'Dokunurlarsa ötecek korkusu, Allah korkusundan ağır basıyor'

'Dokunurlarsa ötecek korkusu, Allah korkusundan ağır basıyor'

Taraf gazetesi yazarı Namık Çınar, AKP’nin 12 yıllık iktidarının ilk döneminde gösterdiği çoğulcu anlayıştan uzaklaşmasını “Sadece Erdoğan’ın aklı ve onun etrafında örgütlenmiş tuhaf bir tabaka oluştu ve ne kadar sığ oldukları ortaya çıktı” sözleriyle yorumladı.

Çınar “dindar olmamasına” rağmen sıklıkla dini konularda yazması ile ilgili olarak “Bence din, dindarlara bırakılmayacak kadar ciddi bir kurum. Burnumu sokuyorum çünkü beni de ilgilendiriyor” diye konuştu.

Çınar, "AKP’nin Ergenekon ile kol kola olduğu" yolundaki yorumlara ilişkin olarak şunları kaydetti:

“Ezemediği bir güç karşısında tırsıyor. Bütün kabadayılığı mazluma. Gerçekten inançları sağlam olsa, bakara-makaraya katlanırlar mı? Ama dokunamıyorlar. Dokunurlarsa ötecek olduğunun korkusu, Allah korkusundan ağır basıyor.Eski rejimin iktidarları, tüm toplumu baskılayarak yönetirdi. Bunlar, kendilerinden olmayanlara işkence ediyor.”

Çınar, Gülen Cemaati’ni, savunduğu “Cemaat’i bir de benden dinleyin” başlıklı yazısını kaleme alma sebebine dair şunları söyledi: 

"Gözümüzün önünde bu yapılanlara sessiz kalamazdım. ‘Haşhaşi, virüs, paralel’ diye bir yıldır söylenmedik yalan, atılmadık iftira kalmadı. Eğer gerçekten Cemaat’in suçları varsa çıkarın belgesiyle ortaya, görelim, yüce adaletimiz de yargılasın. Oysa ben bugüne kadar bir tane hırsız Cemaatçi görmedim. Adamlar somut bir suç delili bulamadığı için tırım tırım suç arıyor. Bulamadıklarından beş yıl önceki dizi senaryosundan örgüt çıkardılar. Tüm bunlar beni bu yazıyı yazmaya itti. Ve bu dönemde sessiz kalmayı kendime yakıştıramazdım."

Tuğba Kaplan'ın sorularını yanıtlayan Namık Çınar’ın Zaman gazetesinde yayımlanan (11 Ocak 2015) söyleşisi şöyle:

AK Parti iktidarını bir zamanlar destekleyenler, şimdi eleştiriyor. Siz de öyle...

Erdoğan çıraklık, kalfalık ve çok farklı bir noktaya evrildiği ustalık olmak üzere üç farklı dönemden geçtiğini söylüyor. Bu üç sürecin farklılıkları var. Birinci dönemde sorunsuz ilerledi. Muhaliflerin sessiz kaldığı hatta birtakım olumsuzluklar karşısında dahi ses çıkarmadığı bir dönemdi. Kalfalıkta daha da inisiyatif kazandı. Dizginleri elinde tuttuğu ama problemlerin uç vermeye başladığı, çılgın safhaya geçilmediği, umutların yitmediği bir süreçti.

Ustalık dönemine kadar geçen zaman oyalama evresi miydi yani?

Suçlama yolunu seçerek öyle oldu diyebilirim ama bir insan bu kadar numara yapmaz. Çıraklık dönemi çoğulcu bir süreçti. Öncüydü ama karar alma süreçlerinde yalnız değildi. Neredeyse herkes vardı. O da bunlara itiraz etmiyordu. Herkes geçmişi eleştiriyor ve heyecanla reformların neler olması gerektiğini konuşuyordu. Gidişat AKP için parlaktı. Ama Erdoğan için demiyorum farkındaysanız, çünkü belirleyici etken değildi.

Kimdi belirleyici etken?

Çoğulcu gruplardı. Liberal kanat vardı, Kürtlerin sağlıklı düşünen insanları vardı ve önemli görevlerdeydiler. Sosyal demokratlar vardı. Sol kökenden gelen, artık liberal çizgiyi tutturmuş aydınlar bilhassa destekliyordu. Yeni anayasa paketleri hazırlanıyordu. Ancak süreç sonunda çoğu şeyin suya yazıldığını gördük.

Kendisini eleştirince, ‘12 yıllık kazanımlar kimin sayesinde?’ diye soruyor…

12 yıllık kazanımlar sadece AKP ile olmadı. ‘Çok şeyler de yaptı canım’ değil, çok şeyler yapıldı. Yapılan olumlu işler bir nevi çoğulcu aklın ürünüydü. Ne zaman ki o akıl tasfiye edildi, sonra sadece Erdoğan’ın aklı ve onun etrafında örgütlenmiş tuhaf bir tabaka oluştu. Ve ne kadar sığ oldukları ortaya çıktı.

Vatandaş görmüyor mu, görmek mi istemiyor olan biteni?

Eski rejimin iktidarları, tüm toplumu baskılayarak yönetirdi. Bunlar, kendilerinden olmayanlara işkence ediyor. Ama destek aldıkları kitlelerine şimdiye kadar görülmedik ölçüde bir saadet zinciri ilişkisiyle sus payı vermeyi beceriyor. Vatandaş da görmüyor. Düşünün, din kurumunu iyice siyasallaştırdılar, ekmeğini yediler. Kimse ses çıkarmadı. Gerçi, artık o da vasfını yitirdi.

 

‘Sessiz kalmayı kendime yakıştıramazdım’

 

‘Cemaat’i bir de benden dinleyin’ yazınız çok konuşuldu. Niçin böyle bir yazı yazma ihtiyacı hissettiniz?

Gözümüzün önünde bu yapılanlara sessiz kalamazdım. ‘Haşhaşi, virüs, paralel’ diye bir yıldır söylenmedik yalan, atılmadık iftira kalmadı. Eğer gerçekten Cemaat’in suçları varsa çıkarın belgesiyle ortaya, görelim, yüce adaletimiz de yargılasın. Oysa ben bugüne kadar bir tane hırsız Cemaatçi görmedim. Adamlar somut bir suç delili bulamadığı için tırım tırım suç arıyor. Bulamadıklarından beş yıl önceki dizi senaryosundan örgüt çıkardılar. Tüm bunlar beni bu yazıyı yazmaya itti. Ve bu dönemde sessiz kalmayı kendime yakıştıramazdım.

 

'17-25 Aralık'tan kaçış yok'

 

Yolsuzluk operasyonu yapan polisler dört aydır içeride, dört bakan Yüce Divan’a gönderilmedi. Bütün bunlar hırsızlığı unutturabilir mi?

Polislere yapılan ahlâksızlık. Bence Balyoz’la da karıştırılmaması lazım. Çünkü Balyoz’da gerçek bir olgu var. Balyoz gerçektir, sanıklarında hata var. Ordunun nasıl çalıştığını bilmedikleri için bir sürü insan mağdur edildi. Hırsızlığın, yolsuzluğun üzeri ne kadar örtülebilir ki? Erdoğan, 17-25 Aralık radyasyonunu yedi bir kere. Kaçışı yok. Radyasyonun sonuçları neyse şu an ona maruz kalmış durumda. Dört bakanı sevdiği için Yüce Divan’a göndermedi değil. ‘Konuşuruz’ dedikleri için gönderilmediler ama cezalarını bizzat Erdoğan verecek. Tapeleri imha edeceklermiş. Etsinler. Koşullar elverdiğinde ve bir gün yargılanma olduğunda ortaya çıkacak canlı şahitler yetecek. Tapelere gerek bile kalmayacak. Bu, onların yakasını bırakmayacak.

‘Dinle diyanetle işim olmaz’ diyorsunuz ama dini konu alan birçok yazınızdan dolayı da eleştiriliyorsunuz…

Din zaviyesiyle meselelere bakıp yorum yapınca ‘Sana ne kardeşim, sen dindar değilsin, ne anlarsın’ deniyor. Ama bence din, dindarlara bırakılmayacak kadar ciddi bir kurum. Burnumu sokuyorum çünkü beni de ilgilendiriyor. Ayrıca Türkiye’nin Protestan tavrını, protesto tavrını, var olan yapıyı sorgulama tavrını bir kesimden bekliyorum. Bunu şu günlerde haksızlığa uğrayan, burnu sürtülmeye çalışılan Hizmet Hareketi yapacaktır. Yaparlarsa İslamiyet’i de kurtarırlar.

 

11 yaşında asker oldum

 

22 yıllık askerlik hayatınızı, atılma sürecinizi anlatır mısınız?

11 yaşımda asker oldum. 1960 yılında girdim, 1982 yılında ayrıldım. Selimiye askeri ortaokuluna gittim. Sonra Kuleli, Erzincan, Kara Harp, Piyade Okulu diye devam etti. Yoksul bir köy çocuğuydum. Anne babam ayrıydı, dedemle büyüdüm. Cami avlusuna değil, kışla avlusuna bırakılmışım. 1960’ta İstanbul’a gelip okumak, bugün Amerika’ya gidip okumak gibi olduğu için hiç şikâyet etmedim. Komünizm propagandasından teğmenken atıldım. Başından beri sorguladığım için hep birilerinin listesinde oldum. İki sene Genelkurmay askeri mahkemesinde yargılandım, epey çileli geçti. Sonra beraat ettim. Kendim dava açtım, geri dönmek için. Döndüm ama tecrit edilmiş gibiydim. Yüzbaşılığa kadar dayanabildim. 80’li yıllardı ve eski defterler açılıyordu. İstifa ettim. Ömrümü bunlarla uğraşarak geçirmek istemedim. Sonra ticarete atıldım. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlamıştım yüzbaşıyken, uzun bir ara oldu. Aftan yararlanarak başladım tekrar, şimdi üçüncü sınıftayım.

Balyoz davasındaki fikirlerinizden dolayı aranızın açıldığı arkadaşlarınız oldu mu?

Bana onlardan çok, bu taraklarda bezi olmayan conformistler sitem etti. Ordu çevresinde aforoz edilmiş durumdayım. Çünkü ben darbeci generalleri, onların orduyu berbat edişini anlatıyorum.

 

'AKP’nin bütün kabadayılığı mazluma'

 

Bir zamanlar Ergenekon’un ve Balyoz’un savcısı olduğunu söyleyenler, bu davaları orduya kumpas olarak niteledi. Siz eski bir asker olarak TSK’da yaşananların Cemaat’in bir kumpası olduğunu düşünüyor musunuz?

Hırsızlık ve yolsuzluk iddialarını savuşturmak isteyenlerin sergiledikleri tavır, gerçek karakterlerini sergilemenin yanında, bu uğurda her şeyi deneyecek tıynette olduklarını da gösterdi. Benim ne bavuldan çıkan evraklara ne de askerliğinde kantin subaylığı yapmış birinin vereceği bilgilere ihtiyacım var. İçinden çıktığım kurumun yöntemini, sistemini bilirim. Atatürk öldükten sonra Kemalizm tasfiye olmadı. Onun yerine mirasçısı Silahlı Kuvvetler devraldı. 60 yıllık süreçte TSK, Türk siyasetine biçim verdi. Ama bu zaman diliminde de armut toplamadı. Mevzuatı da ihtiyaçlarını meşrulaştıracak şekilde düzenledi. Bugün TSK’nın darbe yapmasına ihtiyaç yok. Zaten müdahale etmeye olanak sağlayan koşullar müdahalenin ta kendisi. Halihazırda yürürlükte olan yasalarla TSK’nın iç güvenliğe dair görevleri var. Yani, Cemaat’in bu işlerde rolü olduğunu düşünmek, onu çok aşan bir şey olduğunu kavrayamamaktır.

 

'Dokunurlarsa ötecek olduğunun korkusu, Allah korkusundan ağır basıyor'

 

AK Parti’nin Ergenekon ile kol kola olduğu iddialarını nasıl yorumluyorsunuz?

Bükemediği eli, bu yöntemle öpüyor. Huyu bu! Ezemediği bir güç karşısında tırsıyor. Bütün kabadayılığı mazluma. Gerçekten inançları sağlam olsa, bakara-makaraya katlanırlar mı? Ama dokunamıyorlar. Dokunurlarsa ötecek olduğunun korkusu, Allah korkusundan ağır basıyor.

Makul şüphe yasası çıkarıldı, iç güvenlik yasa tasarısı Meclis’e gelecek. Bütün bu yargı paketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sıkboğaz etme yöntemleri. Şüphenin makullüğünden önce, şüphe edecek adamın makul olup olmadığına bakarım. Önümüzde hiç de makul olmayan adamların her önüne gelenden şüphe edeceği bir süreç var. Bunlar cendereye alma yöntemleri. Şu an bunların tartışılması bile abes, hep bir ağızdan reddedilmesi lazım. Ancak Erdoğan, bu paket ile sıkıyönetim ilan edemez. Çünkü sıkıyönetim mevzuatı, ordunun ülke yönetimini doğrudan doğruya üstlenerek, iktidarı devre dışı bıraktığı bir rejimin adıdır. Erdoğan’ın böyle bir amacının olacağı söylenemez. Bu duruma olsa olsa, kendisine sadık organlar oluşturarak, bir ‘polis devleti’ kurmak denebilir. Buradaki ilginç nokta, baskıcı rejimini, henüz kendisine gönülden bağlı bir organ haline getiremediği orduya güvenerek inşa etmeyecek olmasıdır.