"ve elbette ki, sevgilim, elbet, dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya, dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle; işçi tulumuyla bu güzelim memlekette hürriyet..."
Şair Nazım Hikmet, bundan 57 yıl önce Türkiye'ye olan hasretini gideremeden vefat etti.
Novodeviçye Mezarlığı'nda yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) önlemleri nedeniyle sınırlı sayıda katılımla anma töreni düzenlendi. Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Mehmet Samsar, Türk kurum ve kuruluşlarının Moskova’daki temsilcileri, Rus-Türk İşadamları Birliği (RTİB) yöneticileri Nazım Hikmet’in mezarına çelenk ve karanfiller bıraktı.
1902’de Selanik’te dünyaya gelen Nazım Hikmet, ilk şiiri Feryad-ı Vatan’ı 1913’te henüz 11 yaşındayken kaleme aldı. 1920 yılında en yakın arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Anadolu’ya doğru yol aldı. Tüm hayatını değiştirecek bir yolculuktu bu… Kurtuluş Savaşı’na katılmak için yola çıkan başka bir gruptan sosyalizm, komünizm, Bolşevikler, Spartakistler gibi kavramlarla tanıştı.
Ankara’ya yaptıkları yolculukta Anadolu insanı ile ilk defa bu süreçte tanıştı. İstiklal Harbi’ni en iyi anlatan eserlerden olan Kurtuluş Savaşı Destanı’nın tohumu da bu yolculukta atılmıştı. Bu yolculukta Mustafa Kemal Atatürk ile tanışma fırsatı buldu. Atatürk, Nazım’a maksatlı şiirler yazması yönünde nasihat eder. Vâlâ Nureddin o günleri şöyle anlatıyordu:
“İnançlarımızda büyük bir deprem oluyordu. Manevi bir sarsıntı geçiriyorduk. İki kutup arasında bocalamaktaydık. Spartakistler’in aşıladığı sosyalist fikirler ve o güne kadar kişiliğimizi yoğurmuş bulunan milliyetçi fikirler arasında.”
Bu yolculuk Nazım Hikmet’in sosyalist fikirlerle dolmasına yol açtı. Ardından Moskova Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne gitti ve orada Siyasal Bilimler ile İktisat Bölümü’nde okudu.
İlk şiir kitabı 28 Kanunisani’yi 1924’te yayınladı.
Türkiye’ye döndükten sonra Aydınlık’ta yazmaya başladı. Bu yazılar hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. TKP üyeliği nedeniyle 15 yıl hapsi istendi.
O sırada yeniden Sovyetler Birliği’ne gitmek zorunda kaldı. 1928’de çıkan af kanunundan yararlandı ve Türkiye’ye döndü.
1938 yılında orduda ayaklanma çıkarmaya çalıştığı iddiasıyla yargılandı ve 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. 12 yıl sürecek mahpusluk dönemi başlamıştı. İstanbul, Ankara, Çankuru ve Bursa cezaevlerinde yattı.
Bu süreçte “Sevdalınız komünisttir/On yıldan beri hapistir/Yatar Bursa kalesinde” dizelerini içeren Yatar Bursa Kalesi’nde şiirini kaleme aldı.
Hapishaneyi okula çeviren Nazım, yoğun bir üretimle geçen yılların ardından tahliye edildi. Ancak Sabahattin Ali’nin faili meçhul cinayete gitmesi onu endişelendirmişti. Hapisten çıktıktan sonra askere alınacağına dair dedikodular dolaşmaya başladı.
Eski bir subay olan Nazım, askere alınma bahanesiyle öldürüleceğini düşündü ve yeniden Sovyetler Birliği’ne doğru yola çıktı. Nazım’ın İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e geçip Romanya bandıralı bir gemiye binmesine yardımcı olan kişi şair Refik Erduran’dı…
Nazım Hikmet, Sovyetler Birliği’ne gittikten sonra hakkındaki kampanyalar sona ermemişti. Nazım Hikmet, 1951’de Adnan Menderes’in Başbakanlığını yaptığı Demokrat Parti hükûmetince vatandaşlıktan çıkarıldı.
Dünyanın çeşitli yerlerini gezen Nazım, bu süreçte Dünya Barış Ödülü komitesinin jüri başkanlığını da yaptı.
Mücadelesi, hayatı, ailesi, aşkları ve şiirleri ile büyük bir iz bırakan Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Moskova’da, geçirdiği kalp krizi sonucu, memleketine olan hasreti ile bu dünyadan göçtü.
2009 yılında vatandaşlığı yeniden tanınan Nazım Hikmet, 11 Eylül 1961’de Doğu Berlin’de Otobiyografi isimli bir şiir yazmış ve kendisini anlatmıştı:
1902’de doğdumdoğduğum şehre dönmedim bir dahageriye dönmeyi sevmemüç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettimon dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliğikırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğuve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilirben ayrılıklarınkimi insan ezbere sayar yıldızların adınıben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde deaçlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istedilerkırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesiniverdiler deotuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonuelli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler benisökmediyıkılan putların altında da ezilmedim
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandımşu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bilealdattım kadınlarımıkonuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadımhep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledimyalan söyledim başkasını üzmemek içinama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobileçoğunluk binemiyoroperaya gittimçoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanınçoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den bericamiye kiliseye tapınağa havraya büyücüyeama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılırTürkiye’mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım dahayakalanmam da şart değilbaşbakan filân olacağım yokmeraklısı da değilim bu işinbir de harbe girmedimsığınaklara da inmedim gece yarılarıyollara da düşmedim pike yapan uçakların altındaama sevdalandım altmışıma yakınsözün kısası yoldaşlarbugün Berlin’de kederden gebermekte olsam dainsanca yaşadım diyebilirimve daha ne kadar yaşarımbaşımdan neler geçer dahakim bilir.