Nanoteknoloji ile akut böbrek hasarının teşhisi ve tedavisi artık mümkün

Nanoteknoloji ile akut böbrek hasarının teşhisi ve tedavisi artık mümkün

San Diego’da DevaCell (http://devacell.com) isimli kendi kurduğu şirkette araştırmaları devam eden Dr. İnanç Ortaç, 2012’de geliştirdiği, Collegiate Invetors Competition’da birinciliğe layık görülen nanoparçacık  teknolojisini kanserden sonra akut böbrek hasarı üzerinde de uygulayacaklarını duyurdu. 

Akut böbrek hasarının tespiti ve tedavisi çerçevesinde Emilia S. Olson, Robert Mattrey ve iş arkadaşları ile yazdıkları makale Advanced Healthcare Materials’ın mart sayısının kapağında yer aldı. 

Konu üzerine Ortaç’tan T24 için bilgi aldık.

Sorularımız ve yanıtları şöyle: 

Akut böbrek hasarı nedir? 

Akut böbrek hasarı hastaneye yatan hastaların yüzde 7’sinde görülen, ileri seviyelerinde yüzde 30-70 arası ölümle sonuçlanabilen bir sorun. Sorun çoğunlukla böbreklerdeki kan akışının inme, kan zehirlenmesi, atardamar hastalıkları ve koroner bypass gibi ameliyatlar sonucunda kesintiye uğramasıyla ortaya çıkıyor ve  bu problem sonucu oluşan doku hasarının en önemli nedeninin de  dokuda oluşan reaktif oksijen türleri olduğu biliniyor. Hasarın kontrol altına alınması ve tedavisi için hasarın nerede ve hangi seviyede olduğunun belirlenmesi çok kritik. 

Şu ana kadar uygulanan yöntemler ile hasarın varlığı ve seviyesi belirlenemiyor muydu?  Sizin geliştirdiğiniz teknolojinin farkı ne?  

Hasarın varlığı ve seviyesi dolaylı olarak belirlenebiliyordu, ama hasarın yeri saptanamıyordu ve dolayısı ile  etkili bir tedavi geliştirilemiyordu. 

Geliştirdiğimiz teknoloji ile saç telinin çapının yaklaşık binde biri ölçeğinde olan nanoparçacıklar kanda dolaşarak, akut böbrek hasarının oluştuğu bölgede birikiyorlar ve buradaki reaktif oksijen türlerini güvenli oksijene çevirip dokunun tedavisine önemli bir katkı sağlıyorlar. Bunun yanında çok kısa sürede yüksek miktarda oksijen üretebildikleri için kısa süreli oksijen kabarcıkları da üretiyorlar. Bu kabarcıklar hamileler için de kullanılan standard ultrason cihazlarıyla görüntülenebiliyor ve bu sayede hasarın yeri de saptanabiliyor.

Çalışma ne tür tepkiler aldı?

Buradaki en önemli faktör bu yaklaşımın hem teşhise hem de tedaviye yönelik olması. Teşhis aşamasında da hasarın oluştuğu yeri gerçek zamanlı göstermesi çok avantajlı. Bu avantajlardan ve teknolojinin platform özelliğinden dolayı, bu teknolojinin başka başka alanlardaki uygulamalarını denemek için birçok gruptan ortak çalışma teklifi aldık. Şu an düşündüğümüz uygulamaların arasında beyin-sinir hastalıklarından, yaşlanmayı önleyici uygulamalara hatta eklem iltihabına kadar birçok alan var. 

Araştırma aşamasından kliniğe doğru ilerleme nasıl mümkün oluyor? 

Birçok bilimsel gelişme akademide ortaya çıkıyor, benim durumumda da olduğu gibi. Ama akademide araştırma genel olarak oldukça yavaş yürüyor. Dolayısıyla bir teknolojinin pazara hızlı bir şekilde ulaşması için teknoloji kendini belli ölçüde ispat ettikten sonra, o teknolojiye odaklanan bir şirket aracılığıyla özel ve kurumsal yatırım alınarak hızlandırılabiliyor. Çünkü akademiye yönelik finans kaynakları hem miktar olarak hem de süre olarak özellikle biyomedikal alandaki ihtiyaçları karşılayamıyorlar. Biyomedikal projelerde ve özellikle bizimki gibi canlı içi (in vivo) uygulamalarda, detaylı bir klinik öncesi hayvan çalışmalarından sonra klinikte insan denemelerine geçiyor. Bu uzun ve çok yüksek yatırım gerektiren bir süreç. Ama klinikte kullandığımız bütün ilaçlar ve cihazlar bu süreçlerden geçerek ulaştılar elimize.

Uzun vadede  ilgilendiğiniz yeni konular neler?

Ben lisans eğitimimi fizik, doktora eğitimimi elektrik-elektronik mühendisliği alanında yaptım. Doktoram sırasında nanoteknolojiye ve özellikle kanser alanındaki uygulamalara yoğunlaştım. İçinde bulunduğumuz zaman, tam farklı teknik ve bilim dallarının bir arada çalışmasını gerektiren bir alan. Kanser gibi birçok hastalık da tedavisinde bir mühendislik yaklaşımı gerektiriyor. Şu an kanser alanı asıl odağımda olsa da bu bahsettiğimiz çalışmada olduğu gibi daha birçok alanda yapılabilecek çalışmalar olduğunu düşünüyorum. Şu an üzerinde çalıştığım teknolojileri uygulamayı düşündüğüm alanlar arasında şeker hastalığı, kalp ve damar hastalıkları, beyin hastalıkları, yaşlanmayı önleyici tedaviler ve bağışıklık sistemi hastalıkları var.