T24 - Uzun yıllar Moskova'da gazetecilik yapan Hakan Aksay, geçen hafta bir vaatte bulunmuş ve köşesinde zaman zaman yer vereceği "Nataşa mektupları" ile "BirGün sayfalarından Türk basınına yankılanacak yeni bir ses çıkacağını umuyorum" demişti. Aksay, bugünkü (7 Ağustos 2010) köşesinde Nataşa'dan ilk mektubu yayımladı.İşte, Aksay'ın o yazısı:Takma adım Nataşa olsunSevgili Hakan,Sana defalarca aktardığım Türkiye izlenimlerimi ve yorumlarımı bir Türk gazetesinde yayımlamanın doğru bir fikir olduğundan hâlâ emin değilim. Ama seni kırmak istemiyorum. Bir deneyelim.Ancak yazacaklarımın başıma iş açmasından ve özel hayatımı altüst etmesinden çekindiğim için izninle gerçek adımı kullanmayacağım.Sana ilk olarak “Adım Nataşa olsun” dediğimde bana nasıl karşı çıktığını ve ısrarla başka adlar önerdiğini hatırlıyorum. Ama ben aslında tam da senin düşündüğün nedenlerle Nataşa adını seçiyorum.Evet, bu ad Türkiye’de başka türlü “ünlendi”. Hatta Türklerin bu “yaratıcı buluşu”, bütün dünyaya yayıldı ve Rus kadınını karalamak için birçok ülkede kullanılır oldu. (Bunun için Türklere teşekkür borçluyuz herhalde.) (Bu arada bizim popçular “Asıl Nataşa sensin” diye bir şarkı yaptılar, duydun mu?)Adı Nataşa olanlar kendini “Natali” olarak tanıtmaya başladı. (Belki bunda Batı özentisinin de biraz rolü olabilir tabii.)Diyorsun ki, “Artık Türklerin çoğu hatasını anladı, ‘Nataşa’ eskisi kadar yaygın kullanılan bir hakaret değil.” Evet, bizi “Nataşa” diye toptan mahkûm edenler, birdenbire Ayşeleri-Fatmaları hatırladılar. Ve bir ulusun kadınlarına toplu halde çamur atmanın korkunçluğunu hissettiler. Dahası yaşadıkları yerlerde çok sayıda Rus görmeye başladılar. Türk-Rus ailelerin sayısı arttı. Bu ailelerden doğan binlerce, belki onbinlerce çocuk var artık sokaklarda. Bu şartlarda en azından Türk medyasının bir bölümü dilini gözden geçirdi.Ama hâlâ yapış yapış bir gülümseme eşliğinde ve ne idüğü belirsiz erkekliğini vurgulama sevdasıylabirçokları “Nataşa” şablonundan vazgeçmiyor.O halde benim takma adım Nataşa olsun. Madem ki sen beni “Bu mektupları gazetede yayımlayarak bir şeylerin mücadelesine giriyoruz” diye ikna ettin, o zaman kusura bakma, ad seçimim böyle olacak.Seninle mektuplaşırken her şey kolaydı. Ama şimdi “gazete için” neler yazacağımı bilmiyorum.Tamam, dediğin gibi olsun. “Her şeyi olduğu gibi” yazmaya çalışayım.Bir kadının kalemi konuşsun burada.Ve bir Rus’un kalemi.(Ama bunca yıllık Türkiye hayatıma rağmen, bu mektupları izninle Rusça yazmak ve senin Türkçeye çevirmeni rica etmek istiyorum; böylesi daha “özgür bir kalem” olacak gibime geliyor.)Aynı zamanda Türkiye’de yaşayan bir yabancının kalemi olacağım ister istemez. Bunun öneminin az olduğunu düşünme. Biliyorum, ülkenizde Türkiye yurttaşı olup da Türk olmayanların bile işi kolay değil. Hele hele yabancı olmak!.. Türkiye’de çok yabancı var. Resmi veriler 100-200 binler civarında oynuyor. Ama bence bir milyondan fazla...“Bir dekoratif unsur” olarak yabancıları ara sıra televizyona çıkarmak güzel!.. “Türk misafirperverliğini” vurgulamak harika!.. Ama gerçekte yabancılar Türkiye’de nasıl yaşıyor? Nasıl zorluklarla karşılaşıyor? Türkiye’yi çok sevmelerine ve “ikinci vatan” (hatta bazen “birinci”) kabul etmelerine rağmen, “farklı olduklarından dolayı” bazen başlarına neler geliyor?Yaşadıklarımı ve duyduklarımı abartısız ve sansürsüz yazacağım.Umarım yazdıklarımdan ürküp sen vazgeçmezsin. Ve umarım bu “Nataşa mektupları”nı yayımlamak bir gazeteye ağır gelmez.Şimdilik hoşçakal!Nataşa.