Hürriyet yazarı Verda Özer, Varşova’daki NATO Zirvesi'yle ilgili olarak kulis yazdı. "Alınan kararlar, liderlerin konuşmaları da bu bölünmüşlüğü ve kafa dağınıklığını gösteriyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük tehdit IŞİD iken, zirvenin ilk gününde yapılan Genel Kurul’da konuşan liderlerin -Erdoğan dışında- hiçbirinin ağzından 'Suriye' kelimesi çıkmadı bile" diyen Özer, "İttifak’ın mevcut 'stratejik konsepti' 11 Eylül saldırılarından yıllar önce, 1999’da oluşturulmuştu. Bu da günün şartlarına hitap etmiyor. Dahası İttifak içerisinde karşıtlık yaratıyor. Bir tarafta geleneksel, miadını doldurmuş bir güvenlik anlayışıyla hareket etmek isteyenler. Yani Rusya’ya karşı caydırıcılık ve savunmayı öne çıkaranlar... Diğer tarafta ise Türkiye’nin başı çektiği, yeni güvenlik anlayışını savunanlar... Ki bu blok, Rusya’yla diyalog kurmaktan yana" diye yazdı.
Verda Özer'in, "NATO'nun sonu mu?" başlığıyla yayımlanan (11 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a eşlik ettiğimiz Varşova’daki NATO Zirvesi, yine tam bir hava durumu parodisiydi. Malum hava durumunu izlerken sadece yaşadığımız şehre bakarız. Diğer yerler ilgimizi çekmez. NATO üyeleri de aynen böyle. Herkes kendi bölgesine, kendi derdine odaklanmış durumda.
Romanya ve Bulgaristan her zamanki gibi “ne olur Karadeniz’e konuşlanın” derdindeydi. Baltık ülkeleri ve Polonya, “Rusya’ya karşı bize asker gönderin” dedi yine. Türkiye zaten sınırlarının hemen ötesinde dağılan Irak ve Suriye’den kendi içine nüfuz eden terörle boğuşuyor. İngiltere, Fransa ve Almanya ise “geçin bunları, önce şu mülteci sorununu çözelim” demekten öteye gitmiyor.
Varşova Zirvesi’nde alınan kararlar, liderlerin konuşmaları da bu bölünmüşlüğü ve kafa dağınıklığını gösteriyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz en büyük tehdit IŞİD iken, zirvenin ilk gününde yapılan Genel Kurul’da konuşan liderlerin -Erdoğan dışında- hiç birinin ağzından “Suriye” kelimesi çıkmadı bile.
Cumartesi günü açıklanan sonuç bildirgesinden de somut adım olarak çıka çıka Polonya, Estonya, Letonya ve Litvanya’ya ek asker konuşlandırılması ve Afganistan’daki askeri gücün devam ettirilmesi kararı çıktı.
*
Kısacası; Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyor. IŞİD dünyanın her yerinde sürekli bomba patlatıyor. Ve NATO hala ve neredeyse sadece “Rusya” diyor.
1949’da Sovyet Bloku’na karşı kurulan NATO, bugün bambaşka bir güvenlik ortamının içinde. Soğuk Savaş biteli neredeyse 30 yıl olacak. Artık tehdit, tek bir devlet ya da belli bir coğrafi bölge değil.
Bugünün tehditleri küresel. Bazıları birkaç ülkeyi, bazıları ise tüm dünyayı ilgilendiriyor. Terör, mülteci sorunu, siber güvenlik, kitle imha silahları... Yani devletler arası savaşların yerini; nereden ve ne zaman geleceği belli olmayan tehditler almış durumda.
Bu yeni tehditleri birçok ülke paylaştığı için, artık güvenlik paylaşılan, paylaşılması gereken bir olgu. Bunun için de sadece belli bir coğrafyadaki ülkelerin değil, Rusya dahil olmak üzere bu tehditlere maruz kalan herkesin birlikte çalışması gerekiyor.
Soğuk Savaş yıllarında Rusya’daki St. Petersburg’a en yakın NATO ülkesi, 1920 km uzaklıktaydı. Oysa bugün NATO üyesi olan Estonya, St. Petersburg’tan sadece 96 km uzaklıkta. Dahası eskinin bu iki düşmanı arasındaki fiziksel yakınlığın ötesinde, işbirliği de pek çok alanda arttı ve derinleşti.
*
Bu bakımdan Türkiye Zirve’de bugünün güvenlik ortamını en iyi ortaya koyan ülke oldu. Elbette bunda, coğrafi konumundan dolayı bugünün tehditlerine en çok maruz kalan NATO üyesi olması etkili.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına IŞİD terörü ve Suriye’deki durumdan beslenen PKK damgasını vurdu. İslam’la terörün özdeşleştirilmesinin ve “İslami terör” kavramının kullanılmasının sakıncaları da, Erdoğan’ın Genel Kurul’daki konuşmasında öne çıktı.
Ancak dediğim gibi; İttifak’ın bugünün tehditlerini gündemine aldığını söylemek imkansız. Başını devekuşu gibi kuma gömüyor. Ve ortaya koyduğu refleks, kanserin son evresindeki bir hastanın baş ağrısını geçirmek için Aspirin almasına benziyor.
NATO’nun varoluşunu sürdürebilmesi için ise, herşeyden önce yeni bir “stratejik konsept” oluşturması gerekiyor. Zira İttifak’ın mevcut “stratejik konsepti” 11 Eylül saldırılarından yıllar önce, 1999’da oluşturulmuştu. Bu da günün şartlarına hitap etmiyor.
Dahası İttifak içerisinde karşıtlık yaratıyor. Bir tarafta geleneksel, miadını doldurmuş bir güvenlik anlayışıyla hareket etmek isteyenler. Yani Rusya’ya karşı caydırıcılık ve savunmayı öne çıkaranlar.... Diğer tarafta ise Türkiye’nin başı çektiği, yeni güvenlik anlayışını savunanlar... Ki bu blok, Rusya’yla diyalog kurmaktan yana.
*
Benzer bir çelişkiyi ve bölünmeyi bugün Avrupa Birliği de yaşıyor. Yeni koşullara uyum sağlayamadığı için savruluyor. Antik Yunan tarihçisi Thucydides “ortak korkular bir ittifakın tek sağlam temelidir’ demişti. Bugün ortak korkulara odaklanamayan ittifaklar, dağılıyor.
Bu yüzden Soğuk Savaş zamanının kurumları ya raf ömrünü tamamlamış olan eski hakim paradigmayı değiştirecekler. Ya da zamanla devre dışı kalacaklar.
Peki yerlerine ne kurulacak? Türkiye bu yeni ortamda güvenliğini nasıl sağlayacak? Bu pilav daha çok su kaldırır.