Bugün gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, "Zaman zaman siyasetçilerle medya mensupları hatta patronlar kamuoyu önünde kavgaya tutuşmuşlardır" diyerek, hiçbir siyasetçinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kadar ısrarlı ve sürekli bir baskı uygulamadığını öne sürdü. Ilıcak, Erdoğan'ın Aydın Doğan’ı ve Hürriyet’i 'terör propagandası' yapmakla suçladığını bunun bir amacı olduğunu belirterek; "Korkutmak, sindirmek, aleyhteki yayınları bastırmak. Sonuç da elde edebildi. Meselâ 'Bize terörist demesinler' kaygısıyla, bu grup, HDP’lileri ekrana çıkartmamaya başladı. Başkalarına yapılan haksızlıklara ise iyice göz yumuyorlar" dedi.
Doğan grubunun "bir yerlere çiçek atmak için, 'Paralel yapının' tehlikesinden bile söz ettiğini" belirten Ilıcak'ın Bugün'de "Tivibu keyfiliği" başlığıyla yayımlanan (29 Eylül 2015) yazısı şöyle:
BUGÜN Televizyonu, Samanyolu TV ve Mehtap TV, Tivibu portalından çıkartılıyor. Mukavelenin tek taraflı feshi söz konusu. Tivibu’nun sahibi Telekom. Telekom’um büyük ortağıOger Grubu (sahibi Lübnanlı Hariri), diğer ortağı Hazine. Yönetim kurulunda hep Tayyip Erdoğan’a yakın isimler var: Abdullah Tivnikli, Yiğit Bulut, Fahri Kasırga gibi… Zaten, muhtemelen Hariri ailesi de Türkiye’den ekonomik beklentilere sahip olduğu için, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nı üzmek istemez. Kararın bir siyasi talep neticesi alındığı anlaşılıyor. Oysa Telekom’un büyük ortağı Oger Grubu olmakla birlikte, Tivibu bir kamu görevi ifa ediyor. Tıpkı telefon hizmetleri gibi. Kaşını, gözünü beğenmiyorum diye Telekom, vatandaşın sabit telefonunu kesebilir mi ya da aklının estiği ölçüde zam yapabilir mi? Hayır… Bu kurul Tivibu için de geçerli. Zira sadece, bir hür teşebbüsü engellemekle kalmıyor, halkın haber alma hakkına da müdahale etmiş oluyorsunuz. Belli ki Tayyip Erdoğan çok sıkıştı. Özgürce yayın yapan ve zaten sayıları çok azalmış olan yayın kuruluşlarının geniş kitlelere ulaşmasının önünü kesmeye çalışıyor. Umarım yargı bu keyfiliğe bir son verir. Kaldı ki, Tivibu kullanıcılarının da hakları ihlâl edildi. İzledikleri kanallar yayından çıkarıldı. Onlar da bundan dolayı mahkemelere başvurabilir. Boşuna “Herkes layık olduğu idareyle yönetilir” denilmiyor. İşlerin düzelmesi biraz da vatandaşın elinde. Hak arayacaksınız, direneceksiniz. Keyfiliğe boyun eğmeyeceksiniz. Digitürk de Temmuz 2015’te, kapalı kapılar ardında Katarlılar’a satıldı. Katar emiri sık sık Türkiye’ye geliyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan’la samimiyeti olacak ki onunla görüşüyor. Yakında Digitürk de bu kanalların, hatta belki diğerlerinin yayınını engelleyebilir. Türkiye’nin ufuklarında kâbus gibi bulutlar dolaşıyor. Karanlık çöktü üzerimize. Uzun yıllardır demokrasi tecrübesi olan halkımız, bu sıkıntıları aşabilir. Ama önce, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”zihniyetinden kurtulmamız gerekiyor. Bu sözü, sadece vatandaşlarımıza değil medya mensuplarına hitaben de söylüyorum. Üç maymunu oynamasınlar.
Zaman zaman siyasetçilerle medya mensupları hatta patronlar kamuoyu önünde kavgaya tutuşmuşlardır. Özal’ın kâğıt fiyatlarına büyük ölçüde zam yapması ve Asil Nadir ile alternatif medya oluşturmaya çalışması karşısında, o dönemde Hürriyet’in sahibi olan Erol Simavi’nin yazdığı açık mektup. Simavi, basının gücünü Özal’a hatırlatmış, “Bizler hancı, sizler yolcusunuz” diye meydan okumuştu. Tansu Çiller, Taksim meydanında, Hürriyet ve Sabah gazetelerine verilen yüz milyonlarca teşviki açıklamıştı. Ama hiçbiri, Tayyip Erdoğan kadar ısrarlı ve sürekli bir baskı uygulamadı. Bu ölçüde tehditler savurup, gözdağı vermedi. Özal ile Simavi hemen barıştılar; Tansu Çiller iktidardan düştü; nefesi yetmedi. Erdoğan ise tek başına iktidar ve tek adam olmanın gücüyle önünde engel tanımıyor. İşi, Aydın Doğan’ı ve Hürriyet’i “terör propagandası”yapmakla suçlamaya kadar vardırdı. Tabii bunun bir amacı var. Korkutmak, sindirmek, aleyhteki yayınları bastırmak. Sonuç da elde edebildi. Meselâ “Bize terörist demesinler” kaygısıyla, bu grup, HDP’lileri ekrana çıkartmamaya başladı. Başkalarına yapılan haksızlıklara ise iyice göz yumuyorlar. Hatta bazen, bir yerlere çiçek atmak için, “Paralel yapının” tehlikesinden bile söz edenler var aralarında. Umarım bir gün gerçeği idrak edip, “İlk başta o sarı öküzü vermemeliydik” demezler.
Cumhuriyet Gazetesi, Uludere (Roboski) katliamıyla ilgili önemli belgeler yayınladı. Bunlardan biri, MİT’in faciadaki sorumluluğunu gösteriyordu. Ama esas mesuliyet, bombalama emrini veren Genelkurmay’a ait. MİT’in 21 Aralık 2011’deki istihbaratı şöyle: 1) Bahoz kod adlı Fehman Hüseyin bir eylem arayışı içinde. 2) Fehman Hüseyin, Şırnak, Uludere Ortasu bölgesinde yer alan Düğün Dağı karşısında, Türkiye sınırına yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta bulunuyor. 3) Mezkûr alanda 21 Aralık-30 Aralık tarihleri arasında harekete geçecek. İstihbaratın doğruluk derecesini MİT “kuvvetle muhtemel” olarak belirtiyor ve silahlı saldırı olacağını söylüyor. Ama MİT’i, böyle bir rapor hazırladığı için suçlamak doğru değil. Esas sorumluluk, -bölgede görevli subayların, sınıra doğru yol alan gruptakilerin kaçakçı olduğuna dair uyarılarına rağmen- harekâtı başlatan ve savaş uçaklarına bombalama emrini veren Genelkurmay’a ait.
* 2. İnsansız Hava Aracı (İHA) Filo Komutanlığı’nda uçucu olarak görev yapan ve olay günü orada bulunan Yüzbaşı Duran İspir, askeri savcılığa verdiği ifadede, “Gruptaki kişiler İHA sesini duymalarına rağmen düzenlerinde bir değişiklik yapmamışlardır. Terörist olsalar saklanırlardı. Bu kanaatimi Filo Komutanı Ali İhsan Şahin’le paylaştım” diyor. * Batman 2. İHA Filo Komutanlığı’ndan Hava Pilot Kurmay Binbaşı Ali İhsan Şahin ise şöyle konuşuyor: “Yük hayvanı ve insanlardan oluşan grubun kaçakçıya benzediğini 2. Birleştirilmiş Hava Harekât Merkezi’ne telefonla bildirdim.” * İHA Filo Komutanlığı’nda görevli Yüzbaşı Baha Pakkan: “Kaçakçı olduklarını düşündüm ve 2. İHA Filo Komutanlığı’nı iki kez uyardım.” * Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Harekât Şubesi’nde harp subayı olarak görev yapan Binbaşı İsmail Gökhan Humalı: “Ali İhsan Şahin telefonla aradı. Hedeftekilerin terörist olmayacağını söyledi.” * Şırnak, Çakırsöğüt Jandarma Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Niyazi Erhan Patır’ın ifadesi: “Terörist olsalardı, aydınlatma mermilerini ve top atışlarını fark edince dağılmaları gerekirdi. Tümen Komutanı Tümgeneral İlhan Bölük ile benim kanaatim onların kaçakçı olduğu istikametindeydi. Bombalama olunca şaşırdık.” * 2. Ordu Komutanlığı İstihbarat Başkanı Aygün Eker: “Görüntülerdeki kişilerin kaçakçı olduğunu düşündüm. Üstlerime ilettim. Genelkurmay’ın, hava harekâtına karar verildiğini bize iletmesinden sonra, 2. Ordu Komutanı Servet Yörük’e bu kararın yanlış olduğunu ve vahim sonuçlar doğuracağını söyledim.” *** Evet facia göstere göstere geldi. Bütün uyarılara rağmen, Genelkurmay“vur” emri verdi ve 28 Aralık 2011’de, Şırnak’ın Uludere ilçesinde, 34 Kürt vatandaşımız, F-16 uçaklarıyla bombalanmak suretiyle öldürüldü. Hiç kimse cezalandırılmadı ve soruşturmanın üzeri kapatıldı. Gel de isyan etme! Kim sorumlu? Genelkurmay, yanlış istihbarat dolayısıyla MİT’i suçluyor. Oysa bölgedeki subay ve komutanların “Bunlar terörist değil kaçakçı” diye uyarmalarına rağmen, bombalama emrini veren Genelkurmay’daki yetkililer. Bir istihbarat teşkilâtı, elbette duyumlarını aktaracak ama elimizde “Fehman Hüseyin’in Şırnak Uludere’de eylem yapacağını gösteren bir bilgi var” diye gelen geçeni bombalamak da neyin nesi!!! Böyle bir operasyon başlatılmadan önce, Diyarbakır 2. Ordu’daki askerlerin kanaatleri değerlendirilmeli ve tereddütler giderilmeliydi.