangladeş kabul etmek istemiyor. Arada nasıl bir ilişki var?
Rohingyalı Müslümanlar 48 milyonluk Myanmar ülkesinin 1 milyon 100 bin civarında Müslüman azınlığı olup o ülkenin Rohin eyaletinde oturan Sunni Müslümanlardır. Rohingyalı Müslümanların Myanmar’ın Batı Sahillerinde bulunan Rohin eyaletinde ikamet ediyorlar. Rohingyalı Müslümanlar zor şartlarda kamplarda ikamet ediyorlar ve merkezi hükümetten izinsiz Rohin eyaletini terk edemiyorlar. Geçmişte de bu böyleydi ve başka yerlere seyahat özgürlükleri bulunmuyor. Bazı bilim adamlarına göre Müslümanlar 12. yüzyıldan beri bu bölgede ikamet ediyorlar. Diğer kimi bilim adamlarına göre de Müslümanlar 1924, 1948 yıllarında İngiltere’nin Hindistan’ı sömürdüğü dönemde Hindistan’dan ve Bangladeş’ten Myanmar’a iş için muhacir olarak gelenlerdir. O tarihlerde Myanmar Hindistan’ın bir eyaleti olduğu için İngiltere’nin emrindeydi ve bu göçler Hindistan’ın içerisinde bir iç göçü olarak meydana geliyordu. Budistler başından beri Müslümanların kendi ülkelerinde çalışmalarına olumsuz bakıyorlardı ve 1948 den sonra Myanmar bağımsız olduktan sonrada bu düşünce hakim olmuştur. Rohingyalı Müslümanlar Myanmar’daki 125 diğer azınlık gibi resmi azınlık statüsüne kabul edilmiyorlar. Myanmar Hükümeti onları Hindistan’dan ve Bangladeş’ten gelmiş yasadışı göçmen olarak kabul ediyor. 1962’de Myanmar’da yapılan askeri darbeden sonra bazı haklar Rohingyalı Müslümanlara tanınmış olsa da genel olarak o haklardan mahrumdurlar. 1982 yıllında Myanmar’da yeni bir vatandaşlık kanunu kabul edildi. O tarihten sonra Rohingyalı Müslümanların ellerindeki ufak haklar da ellerinden geri alındı. Topraksız bir millet haline geldiler ve esasen 1948 yılındaki kanunlara göre diğer azınlıklara tanınan haklar Rohingyalı Müslümanlara tanınmamıştır. Rohingyalı Müslümanlar her türlü eğitim, seyahat, iş, sağlık, kamu idaresinden mahrum bir halktırlar. Evlenme hatta dini vazifelerini yerine getirmekten bile mahrum bırakılmışlardır. Bu baskılara tepki olarak Arakan Rohingya Özgürlük Ordusu diye bir örgüt kurulmuştur. Bu grup bazen Rohin eyaletindeki askeri üslere ve polis karakollarına saldırmış ve kendilerince kamu oyuna da meşru haklarını savundukları gerekçesiyle böyle eylemler yaptıklarını belirtmişlerdir. Myanmar Hükümeti bu grubu terörist olarak ilan etmiştir. Hükümet Rohingya’daki sivil halka da terörist muamelesi yaparak burada aç ve susuz bırakıyor. Yüz binlerce Müslüman ayrımcılığa tabi tutuluyor ve baskıya maruz kalıyorlar. Taliban gibi terör örgütlerinin buradaki örgüte sahip çıkması Müslümanları ülke ve dünya kamuoyunda zor durumda bırakıyor.
Bölgedeki savaşlar sırasında da sanırım bu bölgeye göç edenler var. Bu ne zaman oluyor?
Hindistan ile Pakistan dört defa savaştılar. Yine bağımsızlık ilanı sırasında Pakistan ve Bangladeş arasında da çatışmalar oldu. Bu savaşlar sırasında bir çok insan çevre ülkelere kaçtılar. Bugün Suriye’deki savaştan dolayı ülkemize kaçan mülteciler gibi. Dönem, dönem Bangladeş’deki iç siyasi çatışmalardan dolayı kaçanlar olmuştur. Ancak bunların hepsi Myanmar’da Bengalli Müslümanlara yapılanları haklı göstermez. Myanmar rejimi başından beri Müslüman halka kimlik vermeyi önlemiştir. Bu bağlamda’da onların normal kimlikleri olmadığı için pasaportları da yoktur. Bu nedenle yurtdışına gitmekten de mahrum kalmışlardır. Rohingyalı Müslümanların ülke içinde dahi yer değiştirme hakları yoktur. Bir yerden bir yere gittiklerinde devlete vergi vermek zorundalar. Devlet yönetiminde memur olarak çalışmaları asla mümkün değildir. Müslümanlar orada devletten izin almadan evlenemiyorlar. Evlendiklerinde ayrıca vergi veriyorlar ve iki çocuktan fazla çocuk sahibi olmaları yasak. Kırk bine yakın Rohingyalı Müslüman batı Myanmar’da her türlü tahsilden eğitimden mahrum bırakılmıştır. Müslümanların asla bir tapuya sahip olmalarına izin verilmiyor. Tabi bunun sonucunda kendi adlarına bir işyeri kuramıyorlar. Bir işyeri açmak istiyorlarsa mutlaka bir Budistle ortaklık kurmak zorunda. Myanmar cumhurbaşkanı sekiz yüz bin Müslümanı ülkede yaşayan yabancı olarak nitelendirdi. Bunların kamplarda kalmaları öngörüldü. Yine Nobel Barış Ödülü alan Aung San Suu Kyi bir kadın olmasına rağmen Müslüman kadınlara yönelik tecavüzlere karşı bir tavır almadığını görüyoruz.
Burada şunu sormak istiyorum. Myanmar uzun süre askeri diktatörlük ile yönetildi. Augn San Suu Kyi’de uzun yıllar ev hapsinde kaldı. Askerler onu iktidara gelmesini engellemek için çok çaba gösterdiler. Askerlerin hala ülkede etkinlikleri devam ediyor. Acaba Myanmar’ın içindeki bu güç mücadelesinin Arakan’lılara yönelik bu baskıyla bir ilişkisi var mıdır?
Bu tespitinize katılıyorum. Diktatörlükle yönetilen ülkelerde bir iç ve dış tehdit yaratmak klasik bir yaklaşımdır. Bu tür ülkelerde mutlaka bir dış tehdit yaratılır. Oradaki liderlerde kendi taraftarlarını konsolide etmek bir arada tutmak için bunu yapıyorlar. Bundan öncede Sri Lanka’da bu kadar olmasa da Budist rahiplerin karıştığı şiddet olaylar meydana gelmiştir. ABD’ninde Çin’e karşı Budist inancını öne çıkartarak bunu kullanmak istediğini düşünüyorum.
Şimdiye kadar Budizm hep barışcı bir hareket olarak biliniyordu. Ancak şimdi bambaşka bir yüzüyle karşılaşıyoruz. Köy yakan saldıran bir Budist tipi çıktı karşımıza…
Tibet biliyorsunuz Çin Halk Cumhuriyeti ile Hindistan arasında dağlık bir bölgedir. 17.yüzyıldan itibaren başkenti Lhosa olan Dalay Lama’nın yönetiminde olan bir bölgeydi. Dalay Lama’yı zaman, zaman olumlu bir figür olarak önümüze çıkartıyorlar. Bu aslında ABD’nin ve batılıların Çin’in yumuşak karnı olarak gördükleri Budistleri kullanma çabasıdır. 2001-2007 yılları arasında Dalay Lama ABD başkanları ile sıksık görüştü. Dünya’ya bir özgürlük savaşcısı olarak lanse ediliyor. Myanmar’da Müslüman nüfusun yüzde dört olduğu söyleniyor. Oysa tarafsız gözlemciler bu oranın yüzde on civarında olduğunu ileri sürüyorlar. Myanmar Müslümanlarının dili Türkçe, Bengalce, Arapça ve Farsca’dan oluşan bir dildir. Myanmarlı Budistler tamamen Dalay Lama’ya bağlıdırlar. IŞİD ve benzeri örgütlerin çıkıp vahşi saldırılarda bulunması diğer milliyetçi ırkçı grupları da hareketlendirdi onlarda bunu bir fırsat olarak gördüler.
Myanmar’da Rohingya Kurtuluş Ordusu adıyla bir örgüt var biliyorsunuz. Bu örgütün yapısı nedir. Radikal İslamcı hatta IŞİD’e yakın olduğu, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından desteklendiği şeklinde haberler çıktı.
Pakistan ekonomik olarak Suudi Arabistan’a bağımlıdır. Suudi Arabistan bugün dünyadaki bütün istikrarsızlıkların kaynağıdır. Bugün kral olan Selman Bin Abdülaziz çok önemli bir değişim gerçekleştirmek istiyor. Bunu olumlu anlamda kullanmıyorum. Bundan önce Suudiler de saltanat kardeşten kardeşe geçerdi. İki kardeşten biri kral olurdu diğeri veliaht. Selman Bin Abdülaziz bütün Suudi geleneklerine aykırı olarak önce annesi Yemenli olan Magren Bin Abdülaziz vardı, onu uzaklaştırdı. Çünkü Yemen’e savaş açacaktı. Ardından kendi oğlu Muhammet Bin Selman’ı veliaht prensliğe getirdi. Muhammet Bin Selman, 33 yaşındadır. Bundan önce yetmiş yaşından önce bu makama gelinmezdi. Aslında kral akli melekelerini yitirmiş durumdadır. Şu anda Suudi Arabistan’ı otuz üç yaşındaki Muhammet Bin Selman idare ediyor. Suudi kraliyet ailesinde buna büyük bir tepki vardır. Çünkü geleneklere aykırıdır. İlk kuruluştan itibaren kraliyet ailesini oluşturan on dört bin prens bir pay istiyor. Ve bu pay verilmiyor. Suudi Arabistan kendi içindeki bu sorunu dışarıda böylesi sorunlar yaratarak aşmaya çalışıyor. Bu nedenle Yemen savaşını, Irak’ı, Suriye’yi görüyoruz. Bunu da Siyonist İsrail rejimi ile birlikte planlıyorlar. Bu kaos ortamında Filistinlilerin hakları ihlal ediliyor, yeni yerleşim birimleri açılıyor. Çünkü bütün dünyada Müslümanlara karşı önemli bir tepki söz konusu. Müslüman kafa kesen, katliam yapan bir olguyla dünyaya tanıtılmaya çalışılıyor. Geçmiş yıllarda Müslümanlara yönelik bir katliam olduğu zaman Güney Amerika’dan Avustralya’ya kadar geniş bir coğrafyadan tepki gelirdi. Şimdi İsrail ya da Myanmar katliam yaptığı zaman tepki gelmiyor. Ayrıca siyonist İsrail Rejiminin Myammar ordu ve güvenlik güçlerini de eğittiğini bilmekteyiz.
Peki etnik olarak Myanmar’daki Rohingya Müslümanlarının kökeni nedir?
Etnik olarak Bengal Körfezi’ndeki bütün Müslümanlar ile aynı etnik kökenden geliyorlar. Hint yarımadasında 250 milyona yaklaşan bir Müslüman nüfus vardır. Etnik olarak Bengalliler ile aynıdır. Şu anda nüfuslarının bir buçuk milyon olduğu söyleniyor. Bunların bir kısmı tabi Bangladeş’e kaçtı. Bangladeş’in şöyle bir kaygısı var. Ekonomik bir çok problemle karşı karşıya bir ülkedir. Türkiye buradan kaçan mülteciler için Bangladeş sınırına kamp kurmak istiyor. Bangladeş şunu biliyor çok kısa bir sürede Rohingyalı Müslümanlar bu kamplara gelecektir. Açıkçası bu mültecilerin buraya gelmesini istemiyor. Bu yüzden Bangladeş hükümeti de buraya insani yardım gelmesine izin vermiyor ve zorluk çıkartıyor.
Sınıra mayın döşendiği gibi haberler geliyor. Bangladeş Myanmar’ın döşediğini iddia ediyor. Myanmar hükümeti isyancıların döşediğini söylüyor. Açıkçası karışık bir durum var.
Evet çok sağlıklı bir bilgide edinilemiyor. Sosyal medyada da bir çok yanlış fotoğraf dolaşıyor. Fakat orada kadınlara ve çocuklara yönelik bir çok suçun işlendiğini biliyoruz.