Sanatçı Nazan Öncel, Sezen Aksu ile aralarında kırgınlık olduğuna dair haberlerle ilgili olarak "Sezen en ufak bir kırgınlığımızın olmadığını çok anlattı. Ben de Sezen için bahçeme ağaç diktim. Sezen şarkılarına bayıldığımı, zor zamanımda imdadıma onun şarkılarının yetiştiğini söylemişimdir hep" dedi. Aksu'yla ilgili olarak "Kalp kalbe karşı olduğundan, ne zaman bir araya gelsek kaldığımız yerden devam ederiz" diyen Öncel, "Gerçek dostluk böyle bir şeydir, gezer, yüzer, akışkan değildir. İyiyiz biz" ifadelerini kullandı.
Nazan Öncel, 1996'da 'Sokak Kızı' albümünü çıkardığı dönemde yaşadıklarını anlatırken "90’larda kadına şiddet, taciz gibi konuları işlediğimde bir kısım tutucu medya dünyayı başıma yıkmıştı. TIR’ların altında kalmış gibiydim" dedi.
Nazan Öncel'in Hürriyet'ten Cengiz Semercioğlu'na verdiği söyleşi şöyle:
Ortada gözükmüyor, ekrana çıkmıyor, röportaj vermiyorsunuz. Ne yapar, ne yer, ne içersiniz, nerelere gidersiniz? Biraz didiklemek istiyorum sizi haberiniz olsun...
- Yeme içmeyle başlayalım istersen çünkü ağustostan bu yana Özlem Karakuş’un Mutlu Tabak’larıyla besleniyorum. Mutlu Vegan diyebilirsiniz bana. Bu kişiye özel Mutlu Tabaklar sayesinde beş kilo verdim. Uzaydan bile görünen göbeğimden kurtuldum, fıstık gibi oldum. 20’lik delikanlıların gözü üstümde geziniyor, takılırsam şaşırmayın. Şaka yapıyorum tabii ama epey bir hafifledim, gardırobumu yenilemek zorunda kaldım, işin tek fena tarafı bu oldu. Nelerle uğraşmaktan keyif alırsınız?
- Resim yapıyorum, sanatın müziğe müthiş katkısı oluyor. Sahne kostümlerimi bir senedir kendim tasarlıyorum.
O kadar var mıdır modacı gözünüz?
- Rahmetli annem, daha çocukken bana dikiş dikmeyi öğretmişti, oğlumu diktiklerimle 7 yaşına kadar büyüttüm. Kendime de çok elbise dikmişliğim vardır, terziliğimin üzerine yaratıcılığımı da koyarak bu işi bizzat ele aldım artık. Modacılar iyi hoş da o kostümlerin içinde kendime yabancılaştığımı düşünüyorum. Gezmek, tozmakla aranız nasıl?
- Son birkaç yıldır yurtiçinde ve dışında olmak üzere köy kasaba geziyor, yeni yerler keşfediyor, fotoğraflar çekiyorum. Köy kahvelerinde takılıyorum. Yeniden doğmuş gibi hissediyorum kendimi. Tesadüfen Endülüs’de bir yer keşfettim; Sevilla kentine bağlı Marinale köyünde, insanın hayal ettiği demokrasiyi, sınıf farkının olmadığı hayatları gördüm mesela. Dahası para falan da sökmüyor orada, ben senin yaptığın eve taş taşıyorum, sen benim çocuğumu kendi aracınla okula götürüp getiriyorsun.
Bizim köyler de cabası. Kıyı kıyı geziyorum, Sıla’nın dediği gibi kafa nereye ben oraya... İnsanın arkasında hiçbir pişmanlık bırakmadan yaşaması lazım. Mühim olan adam gibi onurunla yaşayıp gitmektir bu dünyadan, eğilip bükülmeden... Referansın neyse o kadarsındır. Kış geliyor, ayacıkları üşümesin diye arabanın torpido gözünde mendil satan çocuklar için çoraplar bulunduran insanlardanız biz. Dünyamız budur.
Neden bu kadar kapalı bir hayatı tercih ediyorsunuz?
- Aa, bunu çok duyuyorum bu aralar ama öyle değil tabii. Hayat dört duvar arasına kapanarak yaşanacak kadar uzun değil. Bir tane hayatımız var elimizde, mümkün olduğu kadar yaşamak lazım. Her yere girip çıkıyorum ama kimsenin gözüne sokmamaya çalışıyorum kendimi.
Normalde eğlenceli misiniz, çılgın mısınızdır? Sığındığınız limanlar var mıdır özel hayatta, edebiyatta?
- Sığındığı limanları vardır insanların, o limanlarda huzur bulursun, başınızı koyduğunuz yastık iyi gelir, uykularınız bölünmez, bölünse de değecek şeylere bölünür. Anlatacak şeyler bulursunuz o limanlarda, biz de öyle yapmayı tercih ediyoruz. İnsan düşündüğü gibi yaşar. Doğunun Limanları (Amin Maalouf), İnce Memed (Yaşar Kemal), Mucizevi Mandarin (Aslı Erdoğan), Düğüne (John Berger) gibi sığındığım limanlar var çok şükür. Dört duvar arasında değil, kalpler arasında yaşıyorum. Bazen hayatımdan çıkardığım insanlara teşekkür ediyorum çünkü o boşlukları dolduracak muhteşem insanlar var hayatımda. Beraber güldüğün insanla beraber ağlayabiliyorsan o insan çok değerlidir. Yere göğe koyamıyorum onları. İşin eğlence kısmına gelecek olursak, komik, bir o kadar gırgır olduğumu düşünüyor dostlarım. Ben de onların yalancısıyım, umarım öyledir. Yemek yapar mısınız?
- Yaparım ama ne zaman bir yemek yapsam, tencereyi ateşte unutup yemeğin dibini tutturuyorum. Bu denemelerden vazgeçeli oluyor bir 20 sene kadar. Bu yüzden beni mutfağa sokmuyorlar. Eğer yemek yaparken şarkı yazmıyorsam, o yemek sağ salim sofraya gelebiliyor, aksi halde ııh. Ve fakat canım istedi mi mükemmel sofralar da kurabiliyorum. Yaş sorsam ayıp olur mu? Nazan Öncel 60 yaşa adım atarken korkar mı?
- Bu sene başında bir konserdeyim, doğum günüme denk gelince sağ olsunlar sürpriz yapmışlar, pastalar mumlarla ağırladılar beni. Sahnede böyle bir manzarayla karşılaşınca şaşırdım tabii. “Gelmişim 100 yaşına, hâlâ mı pasta” dedim. İlk defa 30 yaşıma bastığımda biraz tırsmıştım, ya ben ne zaman 30 oldum demiştim. Sonrası malum, yıllar akıp geçti.
60 yaş kadınını anlatır mısınız bana? Hiç öyle estetik dokunuşlar telaşı oldu mu sizde?
- Yaş dediğimiz şey sadece bir sayıdır, yaşadıklarıma saygı duyduğum için bu yaşıma kadar hiç estetik ya da benzeri şeyler yapmadım. Kendimi iyi hissediyorum, güzel hissediyorum, bu da ruhumun yaşıyla ilgili bir şey sanırım. Günümüze göre ben orta yaş insan grubuna giriyormuşum. Çok güzel bir dönem benim için: Yapmam dediğim şeyleri yapmıyor, yaparım dediğin şeyleri yapıyorum. Kafa giderek ne istediğini bilen bir insan oluyor. Gereksiz ya da ne bileyim safralarla uğraşmıyor, kendine daha çok zaman ayırmaya başlıyorsun. Her şeye hoşgörüyle yaklaşıyor, affetmeyi öğreniyorsun. İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur, sadece silkelenir hafiflersin. Masumiyet Müzesi gibi üzerine şarkılar yazacağınız kitaplar okudunuz mu bu aralar?
- Şu sıralar okuduğum Ahmet Büke eserleri sonsuz vaha gibi, ha keza Onur Caymaz da öyle... Ece Temelkuran, Ümit Bayazoğlu, Altay Öktem, Murat Uyurkulak, Aslı Erdoğan kitaplarını okuyorum. Ümit Bayazoğlu’nun Hatırda Kalmaz Satırda Kalır’ı hayattan geçerken iz bırakmış insanları anlatıyor, çok dokunaklı hayatlar bunlar. Empati kurduğunuz zaman, içiniz parçalanıyor. Mesela Deli Ayten: Öldükten sonra Bursa’da heykeli dikilmiş bir hatun. Başından bir sürü şey geçiyor, hayırsever bir doktor kürtaj falan ediyor, tam bir trajedi. Okuyunca beliniz bükülmüş kadar oluyorsunuz. Bütün hikâyeleri tek tek değerli. Ümit izin verirse bu hikâyelerden birine şarkı yazılır.
Siz hikaye yazar mısınız?
- Deli gibi yazıyorum... Niçin kitap çıkarmıyorsunuz?
- Yazarlardan utanıyorum... Sezen “Adı ne bacım” dedi. “Nedir bu koku” dedim, sonra durdum, “Yokluğun b.ku” diye ekledim... “Aşkolsun anacım, Nedir Bu Koku şahane ama sonrasını at” dedi. Olmaz dedim, kendi elime vuramam. Ne zamandır yazıyorsunuz?
- 2000’den beri düzenli şekilde yazıyorum. Ama önceden de yazardım, ilk ne yaptım biliyor musun? Can Yayınları’nda Erdal Öz’e gittim. İstanbul’a ilk geldiğim sene, 1986’da... Daha ünlü münlü değiliz. Oğlan da küçük benim, 13 yaşında... Aldım hikayemi götürdüm. Erdal Öz’ün yanında böyle dosyalar dağ olmuş, hepsi okunup yayınlansın diye gönderilmiş hikayeler. “Sizin yaşınız kaç?” dedi. “29” dedim. “Ne okudun da, ne yaşadın da ne yazdın?” dedi. “Hiç olmazsa okuyup fikrinizi söylerseniz mutlu olurum” dedim. “Tamam” dedi, beni yolladı.
Aradı mı sonra?
- 10-15 gün geçti, bir telefon. Erdal Öz. “Sizinle bir konuşmam lazım” dedi. O zaman muhasebede çalışıyorum, koştura koştura gittim. Zor yıllar, ev kira, boğaz tokluğuna bir işteyim. “Ben 53 yaşına geldim, öyle bir gökkuşağı sayfası yazmışsınız ki hayran kaldım, bayıldım” dedi. Düzeltmeler yapmış, notlar çıkarmış. “Bana dünyaları bahşettiniz” dedim.
Basılmadı mı o hikayeniz?
- 14 sayfalık tek bir hikayeydi. Devamını getirip gidemedim tekrar. Sonra da müziğe daldım. Yıllar sonra Erdal Öz’e bir röportajda sordular, “Evet çok beğendim, bekliyorum hâlâ ama getirmiyor kitabı” demişti rahmetli... "Belki şimdi zamanı gelmiştir"
- Sezen bir taraftan, oğlum bir taraftan söylüyor ama bilmiyorum. Cesaret edemiyorum. Yıllardır aranızın bozuk olduğu konuşuldu durdu... Sık görüşür müsünüz Sezen Aksu’yla?
- Sezen en ufak bir kırgınlığımızın olmadığını çok anlattı. Ben de Sezen için bahçeme ağaç diktim. Sezen şarkılarına bayıldığımı, zor zamanımda imdadıma onun şarkılarının yetiştiğini söylemişimdir hep... Kalp kalbe karşı olduğundan, ne zaman bir araya gelsek kaldığımız yerden devam ederiz. Gerçek dostluk böyle bir şeydir, gezer, yüzer, akışkan değildir. İyiyiz biz. Dizi, film izler misiniz?
- Kitap okumaktan ve gezmekten TV izlemeye zaman bulamıyorum ama “Behzat Ç.” iyiydi, keşke devamı gelseydi. Cronenberg, Haneke, David Lynch, David Fincher, Kurosawa, Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak, Fatih Akın, Semih Kaplanoğlu sinemasına bayılırım bir de. Abbas Kiarostami’ye de. Tarık Akan’a da bin selam olsun buradan... Tanışır mıydınız onunla?
- Taş Mektep’ine gidip muhabbet etmiştim bir zamanlar. Ben üniversiteyi bitirdikten sonra birine bir faydam olsun dedim. Konuştuk. “Ne zaman isterseniz, ister müzik ister edebiyat üzerine ders verin” dedi. Bir türlü fırsat bulup yapamadım. Hasta olduğunu bilseydim mutlaka giderdim yanına... 2008’de üniversite diploması aldınız değil mi? Ne okudunuz?
- Öyle dramatik manevralar yapmak istemiyorum ama mutlu bir çocukluk geçirmedik biz. Bir sürü şeyle boğuşurken eğitim ıskalandı biraz. Açıktan lise, üniversite eğitimini tamamladım. Menşei California olan New Port Üniversitesi’nde Davranış Bilimleri okudum, “Engellilerin toplumla bütünleşmesinin sosyal analizi” üzerine verdiğim master tez ile mezun oldum.
Dövmeleriniz gerçek mi, yoksa klibin ruhuna uygun olsun diye geçici mi?
- Gerçek değil ama sebebi var: 10 senedir resim yapan biriyim, tuval üzerindeki çalışmalarımın dışında duvarları, sehpaları, komodinleri, masaları falan boyar dururum, bu yüzden elimi kolumu da kendim boyuyorum, bazen kavramsal şeyler çiziyorum, bazen de aklıma eseni. Böylelikle değişik şeyler görmüş oluyorum elimde, kolumda, bacağımda... (Elindekileri gülerek gösteriyor) “Bak bu elimdeki Nazan’ın Tontonları, gel sana da çizelim anı olsun”... (Hemen oracıkta elimin üstüne bir tonton çiziyor.)
"Benim müziğim her zaman gençtir oğlum"
Sakin Ol Şampiyon’da, “Cek miyim, cak mıyım” gibi cümleler kuruyorsun, selfie çekiyorsun... Nazan Öncel müziğinin gençleşme operasyonu mu tüm bunlar?
- (Kahkaha atıyor), aşk olsun sana, benim müziğim zaten gençtir oğlum... Genelde böyle konuşmaz mıyız? Hiç kimse konuştuğu dili, yazıldığı gibi konuşmaz. “Ben sizi çok beğeniyorum, eğer sizin için de mahsuru yoksa beraber şey yapabilir miyiz?” diye konuşulur mu? Kısaca “Benle takılır mısın?” deyip geçiliyor. Şarkı dili denilen bir şey var, bu da ustalık gerektirir. Zordur durum şarkıları yazmak, buna hiç girmeyelim istersen... Sonra gençlerin de maşallahları var; beni de gaza getiriyorlar, ben de yazıyorum, onlar bayılıyor. Bu da katmerli kadayıf oluyor. Müziğimi dinleyen herkese minnettarım. Teknolojiyle aranız nasıl, sosyal medya falan? Klipteki kadar selfie merakı var mı?
- Yok canım, bu klipten önce selfie’yi hiç denememiştim, öğrenmiş oldum. Selfie meselesi o kadar da kolay değilmiş, bunu anladım. Öyle telefonla bir fotoğraf çekmeye benzemiyormuş. Hem performans sergileyecek, hem şarkı söyleyecek, hem elin titremeyecek ki, görüntü sallanmasın, of ki ne of... Çok yorucuydu. Biz böyle bir adım attık, dileyen arkamdan gelsin diyeceğim ancak dediğim gibi hiç kolay değil.
Şarkıdaki gibi, hayatınızda “Git ulan” dediğiniz biri var mıdır?
- Vardı tabii, çok zaman geçti üzerinden. Beni durup dururken şair etti, Leyla etti gitti. Göç albümünü yazdım arkasından. Geceler Kara Tren’de geçen benim şu meşhur dize: “Bende bir resmin var yüzüme bakmıyor...” Stüdyoda işte o fotoğrafa bakarak şarkı söylediğim geceyi unutursam içim kurusun. Hayat işte, yapacak bir şey yok. Ama bugünlerde bu anlamda kısmetim çok açıldı. Şubat ayında doğum gününüzde Ceylan Ertem, Ece Temelkuran, Aylin Aslım, Gonca Vuslateri gibi isimlerden oluşan “Sokak Kızları” grubu mektup yazmıştı size...
- Harikulade mektuplardı. Çok duygulandırdılar beni. Şarkıların gücünü bir kere daha gördüm. Nasıl da nüfuz etmiş o şarkılar, yüreklerine kazınmış. Hayatlarını şekillendirmiş. “Annemden çok severim Nazan’ı” diyen vardı. Sanırım küçücük bir odada yazdığım dizeler, melodiler benden çıktıktan sonra adreslerine doğru bir yol alıyor, yolun sonunda onlarla buluşuyor, aramızda sağlam bir asma köprü kuruyor. “Ben Sokak Kızıyım” pop müzik tarihinin kült sloganlarından oldu. Bugünün “sokak kızları” şort giydiği için dayak yiyor ama...
- 90’larda kadına şiddet, taciz gibi konuları işlediğimde bir kısım tutucu medya dünyayı başıma yıkmıştı. TIR’ların altında kalmış gibiydim. Özgecan Aslan aklıma geldikçe burnumun direği sızlıyor, toplum olarak sırtımızda onu koruyamamış olmanın halâ ağırlığı var. Bugün, çocuğa yapılan taciz bile meşrulaştırılmaya çalıştırılırken nasıl rahat uyuyabilir insan? Ne zaman kadına, çocuğa kimse yan gözle bile bakmayacak, ancak o gün içimiz rahatlayabilir. Ayşegül Terzi’nin yaşadıklarını dehşetle izledim. Neyse ki bu talihsizliklerin önüne geçmek için yasalar yeniden düzenleniyor, umarım caydırıcı olur.
Tövbe tövbe... Akşit'le aksi düşünülemezdi...
Gençlere verdiğiniz destek önemli. Son olarak şarkıcı Seren Akıska’ya şarkı verdiniz. Kimler var böyle gözünüz arkada kalmadan şarkı verdiğiniz?
- Hangisini sayalım, nice nesiller yetiştirmişiz o şarkılarla. Gençlere destek olmak bizim vazifemiz. Onların heyecanını anlıyor, elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Sırada Buse Türker var ki fena geliyor. Muhteşem bir ses. Çok heyecanlıyız Buse adına... Bin kere helal olsun dediğim Of Of’un Gülşen’e çok yaradığını, büyük kitlelere ulaşmasını sağladığını ve çok iyi yorumladığını düşünüyorum. Özcan Deniz, Canım’la harikalar yaratmıştır... İbrahim Tatlıses olağanüstü yorumuyla Tamam Aşkım’la Türkiye’yi ayağa kaldırmıştır mesela... Tarkan var, Sezen var... Hangi şarkıyı okursa hakkını verebilenlerdir onlar.
Akşit Togay’ı sormasam eksik olur. Geçen yıl Akşit Bey, gerçek bir evlilik yaşamadığınızı açıkladı. Sadece sanatçı-menajer ilişkisi miydi o?
- E, herhalde. Kâğıt üstünde diye bir şey var yani. Aksi zaten düşünülemezdi. Kardeşim, benim canım ciğerim. Her ne söylemiş olursa olsun bu böyle, değişmez. Başka türlüsü mümkün olamaz. Daha delirmedim çok şükür. Tövbe tövbe...
Her sene bir single mı bekleyeceğiz, yoksa bir albüm gelecek mi?
- Sırada iki proje albüm var. Sürpriz olsun şimdilik. Şarkılar yazıp atıyorum bir köşeye, zamanı gelince dinleyicisiyle buluşur. Yine de öncesinde bir single daha çıkarmayı düşünüyorum. En sevdiğiniz 5 şarkınız?
- Yüzlerce şarkı yazmışım, ayıramam. Bu bir çocuğa anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun demekle aynı. Tarkan’la güzel işbirlikleriniz oldu. Yeni projeler var mı? Tarkan’la sık görüşür müsünüz? TSM şarkıları söylemesine yorumunuz nedir?
- Görüşüyoruz elbette. Kasımda çıkaracağı albümde bir şarkım var, Düşünülenin aksine slow bir şarkı. “İlk dinleyişte vuruldum” dedi. Tarkan klasiklerinin arasında yerini alacağını düşünüyorum. Ahde Vefa ise çok beğendiğim bir albüm oldu, genç jenerasyonun o hazine değerindeki eserleri öğrenmesi gerekiyor, bu anlamda çok kıymetli buluyorum albümü. İkincisini yapacakmış, heyecanla bekliyorum... Peki siz niye Açıkhava’da yıllardır yoksunuz? 2004 müydü son konser?
- 2006’ydı galiba. Bilmiyorum ki, organize edenlere sormak lazım. Davet bekliyoruz. Yıllardır gelmedi...
Günümüzü konuşacak olursak şimdilerin “Sokak Kızı” şarkısı hangisi olurdu?
- Bazı şarkılar var ama o sertlikte değil... Hatta ne “Sokarım Politikana” var, ne de “Demirden Leblebi”... Keşke olsa; alttan gelenler sanırım kendi ellerine vuruyor. Yani bir nevi otosansür uyguluyorlar. Belki de benim gibi bir gözü karanın başına gelenlerden sonra bunu haklı olarak yapıyorlar. Hak veriyorum gençlere. Ama hâlâ umudum var bu konuda...
“Sokarım politikana” şarkısını yaptığınızda yıl 1999’du. Şimdi böyle şarkılar neden yapılamıyor?
- Birkaç cesur yürek var, bir yere kadar lafını esirgemeden söyleyebiliyor ama bir yerden sonra çekinip duruyor. Çünkü mahalle baskısı çok fena. Keşke sanat özgürce, çekincesiz yapılabilse... Delikanlı böyle bir şarkıyı yazıyor olsa bile yayınlatacak firma bulamıyor, anlıyorsun değil mi? E, bu koşullarda başıma bir şey gelmesin korkusu var bir de... Ne diyorsunuz günümüz siyasetine?
- Zor zamanlardan geçiyoruz... Her gün gelen ölüm haberlerini duydukça, anneler evlatlarını eliyle toprağa verirken, kendimi denize atmak geliyor içimden... Bu arada Aslı Erdoğan’ın da ivedilikle bırakılmasını diliyorum elbette...
40 yaşını aşkın oğlunuz var. 9 yıl önce Amerika’da evlenmişti.
- Ay, pes valla, öyle pat diye “Oğlunuz 40 yaşını aşmış” denir mi bir anneye? İnsan anne olunca evladı hep 17 kalıyor gözünde (gülüyor). Serkan’la ilişkiniz nasıl, hâlâ Amerika’da mı? Ne yapıyor orada?
- Güzel bir hayatı var Amerika’da. Bilişimle uğraşıyor, yazılım yapıyor kendi firmasında. Torun var mı? Çaktırmadan babaanne oldunuz mu yoksa?
- Torun torba sahibi olamadık. Gençler akıllı, bizim gibi 17’sinde anne olmuyorlar. Dur bakalım hadi inşallah. Allah mı söyletiyor ne.. Sıla’ya yapılanlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Genelde müzik dünyasından çok fazla ses çıkmadı bu konuyla ilgili?
- Sıla’nın söylediklerinin yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Üzüldüm şahsen... Esasen Sıla’nın şarkılarını seslendirenlerin ne düşündüğünü merak ediyorum ben. Çünkü böyle zamanlarda genellikle Fransız kalmayı tercih eder insanlar...