BATUR FATİH İLHAN / T24[email protected] # www.twitter.com/baturf
Türkiye'nin en popüler müzik yazarı kim sizce? Ya Türkiye'nin en tutkulu müzik eleştirmeni? Türkiye'nin bilinen tek kitaplı Türk Pop müzik tarihçisi(pop-vakanüvisti) kim peki?
Naim Dilmener! En azından bize göre...
"Bay Türk Popu Naim Dilmener", anlatıyor da anlatıyor. Türk pop müziğinden, balkondaki en nadide saksı menekşesinden bahseder gibi bahsediyor. "Soracak tonla sorum var " diyorum, "Olmasa şaşmalı, bizim de tonla fincan kahvemiz var" karşılığını veriyor.
"Türk Popu nice - ne halde?" diyorum ilk önce. "Özellikle bu yıl, berbat halde!" diyor. "Hâlâ bir yaz hiti çıkmaması enteresan değil mi?" diyor. "Türk popunda sona yaklaşılıyor yavaş yavaş, en azından yaratıcılıkta..."
Sıkkın sanki canı. Haksız da sayılmaz hani. Zira muhteşem bir yaz mevsimi idrak etmiyoruz, memleketçe. Belki de bundan; müziğe sarılması, böyle sıkı sıkı, böyle harlı alevle. Müziğin dini-dili-kanı-kavmi-ırkı yok zira, kalp kıran, can acıtan...
İlk cildi "Bak Bir Varmış Bir Yomuş" adıyla, İletişim Yayınları'nca basılan(2003), 'Hafif Türk Pop Tarihi' kitabının ikinci cildini tamamlama çalışmlarını son hızda sürdüren Dilmener, 'Bak Bir Varmış Bir Rock'muş!" adlı bu yeni çalışmasını, başlangıcından günümüze Türk pop tarihi dökümü şeklinde niteliyor. Biz, sizlerin de meraklandığını var saydığımız bazı soruları diziverdik önüne. Kendisi de -sözün alevini hiç kısmadan- cevapları sıraladı. Bu giriş yazısı, içinizi bayılttıysa (ki sıcak da eklendiğinde pek olasıdır), buyursunlar, aşağıdaki uzun metine...
"Naim Dilmener kimdir?" sorusunu, siz nasıl cevaplarsınız? 'Nostalji Memuru' olmanın anlamı nedir?
Facebook hesabımda kullandığım bu tanım, kendime dışarıdan bakışımla ilgilidir. Kendine dışardan bakabilmeyi çok önemserim. İğnelerin de/çuvaldızların da hepsini önce kendinize batıracaksınız ki, düşündükleriniz/söyledikleriniz sahici olabilsin ya da buna yaklaşabilsin. Kadrolu ya da kadrosuz nostalji memurluğuna dönersek; ben kendimi nostalji memuru olarak görmüyorum elbette. Fakat geçmiş üzerine söz alıp yazdığınızda, çoğunluğun aklına gelen ilk kelime bu, nostalji! Oysa geçmişi herhangi bir biçimde anmak nostalji değildir; bugünü anlamak ve yarını farklı bir biçimde kurabilmenin imkanlarını bulup çıkarmak, demektir. Ya da bu anlama gelmeli. Ama çoğunluğun anladığı, geçmişe dalıp hüzünlenmek ya da yad etmek, ne yazık ki.
Nostaljik olmak, romnatiklik değildir yani?
Elbette değildir, bilakis dünü anlayıp bilgilenerek bugüne sağlam çıkmaktır. Dolayısıyla ben dünden feyz almaya çalışan, memur ya da değil, bir bireyim yalnızca.
Sizi yalnızca müzik üzerine yazdırtan ana motivasyon ne?
Merakım hep buydu, her zaman. Müzik, çocukluğumdan başlayarak, hayatımın en temel motivasyonlarından biri oldu. Birileri 'Gel müzik yaz' deyince de koşarak gittim.
Uyurken de müzik dinliyor musunuz?
Gençken ve ortayaş dönemimde (artık 55'im) walkman'le sızmışlığım/uyumuşluğum çoktur. Uyuduktan sonra kulaklığımı çıkarmak, ev ahalisine her zaman dert olmuştur. (KAHKALAR!)
"Dışarıdan, "Sizinkisi de müzik mi kardeş!?" derler"
Türk pop müziğini -dünya ölçütlerinde değerlendireniz- bizlere ne tür bir değerlendirme çıkar ağzınızdan?
Gümümüz Türk popunu, (bakın 'günümüz' diyorum) dışarıda yapılan popla karşılaştırırsanız, bizimkinin lafı dahi edilemez. Dışardan birileri, günümüz popu için ”Bu da müzik mi?” dese, haklı dahi olur. Tabii baskın olan türden bahsediyorum; Bengü ve benzerlerinin temsil ettiklerinden.
Bu ifadeyi açmanızı rica edeceğim?
Aynı ritm üzerine aynı sözler, aynı melodiler, aynı düzenlemeler... Müzik diye adlandırmanın dahi ayıp kaçtığı şeyler.
Böyle bir şey var değil mi? Misal Mustafa Sandal hep aynı albümü yapıyor...
Mesela! Gülşen, Murat Boz veya Hadise de. Çok var bunlardan; bir ordu kadar çoklar. Say say, eleştir eleştir bitmezler.
Oysa dışarıda?
Bazen yeni bir albüm için 2-3 yıl zaman harcayabiliyorlar. Adamların en gündelik pop albümlerinde bile müzik adına birkaç nota/birkaç satır vardır. Biz basitlik derken, işi anında ilkokul şarkılarına indiriyor, mandolin hizasına çekiyoruz. Vur deyince ölüdürmeye bayılıyoruz, niyeyse. Dışardakiler bu işe kafa yoruyorlar, uzun uzun düşünüyorlar. Yanlarında prodüktörleri, yeni albümün ‘sound’u üzerine aylarca kafa patlatıyorlar. Bizimkiler ne yapıyor biliyor musunuz? Şarkı topluyorlar! Bildiğimiz toplama; bir bir daha eder iki artı bir daha, eder üç, filan.
Tanju Çolak'ın meşhur: "Valla oradan bir orta geldi, vurdum gol oldu!" yaklaşımı mı yani?
Maalesef öyle! İşte "Üç beste topladım, bu akşam da bir tane de ben çiziktirir ya da mırıldanırım, olur dört! Biraz remix, biraz versiyon, tamamdır işte" mantığıyla hareket ediyorlar. Böyle şarkıları parmakla saya saya, 9-10 etsin de yeni albüm çıksın demekten ne olur ki? Ne olabilirdi ki? Olmamasına şaşıyoruz ama olsa şaşmalıydık esasen.
"Çöp" mü olur?
Eh, buna yakın... Nerdeyse, yani. İstisnalar ise, bu manzarayı hiç bozamıyor."Bugünün standart popçuları 10 yıl sonra yok olacaklar"
Sizce pop, (tür olarak) hangi nedenle öne çıkan/çok alıcı bulan bir konumda?
Çok kolay tüketilmesinden.. Bir de insanlar artık 'kokmayan-bulaşmayan' bir müzik istiyor.
'Lay lay lom' bir müzik?
Evet doğru, lay lay lom bir müzik istiyorlar. Dinleyen açısından 'Müziğim çalsın, hayatım sürsün', icra eden açısındansa sadece 'Cebim dolsun' anlayışı hüküm sürüyor bugün bütün dünyada...
Size göre 10 yıl sonra da dinlenilecek Türk popçuları kimler?
Banko Mirkelam! Keza Tarkan! Ciwan Haco, Aynur Doğan, Rojin, Nilüfer Akbal, Aylin Aslım, Rashit, Şebnem Ferah, Mor Ve Ötesi, Duman... (Hatta onlar istemese bile) Nilüfer, Ajda ve Sezen Aksu! Bu üç büyüğümüz, son yıllarda bilerek ya da bilmeyerek, kendi elleriyle kendilerini yok etmeyi seçti nedense.
Hadise?
Hadise mi? Hayır yahu! Güldürmeyin beni. Standart popçuların kalması için bir sebep yok. Şimdi sorayım size, bundan 10 yıl öncesinin standart popçuları kimlerdi? Bir sayın bakalım.
Bilemedim...
Çünkü 10 yıl öncesinin gündelik popülerleri bugün ortada yoklar. Aynı şekilde yarın da günümüzün popülerleri de ortada olamayacaklar... Unutacağız onları; hemen yarın ya da sonrasında.
"Çelik" vardı mesela, yok oldu gitti!...
Bana bir Çelik şarkısı mırıldanır mısınız lütfen...
"Hercaim ol...Fermanım ol, Hercai..." Bu kadar çıktı...
Güzel şarkı! Şimdi de ikinci bir Çelik şarkısı mırıldanın.
...(sessizlik)
Bakın gördünüz mü? İkincisi çıkamıyor. Çok çok dikkatli hayranları hariç, hepimizde durum budur. Oysa zamanında onlarca hiti vardı."Direksiyonda artık sponsorlar var"
Sizce bu yazın POP STAR'ı kim?
Zor soru. Bu yakın dönem popçuların hepsi birbirine benziyor. Hem ne farkedecek; al bu yazın hitini, vur geçen ya da gelecek yazınkine.
Türk popu endüstrileşebildi mi sice? Milyonluk kitlelerin ilgisine muhatap bir iş kolu(business) olabildi mi?
Hayır! Dikkat edilirse yurt dışından bahsederlen 'Müzik endüstrisi' deriz, Türkiye'dekini anarken de lâfımız hemen değişerek 'Müzik piyasası' olur. Nedeni de şudur, müzik piyasasına giren iş adamları, yapımcılar ya da sermayedarlar, hep para kazanmak üzere hareket ettiler. Kolları sıvayıp bir takım işler yaptılar. İyi para kazandılar ve bu parayı tahsil edip, işin içinden derhal çıktılar. 'Biraz da yatırım yapayım' demedi hiçbiri.
Piyada direksiyon kimin elinde? Kimin albüm yapacağına, kimin AÇIK HAVA KONSERLERİ'nde boy gösterceğine kim karar veriyor?
Kim karar verecek, sponsorlar!
Parayı veren düdüğü çalıyor?
Kesinlikle! Sponsorların önüne bazı önerilerle gidiyorsun..."Sponsorlar da kendilerince haklı"
Ha, sanatçılar gidiyor sponsorlara öyle mi, sponsor sanatçıya gtmiyor?
Elbette ki! Eskiden sanatçıya gidiliyorduysa da bugün böyle bir uygulama kalmadı.
Nasıl yani, Sezen Aksu da sponsora gidiyor!?
Sezen'in kendisi gitmiyordur da ekibinden bir temsilci gidiyordur. 40 yılda bir bunun tersi olabiliyor ama işte ancak 40 yılda bir filan. Devir pazarlama/pazarlanma devri; elinizde dosyalar, telefonları etmek/kapıları çalmak gerekiyor. Dilenciliğin postmodern versiyonu da ancak böyle bir şey olabilirdi, öyle değil mi?
Peki, çiçek ve baklava alınarak gidildi sponsora, sonra?
Sponsorun önüne, elde A-B-C neyse bir projeyle çıkılıyor. O da, 'Bir yaz single'ı yaparsanız, yazın ortama şöyle şöyle bir hareketlilik getirirseniz, sık sık konser verirseniz...' kabilinden bastırıyor. Onlar da kendince haklı; işleri dönsün istiyorlar ve müzik bu tekerin mezesi/altlığı konumunda.
Ticari olarak değil mi?
Tabii ki. Mesela ben bu yaz size sponsor olacaksam, öncelikle her yerde gözükmenizi isterim...
Şey, sesim kötüdür ama sahnem iyidir. Bir de gündüz konser istemem. Malum gündüz hissedilen nem %70'lerde. Ama gece, dükkân sizin sayın Dilmener...
Paranın yüzü sıcaktır sayın İlhan, şöhret de pek tatlıdır. 'Hangi şarkıları okuyacağım?' demediniz bile! (KAHKALAR!)
Şöhret dediniz de bu izden devam edelim isterim. Türkiye'de, son derece şöhretli kimi şarkıcılara "Uyuşturucu madde bulundurma, kullanma, satma ve satılmasına aracılık etme" suçlamalarıyla davalar açılıyor. Tarkan, Deniz Seki, Niran Ünsal ve de Yıldız Tilbe akla ilk gelen isimlerden... Nedir bu şarkıcılarların Emniyet Müdürlüğü-Narkotik Şube ilişkileri?
Pop bu, her şey olabilir! Normal olmayan bir durum yok. Normal olmayan, bazı isimlerin dillere dolanması, çarşaf çarşaf ilan edilmesi, yakılmaya ya da yok edilmeye çalışılmasıdır. “Linç psikolojisi”, hepimizin ruhunu ele geçirdi."Medya kökten değişiyor"
2011 Temmuz'unda, medyaya baktığınızda ne görüyorsunuz?
İlk söylenmesi gereken kökten değişmek üzere olduğu. Klasik medya, sosyal medya'ya doğru yavaş yavaş kayıyor. Klasik medya galiba son 10-15 yılını yaşıyor. Her şey (dijital) sosyal medya'ya doğru gidiyor. Bunun sebebi de şu: Facebook – Twitter – Blog'lardan sonra cümleten gördük ki medya okuru/alıcısı, artık okuduğu-izlediği-dinlediği haber hakkında fikrini anında belirtmek/beyan etmek istiyor. Paylaşmak ya da sözünü geçirmek ya da kendini göstermek istiyor.
Bu iş ne kadar başarıyla yürüyor?
Twitter üzerinden konuşursak, evet çok iyi yürüyor. Hem de tıkır tıkır. En azından dijital anlamda. Bu pek çok yerleşik kuralı komple değiştiren bir durum. Basılı yayınların, kağıttan, mürekkepten, baskı makinesine kadar devasa bir maliyet yükü var. Bu sermayeye derin bir ihtiyaç ve bağlılık getiriyor. Bu da, istenilse de istenilmese de suyun başındakilerle -her daim- aranın iyi tutulması demek oluyor. Sosyal medyada ise maliyet oranları neredeyse bunun yüzde biri. Bu maliyet düşüklüğünün medyadaki içeriği ve geri kalan her şeyi bağımsızlaştıracağını düşünüyorum.
İyi de zaman içinde Sosyal Medya da kendi statükosunu yaratmaz mı?
Yaratabilir fakat ne olursa olsun, şu andaki kadar kötü bir durum yaşanacağını zannetmiyorum. Daha kötüsü ne olabilir; ya da nasıl?
Kötü'den kastınız?
Medyanın orta yerinde bir karmaşa olduğu kesin! Çünkü neredeyse her medya kurumu bir diğerine benziyor. Habercilik anlamında da haberlerin sunulması anlamında da bir yeknesaklık hakim duruma. Kullanılan dil kötü, özen ve özgünlük çabası yok. Tüm bunların dışında da artık farklı seslere hemen hiç yer yok medyada. Medya bugün bağımsız değil, bu kötü işte!.. Çok kötü.
Bu görüşünüz, medyanın kültür-sanat'a bakışı için de geçerli mi?
Aynen geçerli, aynen! Hatta daha da beterdir bu alanda olup bitenler.
Bu neden böyledir sevgili ülkemizde? Kültür-sanat her medya evliliğinde neden üvey evlattır?
Okurun-izleyicinin bunu istemediği/bununla ilgilenmediğini düşünüyorlar. Tamamen yanlış da sayılmaz bu düşünce ama ısrar etmek gerekir. Ya da gerekirdi. Artık geçmiş olsun. "Halklar sanata kafa yormak istemiyor"
"Halk madem bunu istiyor, biz de sabah akşam 'Jackie Chan filmleri' oynatırız" diyen patronaj/idare, haklı mı yani? Yaklaşım doğru mu?
Mesele doğru-yanlış ya da haklılık-haksızlık değil. Bu yalnız Türkiye ile ilgili de değil. Dünya medyası genel olarak daha basit olana kayıyor. Daha basit bir edebiyat, daha basit bir sinema ve de daha basit bir müzik/şarkılar. Kısaca daha çabuk tüketilebilecek her şey...
Bu, hayatı sorgulamamak mı demek?
İnsanlar artık sanat ürünlerini anlamak için çaba harcamak istemiyorlar. İçine girip, etrafında biraz zaman geçirip sıkılır sıkılmaz da çıkıp uzaklaşmak istiyorlar. Kafa yormak istemiyorlar. Aslında hiçbir şeye kafa yormak istemiyorlar. Açmazlarımızın başında bu geliyor."Yarışmalarının müziği kurtarma iddası yok ki!"
Hangi TV kanallarını izlersiniz? Neden?
Ekran karşısına rastgele geçmişsem, TV'de ilk kanal tercihim İZ TV. Sonra National Geographic, N.G. Wild filan. Ben doğayla, bitkilerle/hayvanlarla yani genel olarak dünyanın geçmişiyle hep çok ilgili olmuşumdur. “Nerden geldik/nereye gidiyoruz”u tam çözememiş bir kafanın, en gündelikten en temel konuya kadar, hiçbir konu hakkında sağlıklı bir fikir üretmesi güçtür. Bu nedenle, ne öğrensem kâr biliyorum.
Siz televizyon için hazırlanan pek çok müzik yarışmasının danışmanı da oldunuz. Nedir sizce müzik yarışmalarında ortaya çıkan, izleycilere sunulan genel kalite/verim/zenginlik?
Evvela şunu kabul edip rahatlayalım mı hepimiz: Bu adamların (dün ya da bugün farketmez) hiç birinin "Biz katkılarımızla müziği kurtaracağız!" gibi bir iddiası yok. Hatta bu umurlarında dahi değil! Tek dertleri var. O da bir TV programı yaparak, reklam pastasından en fazla payı almak. O kadar. Bütün dertleri budur! Sorarım size, o ilk yarışmalarda ortaya çıkan isimler şimdi neredeler ve ne yaparlar? Bilen var mı? Bana bunlardan üçünü sayacak olan kaç kişi vardır? Onları seyrettik, onlarla eğlendik ve arkamızda bıraktık; hiç kimse gerisiyle ilgilenmedi. Bu yarışmalar star değil, memleketin dört bir yanındaki barlara kadro sağladı. Bir tür Yeşilçam’ın “Soğukoluk Sendromu” paralelinde yürüdü her şey."Fazıl Say haksız, arabesk hâlâ büyük ihtiyaç"
Geçen yıl, tam da bu zamanlarda, 21. yüzyılın en büyük sanatçılarından, medar-ı iftiharımız Fazıl Say, Facebook sayfasına "Arabesk yavşaklığından utanıyorum" diye bir not düştü ve ortalık karıştı. Say, arabeskin Türk toplumuna yaptığı yıkıcı etkiler konusunda ne kadar haklı sizce?
Hiç haklı değil! Klasik müzikle iştigal edenlerin genel olarak pop müziğini özel olarak da arabeski küçümsemesi normal, bu her zaman böyle olmuştur. Fakat şu kadarını söyleyeyim ki, hiçbir müzik türü, hiçbir müzikal kategori, durduk yerde ortaya çıkmaz! Mutlaka hayatın içinden bazı durumlara cevap verebilmek için çıkar her türler ya da biçimler. Arabeske de, köyden kente bitmez göçün sebep olduğu konusunda geniş bir mutabakat vardır. Bir ihtiyaçtı ve çıktı ortaya. Hâlâ da büyük bir ihtiyaçtır. Şatolardan/kulelerden bunu göremezsiniz tabii; o zaman susun! Say’a ve piyanosuna saygımız büyük ama, hiç kimse de acılarını/sıkıntılarını onun ve piyanosunun eşliğinde yaşamaya/atlatmaya mecbur ya da mahkûm değil. Arabeskten utanmak yerine, insan hemen yanıbaşındakilerin dertlerini/tasalarını anlayamamaktan utanmalı!
İbrahim Tatlıses'in vurulmasını nasıl okumak lâzım gelir? Sizce neden şakasız şekilde ortadan kaldırılmak istendi? Bir tükücü neden böyle bir teröre maruz kalır?
Tam olarak neler olup bittiğini bilmiyoruz hiç birimiz. Ama bunun müzikle bir ilgisi olmadığı noktasında hemfikiriz. Peki neyle ilgili? Bilmiyoruz...
Ne yapacak İBO sizce bundan sonra? Müziğe devam eder mi?
Durumu hakkında bilgimiz yok ki! Sağlıklı mı, söylendiği gibi sesi, bilinci normal ve yerinde mi? Eğer böyleyse elbette müziğe döner. Ancak bir “insan” bir “birey” olarak şiddetli bir hasar gördüğünü düşünüyorum. Gözü korkmuş, hatta bezmiş olmalı! Dolayısıyla yeniden o eskisi gibi gümbür gümbür, ne söylese çok iyi söyleyen İbrahim Tatlıses'le karşı karşıya gelebileceğimizi sanmıyorum.
Bitirirken size akıbetleri ne olacak diye üç isim soracağım... Bir, "Nihat Doğan"?
Hiç bir şey! Sıfıra sıfır, elde var yine sıfır. Budur.
İki, "Serdar Ortaç"?
Bugünlere kadar nasıl gelebildiğine dahi çok şaşıyorum. Bu müzikle, bu şarkılarla , bu sözlerle, bu ritmlerle varolması hayret verici bir şey. Gönül ister ki yarına Serdar Ortaç kalmasın! Ama herhalde bir 10 yıl daha işini rahatça götürecektir. Kafası son derece ticari çalışıyor. Bir dolu tüccarca gelişmeyi görebiliyor ya da hissedebiliyor. Bu asri zamanların olmazsa olmazı da budur zaten.
Ve üç, "Ömür Gedik"?
Aman aman, şeytan doldurur. Bu yaptığı single bile olmamalıydı. Neden şarkı söylemesi gerekti, hiç anlamadım. Görünür neden hayvan hakları konusunda hassasiyeti artırmak şeklinde ilan edildi. Görünmeyene de bakmak gerekir; daha çok popülerlik, daha fazla şan/şöhret!.. Ses mes hak getire ama olabiliyor işte. Çöküş böyle bir şeydir; her şey çökebiliyor, herkes altında kalabiliyor. Büyük ihtimalle eleştiri ve eleştirmenler de.