Habertürk yazarı Nagehan Alçı, AKP’nin oy kaybettiği 7 Haziran seçiminin ardından “ceberut bir devletin baş aktör olduğunu, özgürlük vanalarının kısıldığını” söylerken “Ben 31 Mart 2019’da da eğer iktidar cephesi ciddi oy kaybederse aynı neticenin katlanarak büyüyeceği kanaatindeyim…” dedi.
Alçı'nın haberturk.com'da "Hangi Türkiye’yi seçiyorsunuz?" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
1 Nisan 2019 sabahına uyandığımızda son 5 senede tam 15 farklı sandıkta oy vermiş bir toplum olarak herhalde rekorlar kitabına gireceğiz. Aslında 7 kez seçime gittik ama yerel seçimlerde 5 ayrı konuda oy kullandığımız için sandığa attığımız zarf sayısı son 5 senede 15.
Bu 5 sene en kısa sürede en çok seçime gidilen dönem olarak hiç şüphesiz Türkiye demokrasi tarihine geçti.
Evet, 5 sene içinde, tam 15 ayrı konuda demokratik yolla karar vermek için sandığa gittik. Bu toplum gerçek anlamda seçim yorgunu. Önümüzdeki 4.5 sene sandık yok. Uzun bir nefes alacağız.
LİDERLERİN UZLAŞTIĞI TEK KONU
Siyasi partilerin liderleri çok ağır kavgalar ediyorlar ama hepsinin uzlaştığı bir tek konu var: 31 Mart sonuçları ne olursa olsun hiçbir şekilde erken seçim olmayacağı, başkanlık seçim sandığının, normal zamanı olan 25 Haziran 2023’te halkın önüne konacağını söylüyorlar.
Hem Başkan Erdoğan hem Bahçeli hem Kılıçdaroğlu hem de Akşener son iki gündür çıktıkları programlarda birbirlerinden bağımsız olarak aynı vurguyu yaptılar ve erken seçim ihtimaline net bir dille karşı çıktılar.
Ülkemizin dört büyük siyasi partisinin liderlerini sağduyu zemininde buluştukları için yürekten kutluyorum. Bu ekonomik ve politik ortamda Türkiye’yi bir erken seçime daha zorlamak ülkenin finansal yıkımını ve sosyal çöküşünü istemek anlamına gelir, ülkeyi telafi edilemez bir uçuruma sürükler.
ÖNÜMÜZDEKİ 4,5 SENE YAPILMASI ŞART OLAN 2 ŞEY…
1) Serbest piyasa reformları
31 Mart seçimlerinden sonraki 4.5 sene öncelikle iktisadi olarak aklın ve mantığın zorunlu kıldığı serbest piyasa reformlarını yapmak zorundayız. Tedavi için hangi reçeteyi uygulamak gerekiyorsa onu uygulamak mecburiyetindeyiz. Türkiye ekonomisinin ufacık bir popülizme bile artık tahammülü kalmadı.
2) Hukuk devleti
Önümüzdeki 4.5 sene içinde insan hakları ve özgürlükler alanında da vanaları açabildiği kadar açmak zorunda bu ülke. Her kesimden vatandaşın rahatlamaya ve huzura ihtiyacı var. Bu da insan haklarını ve tüm yurttaşların temel özgürlüklerini koruyan gerçek bir hukuk devletiyle mümkün. Şu an böyle bir ortam yok…
Türkiye toplumunun çok büyük çoğunluğu suça bulaşmamış, işinde gücünde olan insanlardan oluşuyor. Bu insanlar sabah evlerinin kapısını biri çaldığında o kişinin polis-jandarma değil siparişleri getiren market ya da bakkal olduğunu düşünmeli. Aklına haksız yere evinden alıkonulma ihtimali gelmemeli. Acaba şu an ülkemizin büyük çoğunluğu böyle mi hissediyor ve inanıyor?
YARGIYA VE HUKUKA GÜVENİ İNŞA ETMELİYİZ
Bu sorunun cevabı önümüzdeki 4.5 sene içinde olumlu yönde değişmek zorunda. İnsanlar sabah kapıları çaldığında bir zerre korku ve telaş duymayan bireyler haline gelmeliler. Yargıya ve hukuka güven müessesesinin toplumun büyük çoğunluğunda yerleşmesi acil bir mecburiyet.
O yüzden tarafsız ve hukuka yüzde 100 bağlı bir yargıyı inşa etmek zorundayız. Yargı bağımsızlığından da önemlisi yargı tarafsızlığı ve her koşulda hukuka bağlılık kriteri.
Geçmişte siyasetten bağımsız ama hukuka hiç riayet etmeyen yargıyı da gördü bu ülke. Yargı denen kurum, devleti bireye karşı korumak için değildir. Bireyleri devletin devasa gücüne karşı koruyan kurumun adıdır yargı.
DEVLETİN SAVCISI, DEVLETİN HAKİMİ OLMAZ
Türkçede çok yaygın olan “devletin savcısı” ve “devletin hakimi” gibi tabirler çok yanlış bir yargı anlayışında olduğumuzu gösteriyor aslında. Bunu hep birlikte değiştirmek zorundayız. Çok yaygın ve maalesef kabullenilmiş bir algı bu.
Devletin savcısı hele ki devletin hakimi diye bir kavram olamaz! Savcılar ve hakimler devletin emrinde değildir ve olmamalıdırlar. O yüzden cübbelerinin düğmeleri iliksizdir. Eğer düğmeler iliklenirse orada hukuk devletinden bahsedilemez.
HANGİ SONUÇ BİZİ OLUMLUYA GÖTÜRÜR?
Fakat yapılan tüm araştırmalarda hakimlerin ve savcıların çoğunluğunun “Devletin emirleri bireylerin haklarından daha önemlidir” görüşünde olduğu ortaya çıkıyor. İşte bu manzara değişmek zorunda…
Acaba 31 Mart 2019 seçimlerinde hangi sonuç çıkarsa önümüzdeki 4.5 sene içinde bu tablo hem hukuk devleti yani insan hakları ve özgürlükler bakımından, hem de rasyonel ekonomiye geçiş açısından olumluya döner?
AK PARTİ’NİN OYU DÜŞSE KULAĞI ÇEKİLİR Mİ?
Eminim hem muhalif okurlarım hem de muhtemelen AK Parti’nin küskünleri bu seçimde AK Parti’nin oylarının düşmesinin bu açıdan daha olumlu olacağını söyleyeceklerdir. “AK Parti oy kaybetsin ki kulağı çekilsin ve yanlış yaptığı konularda titreyip kendine gelerek doğruları yapmaya başlasın” diyenleri duyar gibiyim…
Şüphesiz bunu söyleyenler AK Parti’ye kızmakta ve tepki göstermekte haklılar. Onların duygularını çok iyi anlıyorum. Fakat bu köşeden hem onlara hem de bu ülkede özgürlükçü bir hukuk devletini gerçekten isteyen bütün aydınlara ve gazetecilere sormak istiyorum:
7 HAZİRAN SONUÇLARI TÜRKİYE İÇİN İYİ Mİ OLDU?
AK Parti’nin kulağının çekildiği 7 Haziran 2015 seçim sonuçları, Türkiye için iyi mi oldu? İktidarın ciddi şekilde oy kaybettiği 7 Haziran sonrası Türkiye insan hakları ve özgürlükler yönünden ileri mi gitti yoksa geri mi? Hiç şüphe yok ki geri gitti…
AK Parti’nin 7 Haziran’da yaşadığı özgüven kaybı ve ayakta kalma endişesi ceberut devletin 7 Haziran sonrası yeniden baş aktör olmasına ve özgürlük vanalarını büsbütün kısmasına yol açtı. Yani iktidarın oy kaybetmesi Türkiye’ye yarar değil zarar getirdi. AK Parti’nin panikle ekonomide çok yanlış kararlar aldığı dönem de 7 Haziran sonrası dönemdir. Neticeleri bizi bugünlere getirdi.
Ben 31 Mart 2019’da da eğer iktidar cephesi ciddi oy kaybederse aynı neticenin katlanarak büyüyeceği kanaatindeyim…
HDP’NİN YÜZDE 13’Ü ZAFER MİYDİ, YOKSA…
İkinci sorumu da özellikle Kürt okurlarıma sormak istiyorum. 7 Haziran’da HDP’nin aldığı ve zafer zannettiği yüzde 13-14 oy aslında Kürt yurttaşların faydasına mı yoksa zararına mı oldu? Sağduyulu bütün Kürt vatandaşların bu soruya vereceği cevap çok açık.
Eğer AK Parti 7 Haziran travmasını yaşamasa ve tek başına iktidar olabilse, HDP de yüzde 9 gibi bir oyda kalsaydı bugünkünden daha iyi bir Türkiye olacaktı.
Ben o seçimlerde demokratik temsil açısından HDP’nin yüzde 10’u aşmasını olumlu olarak değerlendirmiştim. Bugünden dönüp yaşananlara bakıyor ve yanıldığımı görüyorum. Türk devletinin genetiğini hiç hesap etmemişim. HDP’nin yüzde 10’u aşması başta Kürt vatandaşlarımız olmak üzere Türkiye’nin faydasına olmadı. Sadece ceberut devlet bu işten faydalandı.
Bu yazdıklarıma tepki duyanlar çok olabilir. Benim Recep Tayyip Erdoğan’ı ısrarla kayırmaya çalıştığımı söyleyenler çıkabilir. Fakat özellikle özgürlükleri önemseyenler şu sorduğum soruları ve neticelerini yeniden düşünsünler.