Milliyet yazarı Nagehan Alçı, "Türk sağında da ne kadar fazla Fidel hayranı olduğu ortaya çıktı. Türk solunun ‘Fidel kültü’ne tapındığı zaten biliniyordu da Türk sağının tavrı bence şaşırtıcıydı" iddiasını ileri sürerek " Zamanında anti-komünizm uğruna ne nutuklar atmışlar, şimdi ise komünist bir diktatörü alkışlıyorlar. Al birini vur ötekine! Totaliter zihniyetin solu-sağı yok. Hepsi aynı kafa. Sadece dış boyaları farklı" görüşünü savundu.
Nagehan Alçı'nın "Kapitalizmin oyuncak ikonları: Fidel ve Che" başlığıyla yayımlanan (7 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Geçtiğimiz çarşamba günü yayımlanan Fidel Castro yazıma gelen tepkiler beni hiç şaşırtmadı maalesef. Maalesef diyorum, çünkü sol kesimden nesnellik beklemek hâlâ bir ütopya. Tam da tahmin ettiğim gibi, Castro’nun ölümü Türk solunun özgürlükçülük ve demokratlık konusunda nasıl riyakâr olduğunu gösterdi. Öte yandan, Türk sağında da ne kadar fazla Fidel hayranı olduğu ortaya çıktı. Türk solunun ‘Fidel kültü’ne tapındığı zaten biliniyordu da Türk sağının tavrı bence şaşırtıcıydı. Zamanında anti-komünizm uğruna ne nutuklar atmışlar, şimdi ise komünist bir diktatörü alkışlıyorlar. Al birini vur ötekine! Totaliter zihniyetin solu-sağı yok. Hepsi aynı kafa... Sadece dış boyaları farklı...
Dünya çapında tanınan, saygıdeğer sosyal bilimci Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu Sabah’ta Castro üzerine mükemmel bir makale yazdı. Muhakkak okumanızı tavsiye ederim. ‘1990’dan beri Uluslararası Af Örgütü’nün ziyaretine izin verilmeyen, bireylerin neden gösterilmeksizin altı aya kadar gözaltında tutulabildiği, ...basın özgürlüğünden bahsedilemediği için sansüre ihtiyaç duyulmayan, farklı cinsel tercih sahiplerinin “ıslah edilme merkezleri”nde “düzeltilmeye” çalışıldığı, muhaliflerin toplantılarına izin verilmeyen bir ülkenin diktatörünün ardından “Commandante Fidel” romantizmi ötesine geçebilen yorum yapılamaması söz konusu sol açısından dilinden düşürmediği pek çok kavramın hamaset ötesinde anlam taşımadığını ortaya koymaktadır’ diyor Hanioğlu.
Şu gerçeği görmemiz gerek: ‘Kapitalist düzeni yıkmak için Fidel ve Che gibi devrimci olmak şarttır’, ‘Fidel ve Che’nin felsefesi kapitalizme karşı insanlığın umududur’ diyerek bize bu katliamcıları pazarlayanlar bizzat dünyadaki vahşi kronik kapitalist düzenin baronları. Castro ve Guevara gibi silahlara ve savaşa tapan; barbar ve zalim ikonlar kapitalizmin alternatifi diye pazarlandıkça her zaman mevcut çarpık kronik kapitalizmin kazanacağını biliyorlar. Bir nevi ölümü gösterip sıtmaya razı ediyorlar insanları...
O yüzden, Che tişörtleri, şapkaları, şarkıları, filmleri ve daha birçok ‘Che ürünü’ bizzat dev Amerikan firmaları tarafından üretilip, satılıyor. Kapitalist çevreler Che’den güzel geçiniyor. Akıl tutulması yaşayan zavallı solcular da bu tezgâha su taşıyor.
Bana yöneltilen küfürler de, Küba Büyükelçisi’nin Mustafa Akyol’un yazısına verdiği tepki de bu patetik hali örnekliyor maalesef. Öte yandan, umutlanmamı sağlayan başka türlü mailler de vardı geçen yazıdan sonra gelen. Kimi soğukkanlı solcular, bu büyük kapitalist oyuna karşı uyanmışlar ya da en azından bugüne kadarki tavırlarını sorguluyorlar. Küfürname gönderenler kadar çok değiller ama sayıları az da değil.
‘Ben haksızlıkla ve adaletsizlikle mücadele etmek için solcu oldum. Fidel ve Che eğer yazdığınız gibi devrim bahanesiyle zalimlik yapmışlarsa, onları defterden silerim ama somut örnek verin bana. Özgür bir beynin tabusu olmaz. Fidel ve Che de tabu değil’ diyor üniversite üçüncü sınıfta okuyan bir okur mesela.
Zihni böyle berrak, açık fikirli, dogmaları olmayan her okur velinimetimiz... Vereyim somut örnek: Che’nin gerilla arkadaşı Régis Debray’nin (Praised be our Lords: a political education ‘Loués soient nos seigneurs: Une education politique’) kitabından. Debray anlatıyor:’Che bölük komutanıydı ve kısa zamanda sertliğini herkesin görmesini sağladı. Bölüğünden çok genç bir gerilla biraz yiyecek çalmıştı. Che hiç mahkeme yapmadan hemen o gün kurşuna dizdirdi o genci.’ Bir başka yerde Debray, binlerce muhalif Kübalının telef edildiği zulüm kamplarının fikir babasını da açıklıyor: ‘1960 yılında Guanaha Yarımadası’nda devrimci çizgide olmayanlar için ilk zorunlu çalışma kampını, resmi adıyla ‘çalışma yoluyla ıslah kampı’nı kuran Fidel ve Che’dir.’
Şu satırlar bizzat Che Guevara’ya ait: ‘İnsanı verimli, şiddetli, seçici ve soğukkanlı bir öldürme makinesi haline getiren etkili nefret, devrim için çok gereklidir.’
Ortada Rakel Dink’in muhteşem benzetmesiyle ‘Bir bebekten katil yaratan karanlık’ı öven, insanın bir ‘cinayet makinesi’ne dönüşmesini alkışlayan profesyonel bir barbar, Cabana hapishanesinde hem başsavcılık hem de hakimlik yaparken bu barbarlığını uygulamaya geçirmiş, binlerce insanı kurşuna dizdirmiş zalim bir Che var. İnfazların birçoğunda bizzat orada bulunmuş, ölü bedenleri ‘devrimin zaferi’ olarak gören, 5 Şubat 1959’da Luis Paredes Lopez’e yazdığı mektupta ‘İnfaz mangalarının idamları Küba halkı için bir zorunluluktur’ diyen acımasız bir katil Che...
İnsanlığın umudunu Fidel ve onunla birlikte Küba devrimini yapmış Che Guevara’da görenler, bu barbarlığı alkışlayanlar hiç mi utanmıyorlar? Utanmıyorlarsa vahşi kapitalistlerle beraber bu barbar ikonları sevmeye devam etsinler ama sakın bir daha vicdan ve adaletten bahsetmesinler...