Film yönetmeni Amma Asante, Nazi Almanyası'nda çekilmiş bu eski fotoğraftaki siyah liseli kıza tesadüfen rastlamıştı. Doğrudan objektife bakan beyaz sınıf arkadaşlarının aksine, gizemli bir şekilde yana bakıyordu.
Kızın kim olduğuna ve Almanya'da ne yaptığına duyduğu merak, ödüllü yönetmenin, Amandla Stenberg ve George McKay'in oynadığı "Where the hands touch- Ellerin dokunduğu yer" adlı filmi yapmasıyla sonuçlanan sürecin başlangıcı oldu.
Filmde, melez bir genç kızın, bir Hitler gençliği üyesiyle yürüttüğü tarihsel kayıtlara dayalı olsa da, hayal ürünü ilişkisi anlatılıyor.
1933-1945 arasındaki Nazi döneminde, Afrikalı Almanların sayısı binlerle ifade ediliyordu.
Yaşadıkları deneyimler farklıydı. Ancak zamanla beyazlarla ilişki kurmaları yasaklandı, eğitimden ve belli alanlarda istihdamdan uzaklaştırıldılar. Kimileri kısırlaştırıldı, kimileri de toplama kamplarına gönderildi.
Ancak hikayaleri pek anlatılmadı ve Asante'nin bu dönemi anlattığı filminin beyaz perdeye ulaşması 12 yıl aldı.
Amandla Stenberg Where the hands touch filminde melez Leyna'yı canlandırıyorAsante, film araştırması döneminde konuştuğu insanlardan aldığı tepkiyi "Bu insanların yaşadığı zorlu hayatlar hakkında sık sık bir şüphe, bir sorgulama, hatta önemsememeyle karşılaştım" diye anlatıyor.
Afrikalı-Alman toplumunun kökenleri Almanya'nın kısa süren imparatorluk dönemine dayanıyor. Denizciler, hizmetçiler, öğrenciler günümüzün Kamerun, Ruanda, Burundi ve Namibya gibi ülkelerinden Almanya'ya gittiler.
Tarihçi Robbie Etkien'e göre, 1914'te Birinci Dünya Savaşı başladığında bu geçici nüfus daha kalıcı bir hale geldi. Almanya için savaşan bazı Afrikalı askerler de daha sonra bu ülkeye yerleşti.
Ancak, Almanya'nın ırkların karışması korkusunu besleyen ikinci bir topluluk daha vardı.
Savaşı kaybeden Almanya'nın imzaladığı barış anlaşması, bazı Fransız birliklerinin Batı Almanya'daki Rhineland bölgesine konuşlandırılmasını öngörüyordu.
Fransa, genelde Kuzey ve Batı Afrikalılar olmak üzere, en az 20 bin Afrikalı askeri kullandı ve bu askerlerin bazıları Alman kadınlarla ilişkiye girdiler.
Hakaret etmek için kullanılan "Rhineland p..leri" terimi, 1920'lerden itibaren bu ilişkilerin sonucu olarak doğan 600 ila 800 melez çocuğu tanımlama adına ortaya atıldı.
Bu terim, bazı insanların 'saf olmayan ırk' gibi sözde korkularını besliyordu. Uydurma hikayeler ve cinsel açıdan saldırgan biçimde tasvir edilen Afrikalı askerlerin karikatürleri etrafta dolaşmaya ve kaygıları büyütmeye başladı.
Frankfurter Volksblatt'ın 1936'daki başlığı: "600 p.. suçlandı, Rhineland'lilere karşı siyahların işlediği suçların mirası"Yahudi düşmanlığı, Nazi ideolojisinin tam merkezinde yer alırken, Adolf Hitler 1925'te yazdığı Kavgam adlı kitabında, Yahudiler ve siyahlar arasında bir bağ kurmuştu.
Hitler "Zencileri Rhineland'e getiren Yahudilerdi. Ortaya çıkan p..leştirmeyle nefret ettikleri beyaz ırkı mahvetmek gibi açık bir amaç ve gizli düşünceyle."
İktidara geldiklerinde, Nazilerin Yahudi ve saf ırk saplantısı, soykırıma, İkinci Dünya Savaşı'nda altı milyon Yahudi'nin, engellilerin, Roman ve Slav halklarının endüstriyel bir şekilde katledilmesine yol açtı.
Siyah Almanların yaşamlarını araştıran Aitken'e göre, bu kadar sistematik olmasa da siyahlar da hedef alındı.
Aitken, siyahların Nazilerin "giderek radikalleşen ırk politikasının içinde asimile edildiğini" söyüyor.
1935'te, birçok başka şeyle birlikte Yahudiler ve Almanların evlenmesini yasaklayan Nuremberg Yasaları yürürlüğe girdi. Daha sonra, Romanlar ve siyahları da aynı kategoriye alan değişiklikler yapıldı.
Ancak ırkların karışması korkusu sürüyordu ve 1937'de Rhineland'in melez çocukları zorla kısırlaştırılmaya başlandı.
Heinrich Himmler 1942'de, Almanya'daki tüm siyahların sayılmasını istemiştiHans Hauck, kısırlaştırılan en az 385 kişiden biriydi. Babası Cezayirli bir asker, annesi ise beyaz bir Alman kadın olan Hauck 1997 yapımı "Hitler's Forgotten Victims - Hitler'in Unutulan Kurbanları" adlı belgeselde konuşmuştu.
Hauck, nasıl gizli bir vasektomi ameliyatı geçirdiğini, daha sonra aldığı kısırlaştırma sertifikası sayesinde çalışabildiğini ve "Alman kanı" taşıyan herhangi biriyle evlenmeyeceği ya da cinsel ilişkiye girmeyeceğini vaat ettiği bir sözleşme imzaladığını anlatıyordu.
"Bunaltıcı ve baskıcı bir deneyimdi. Yarı-insan hissediyordum kendimi." diyordu.
Belgeselde konuşan bir diğer kurban, Thomas Holzhauer de "Bazen çocuğum olamadığı için memnun oluyorum. En azından benim yaşadığım utancı yaşamadılar." diyordu.
Çok azı, hayattayken deneyimleri hakkında konuştu ve konuyla ilgili araştırmalar yapan birkaç tarihçiden biri olan Aitken "Çoğunun başına ne geldiğini ortaya çıkartmak için pek bir girişimde bulunulmadı. Nazilerin kamplar ve kısırlaştırmayla ilgili belgelerin çoğunu bilerek yok ettiğini ve bu insanların akıbetlerini ortaya çıkartmayı zorlaştırdığını da unutmamak lazım." diyor.
Belle ve A United Kingdom filmlerini de yazıp, yöneten Asante, bu insanların çoğunun, kimlik krizi yaşadığını anlatıyor.
49 yaşındaki yönetmen "Alman bir anne veya babaları vardı ve kendilerini Alman olarak görüyorlardı, ancak tecrit aldındaydılar ve hiç tam anlamıyla benimsenmediler. Çocuklar aynı anda iki yeri işgal ediyorlardı. Hem içeride hem de dışarıdaydılar" diyor.
Deneyimleri farklı olsa da, her bir siyah Alman Nazi iktidarında kovuşturmaya uğradı .
Almanya'nın sömürge dönemi ve Namibya'da Herero ve Nama halklarının soykırıma uğratılma girişimi, Afrikalılara olumsuz bir yaklaşımı beraberinde getirmişti.
Hitler'in iktidara gelmesiyle, taciz edildiler, kamuoyu önünde küçük düşürüldüler, belirli eğitim ve istihdam fırsatlarından mahrum bırakıldılar ve sonunda devletsiz bir hale getirildiler.
Bir parça direniş de vardı. Örneğin, melez Hilarius Gilges bir komünist ve Nazi karşıtı bir ajitatördü. 1933'te kaçırıldı ve öldürüldü.
1939'da savaş başladığında, durumları daha tehlikeli bir hale geldi. Irklar arası ilişkiye giren insanlar kısırlaştırma, hapis ve cinayetle karşılaşabiliyordu.
Kamerunlu bir baba ve Alman bir anneden 1925'te Berlin'de dünyaya gelen Theodor Wonja Michael'ın da korkusu buydu.
2017'de Deuctsche Welle'ye konuşan Michael, "insan hayvanat bahçelerinde" yada etnoğrafik sergilerde yer almıştı.
"Büyük etekler, davullar, danslar ve şarkılarla, sergilenen insanların yabancı, egzotik ve memleketlerinde nasıl olduklarını gösteriyorlardı. Büyük bir gösteriydi aslında."
Naziler iktidara geldiğinde, özellikle de genç bir erkekken mümkün olduğunca görünmez olması gerektiğini biliyordu.
"Tabii ki, böyle bir yüzle asla tamamen ortadan kaybolamazdım. Ama elimden geleni yaptım."
"Beyaz kadınlarla temastan tamamen kaçındım. Bu, korkunç olurdu. Kısırlaştırılır ve ırksal lekemeyle suçlanırdım."
Soykırımın mimarlarından Heinrich Himmler, 1942'de Almanya'da yaşayan siyah nüfusun sayılmasını istedi. Bu istek, büyük bir katliam planının habercisi de olabilir, ancak böyle bir plan hiç uygulanmadı.
Ancak, en ez 20 siyah Alman'ın Almanya'daki toplama kamplarına atıldığına dair kanıtlar var.
Hitler'in Unutulmuş Kurbanları belgeselinde konuşan Elizabeth Morton'ın anne ve babası bir Afrika sirki işletiyordu. Morton "İnsanlar öylece ortadan kaybolur ve başlarına ne geldiğini bilmezdiniz" diyor.