Türkiye, Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü'nün (NATO) 70. yılının kutlandığı İngiltere'deki zirvede önceki tehdidinin aksine, Baltık devletleri ve Polonya için hazırlanan savunma planını veto etmedi. Ankara'nın Halk Koruma Birlikleri'nin (YPG) "terör tehdidi" olarak tanımlanması talebine NATO'dan olumlu yanıt gelmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 6 ay sonra yapılacak Kuzey Atlantik Konseyi toplantılarını işaret etti.
3-4 Aralık günlerinde İngiltere'nin başkenti Londra yakınlarındaki Watford şehrinde düzenlenen NATO Zirvesi, ittifakın birçok açıdan sorunlu bir dönemden geçtiği bir süreçte yapıldı.
ABD ile Fransa arasında yaşanan gerilim, Türkiye'nin Suriye'de tek taraflı operasyonu, Rusya konusunda görüş ayrılıkları zirvenin önemli konu başlıkları arasında yer aldı.
Bunlara ek olarak zirvenin hemen öncesi Türkiye'nin olası bir Rus tehdidine karşı Baltık devletleri ve Polonya için hazırlanan savunma planına onay vermediğinin ortaya çıkması zaten sorunlu olan NATO gündemine sıkıntılı bir başlık daha getirdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Londra'ya hareketinden önce düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'nin "başta YPG olmak üzere terörle mücadele konusunda müttefiklerden istediği destek ve dayanışma gelene kadar" bu tür planların bloke edileceğini ifade etmesi, Ankara ile kalan 28 müttefik arasında uzun süreli bir krize işaret ediyordu.
Ancak beklenen olmadı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, İngiltere'deki zirvenin sonunda düzenlediği basın toplantısında Türkiye'nin savunma planı için gerekli onayı verdiğini açıkladı.
Bunun NATO için son derece olumlu ve güzel bir gelişme olduğunu vurgulayan Genel Sekreter, bu adımın karşılığında Türkiye'nin YPG konusundaki talebinin karşılanıp karşılanmadığı sorusuna, YPG'nin nasıl tanımlanacağı konusunun toplantılarda gündeme gelmediği bilgisini vererek yanıt verdi.
Ayrıca Stoltenberg, Türkiye için hazırlanan ve "YPG terör tehdidi olarak gösterildiği için" ABD tarafından veto edilen savunma planının statüsü hakkında da bilgi vermekten kaçındı.
Süreci yakından takip eden diplomatik kaynaklar, Türkiye'nin veto kartını kullanması sonucunda nasıl bir kazanım elde edebileceği ile ilgili olarak bir değerlendirme yapmak için bundan sonraki sürecin izlenmesi gerektiğini kaydediyorlar.
Ancak aynı kaynaklar, uzun vadeli bir değerlendirme yaparken de öncelikle NATO Genel Sekreteri Stoltenberg'in açıklamalarının yanı sıra Londra Deklarasyonu ile zirveye katılan liderlerin pozisyonlarına bakılması gerektiğinin altını çiziyorlar.
NATO'nun rutin zirvelerinden farklı olarak yayımlanan son ortak bildiri, operasyonel unsurlardan çok ittifakın temel konulardaki bakış açısını ve geleceğe dönük projeksiyonuna ilişkin mesajlar verdi.
Türkiye, 3. maddede yer alan "her türlü form ve görünümdeki terörizmin tüm üyeler tarafından daimi tehdit olarak algılandığı" vurgusuna önem atfetti. Bu maddenin Türkiye'nin YPG konusundaki duyarlılığına bir yanıt olarak görülebileceği değerlendirmeleri de Ankara'da yapıldı.
Bu görüşe karşı çıkan diplomatik kaynaklar ise "terörle mücadelenin NATO'nun son 20 yılındaki en önemli ortak hedeflerden biri olduğu" ve her ortak bildiride mutlaka yer aldığını anımsatarak, bu maddeden böyle bir anlam çıkarılamayacağını kaydediyorlar. Aynı kaynaklar, Londra Deklarasyonu'nda Rusya örneğinde olduğu gibi tehdit kaynakları ve bölgelerine yer verildiğini anımsatırken, Suriye'nin oluşturduğu ve Suriye'den kaynaklanan tehditlere atıfta bulunulmamasına dikkat çekiyorlar.
Bu açıdan bakıldığında, ortak deklarasyonun Türkiye'nin spesifik beklentisi açısından bir yanıt vermediği değerlendirmesi yapılıyor.
Bu değerlendirmeyi, ABD ve Fransa gibi YPG konusunda Türkiye ile sürekli bir gerilim içinde bulunan ülkelerden gelen açıklamalar da destekliyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, zirve sonrası yaptığı açıklamada, YPG'nin "terör örgütü" olarak tanımlanması konusunda bir uzlaşmanın mümkün olmadığını kaydederek, ülkesinin bu konudaki pozisyonunun kısa vadede değişmeyeceğini ortaya koydu.
Buna karşın "terör örgütü" olarak tanımlanan PKK ile mücadelede Türkiye'ye destek verdiklerini, bu konuda bir sorun olmadığını belirten Macron, Ankara'nın "siyasi ya da askeri" gerginlik yaşadığı grupların "terörist" kategorisine alınması talebine ittifak içinden onay çıkmayacağını kaydetti.
Benzer bir açıklama da zirve öncesinde ABD'den geldi. ABD Savunma Bakanı Mark Esper, bir soru üzerine, YPG'nin "terör unsuru" olarak tanınmasının söz konusu olamayacağını söylemişti.
Diplomatik kaynaklara göre, YPG konusunda Almanya, Hollanda ve İngiltere gibi ülkeler de ABD ve Fransa çizgisinde.
Türkiye'nin Baltık savunma planına uyguladığı vetoyu neden kaldırdığı sorusu, Londra'da gazetecilerle bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da soruldu.
Polonya ve Baltık ülkelerinin liderlerinin savunma planı konusunda Türkiye'den destek istediklerini, bunun üzerine vetonun kaldırıldığını kaydeden Erdoğan, bunun karşılığında kendilerine "Ama terörle mücadelede siz de bizi yalnız bırakmayacaksınız" dediğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Niye evet dedik?" sorusuna da muğlak bir yanıt verirken, dolaylı olarak 2020'de gerçekleştirilecek Kuzey Atlantik Konseyi (NAC) toplantılarına dikkat çekti.
Erdoğan, "Bu 6 aylık süreç işlerken, böyle bir olay vuku bulduğu anda da burada başta NATO Genel Sekreterimiz olmak üzere hepsi devreye girerek bu işi tekrar yoluna, rayına sokma şanslarına sahipler. Bu noktada bizi aşırı derecede bağlayıcı bir şey yok" ifadesini kullandı.
Erdoğan'ın açıklamaları ışığında yapılan değerlendirmelerde, Türkiye'nin Baltık ülkeleri ve Polonya için hazırlanan savunma planına tek taraflı olarak onay verdiğini, Türkiye için hazırlanan savunma planının ise 2020'nin ilk yarısında görüşülmeye devam edileceğini gösteriyor. Bu sürede, NATO'nun 2015-2016 döneminde hazırladığı ve "YPG'nin PKK'nın uzantısı olarak Türkiye'ye tehdit oluşturduğu" kaydedilen savunma planının yürürlükte kalacağı da belirtiliyor.
Bu da, YPG merkezli sorunun çözülmesi ve Türkiye için hazırlanan savunma planının güncelleştirilmesi için 6 aylık bir müzakere süresi vermiş oluyor.
Diplomatik kaynaklar, Türkiye'nin YPG konusundaki duyarlılığının Batı'daki müttefikler tarafından daha açık ve net bir şekilde algılanması amacıyla veto kartını kullanmış olabileceğini, asıl amacın Baltık bölgesindeki ülkelere sıkıntı yaratmak olmadığını kaydediyorlar.