CHP ve MHP’nin Cumhurbaşkanlığı için “çatı aday” gösterdiği ve parlamento dışından 3 partinin de ortak deklarasyonla açık destek verdiği Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, Cumhurbaşkanlığı yarışına “başbakanlık” sıfatıyla giren Başbakan Tayyip Erdoğan’ın bir sonraki adım olarak hedeflediği başkanlık, yarı başkanlık sisteminin "kafası Amerikan, gövdesi Türkiyeli ve Avrupalı bir Frankenstein” olacağı görüşünde. İhsanoğlu “İslam'ın siyasi ideoloji haline gelmesini reddederim” dedi.
"Bana dinci de dediler, Coca- Cola’cı da dediler" diyen İhsanoğlu, "Ben hiçbiri değilim. Ben inanan bir insanım" ifadesini kullandı.
İhsanoğlu, “girdiğim en zorlu imtihan” diye nitelendirdiği Köşk seçiminden “başarıyla” çıkacağını belirtti. “Türkiye’de demokrasiyi daha ileri taşıma arzusunu hissediyorum; halkımız herkesi kucaklayan, eşit muamele eden, kendi gündemiolmayan bir cumhurbaşkanı istiyor” diyen İhsanoğlu, yurttaşlara, “huzur, güven, korkularından arınmış bir toplum” vaat etti.
İhsanoğlu, adaylığıyla ilgili CHP içinden gelen eleştirilere fazlaca girmek istememesine karşın, “elitist bir tartışma” değerlendirmesi yaptı.
Cumhuriyet'ten Ayşe Sayın'a konuşan İhsanoğlu'nun açıklamalarından satırbaşları şöyle:
Büyük bir tecrübe benim için, daha önce farklı görevlerde bulundum. Ama bu farklı, İngilizcede bir kelime var, “challenge”, meydan okuma. Yani bu yaşadığım tecrübelerin, girdiğim imtihanların en büyüğüdür. Ama başarıdan eminim. Çünkü Türkiye’de bir değişim isteği olduğunu, demokrasinin daha ileriye taşınması arzusu olduğunu hissediyorum. Ülkemiz, devletin başında herkesi kucaklayan, herkese eşit muamele yapan, kendine ait gündemi olmayan bir cumhurbaşkanı istiyor. Toplumun huzur güven içinde yaşamasını sağlayan, daha müreffeh bir Türkiye için çalışan, ülkenin uluslararası saygınlığını temin eden bir cumhurbaşkanı olmalı. Halktan aldığı güçle, yüzde 51’in değil, yüzde 100’ün cumhurbaşkanı olmalı.
Türkiye vesayet odaklarından kurtulması gereken bir mücadele veriyordu, yavaş yavaş sona eriyor ve devam etmesi lazım. Askeri bürokratik vesayeti bitirirken, onun yerine yeni vesayetin kurulmasını elbette kimse istemez. Türkiye’de kurulmak istenen yeni vesayet şudur, bir partinin veya bir siyasi görüşün bütün devlet mekanizmalarını kendi inhisarına (tekeline) almasıdır, Meclis’teki ekseriyet adına her şeye sahip olmasıdır. Esas yeni sıkıntı yaratan vesayet budur. Bir de buna ilaveten halkoyuyla seçilmiş yeni cumhurbaşkanının bütün güçleri toplamak gibi bir anlayış var. En tehlikelisi bu anlayıştır.
(Başkanlık yarı başkanlık sisteminin sorusu üzerine) Türkiye’deki mevcut anayasa 30 yıldır düzeltilmek isteniyor, o nedenle de yamalı bohça haline gelmiştir. Bu anayasanın kurulduğu temel, parlamenter demokrasi temelidir. 12 Eylül Anayasası askeri vesayet sisteminin anayasasıydı ve o darbeyi yapanların vücut ölçüsüne göre yapılmış bir anayasaydı. Türkiye’de mevcut bir anayasa var, mükemmel bir anayasa değildir, eksiği, gediği vardır ve 30 senedir düzeltilmek isteniyor, yamalı bohça haline gelmiştir. Kurulduğu temel parlamenter demokrasi temelidir. Bu sisteme göre güç hükümette, Bakanlar Kurulu’nda. Anayasayı tadil edip sırf ABD başkanının yetkilerini alıp, vücudu eski tertip bırakırsanız, kafası Amerikan kafası, vücudu Avrupa, Türk olursa, buFrankestein olur. Ancak siyasi partiler anlaşır, Meclis başkanlık sisteminde mutabık kalırsa, Türkiye o zaman mevcut sistemden başka bir sisteme gider, herkes bunun üzerinde uzlaşırsa elbette “evet” deriz. Ama başkanlık sistemini bütün organlarıyla kabul eder ve Türkiye mevcut sistemden başka sisteme gider, elbette “evet” diyeceğiz hepimiz. Ama benim şahsi tercihim, parlamenter sistemin daha düzgün işler hale getirilmesi, güçlendirilmesidir.
Zaten başkanlık konusunda gerek parlamento içinde gerekse kamuoyu araştırmalarına bakıldığında toplumda bu konuda bir konsensus yok.
(CHP içindeki itirazların sorulması üzerine) Gayet tabii çokseslilik herkesin hakkı. CHP’de de olabilir, bilgi eksikliği olduğunu düşünüyorum. Ben Atatürk’le ilgili, laik rejimle ilgili fikirlerimi açıkladım. Benim Atatürk’e karşı tek beyanım yok. Herkes kendine göre hayal kuruyor. Kaldı ki Anadolu’da Halk Partililer arasında da MHP’liler arasında da gördüğüm şey hiç de öyle bir ihtilafın olmadığı şeklinde. Alevi dedelerinden büyük ilgi gördüm. O nedenle bunlar elitist tartışmalar. (Bazı Alevi örgütlerinin tepkisinin sorulması üzerine) Ben her örgüte de yanıt vermek durumunda değilim. Benim bu konudaki görüşlerimi öğrenmek için Hacı Bektaş Veli’de yaptığım konuşmalara bakmak gerekir.
Bana dinci de dediler, Coca- Cola’cı da dediler, bir sürü şey söylediler. Ben hiçbiri değilim. Ben inanan bir insanım. Benim babam din âlimiydi. Ve ben din terbiyesini babamdan aldım. Arapça da bildiğim için İslam kültürüyle uğraştım. Dinin vecibelerini yerine getirmek için elimden geleni yapıyorum. Ama ben dinin siyasette kullanılmasını reddederim. İslamın siyasi bir ideoloji haline getirilmesini reddederim. Fazla geriye gitmeye gerek yok işte etrafımızdaki ateş çemberi. Bunların en acı delili. Kasti şekilde kavram karmaşası yaratanlara cevap vermek bile istemiyorum.
Türkiye’de özellikle çevremizdeki ateş çemberinden dolayı, kutuplaşmadan, ötekileştirmeden, cepheleştirmeden dolayı korkuyorlar,
huzursuzlar. Irak’ta, Suriye’de yaşanan hadiseler, Irak’ın 3’e ayrılması hadisesi, Suriye’nin parçalanma endişesi, kaçırılma, rehin alma olayları insanlarımızda endişe yaratıyor. Cumhurbaşkanının bunları yapacak, bu endişeleri giderecek kudrette olması lazım. İhtilafları içinde tutan bir Türkiye değil, tarafları, krizleri idare eden bir ülke olması lazım.
Tayyip Bey de elbette cumhurbaşkanı olabilir, hakkıdır, siyasi mücadeleden gelmiş, 12 yıl başbakanlık yapmış bir insan, saygı duyarım. Ama bir demokratik alternatif olmalı. Biz seçim kampanyasında, bildirgemizde de buna vurgu yapacağız. Toplumun bütün kesimlerini kucaklayan, cepheleştirmeyen, ötekileştirmeyen, anayasanın doğru uygulanmasını sağlayan bir cumhurbaşkanını anlatacağız.
(Siyaset dışından olduğu eleştirileri üzerine) Siyaset dışıyım ama siyasetin bigânesi değilim, yani hayatım boyunca aktif siyasetin ortasında olmadım, ama yanında oldum. Benim eşim büyük bir siyasetçi aileden geliyor. DP ve AP’nin kurucuları. Benim babamın ailesi demokrat bir aile. Uzun yıllar yan tarafımızdaki evde yaşayan rahmetli Turgut Özal ile yakın ilişkilerim vardı. Aktif siyasete girmemi ilk kendisi teklif etti. Benim kartımla gidenler milletvekili,
bakan oldular, bazıları hâlâ siyasetteler. Ama ben tercihimi akademik hayattan, uluslararası siyasetten yana yaptım.
Hiçbir zaman ülkemin iç siyasetiyle meşgul olmadım ama uzak da kalmadım. AKP kurucuları arasında çok yakın dostlarım vardı ama yine
de girmek istemedim siyasete. İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki görevim bittikten sonra kendime bir özel hayat programı çizdim. Uygulamak istiyordum ama partiler arasında benim ismim üzerinde mutabakat varken, ben bu görevden kaçamazdım ve şerefle kabul ettim. Bundan sonra mücadelenin centilmence Anadolu deyimiyle, “çelebice” olmasını tercih ederim.
ve kendisine bilezik veren olup olmadığının sorulması üzerine İhsanoğlu, “Benim saatim var. Onu mu sormak istiyorsunuz” dedi.