Cumhuriyet yazarı Mine Söğüt, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Peygamberlerin mesleği olan çiftçilik ve çobanlığı ülkemizde hak ettiği konuma getirmeliyiz. Çobanlık deyip hafife almayın. Çobanlığın felsefesini anlamayan, psikolojisini anlamayan insan yönetemez. Ben de bir çobanım" açıklamasıyla ilgili olarak "Aslında çobanlara da koyunlara haksızlık ediyoruz. Gerçekte ne iktidarlar çobanlar kadar naif olmakta; Ne de halklar koyunlar kadar masum kalmakta. Çoban kılığında kurtla; koyun kılığında tilki dünyayı dört bir koldan batırdıkça batırmakta" dedi.
Mine Söğüt'ün "Halkların çoban fantezisi" başlığıyla yayımlanan (16 Kasım 2016) yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı’nın kendisini çoban olarak tanımlamasına;
Halkı da düpedüz koyun ilan etmesine hiç kızmayın. Kendi basit soyutlamasıyla aslında sert bir gerçeği işaret ediyor. Bizim ta buradan bakıp gördüğümüzü o daha da yakından görüyor. Çünkü gerçekten mevcut durumda kendisi en donanımsız haliyle bir sürüye hükmedebilen bir çoban; Biz de, en sadık yandaşından en azılı muhalifine, illa onun ya da başka bir çobanın peşine takılmaya kendi kendisini ikna etmiş şuursuz bir sürüyüz. Çobansız saadet olmaz sanıyoruz. Ve başımıza gelen her şeye müstahak olduğumuzu bir türlü kavrayamıyoruz. Üstelik bu sadece bizim yarı geri kalmış, yarı yanlış yunluş ilerlemiş; Cumhuriyeti, demokrasiyi falan bir türlü hazmedememiş; Kısmi Batılılıktan, itile kakıla topyekûn Ortadoğululuğa sürüklenerek tenzili rütbeye maruz kalmış; Kafası karışık, üzgün ve yalnız ülkemizde böyle değil. Amerika’dan Çin’e, dünyanın her yerinde böyle; Hatta demokrasiyi yiyip yutmuş şu derli toplu, mükemmel ülkelerde bile. İnsanoğlu artı değer üretip doğadan koptuğu ve yeryüzünde artık bir ‘tüketici’ olarak yer almaya başladığından; Ticaret erbabı olup insanlar arasında itinayla sınıfsal farklar yarattığından; Başka diller konuşup başka felsefeler üretmeyi, birbirine benzememeyi bir zenginlik değil düşmanlık sebebi saymayı akıl ettiğinden; Savaşlardan ve inançlardan nemalana nemalana mevcut düzensizliği kendine düzen diye yutturmayı başardığından; Ve bu sayede sıkı bir para kazandığını keşfettiğinden beri; Hepimiz irili ufaklı, akıllılı aptallı munis koyunlarız. Güdülmeden asla rahat duramayız. İnanç sistemiyle aynı merkezden yönetilen ticaret sisteminin dayattığı ahlak ve güvenlik kavramlarıyla biçimlenen rezil bir irademiz var. Devamlı iktidar modelleri arıyoruz. Devamlı iktidar dilleri kuruyoruz. İktidarsız bir varoluşu hayal bile edemiyoruz. O yüzden hep önümüzde kırk satır; ardımızda kırk katır. Hükmetmeden ya da hükmedilmeden var olmamız mümkün değil sanıyoruz. Yüzyıllar boyunca siyah derililerin ve kendilerine benzemeyenlerin ve kadınların ve güçsüzlerin köle olmasına ikna olmuş koca bir uygarlığın artığıyız. Terakkinin anca demir zincirler yerine sanal zincirlerle esareti görünmez kılacak kadar olmasından işkillenmeyi becerecek kadar bile aklımız yok. Sistem bizi sınırsız tüketim ve yüksek satın alma gücü için var olma heyecanıyla donatıyor. Güvenlikten yiyeceğe, sağlıktan eğitime her şeyi satın almaya can atıyoruz. Ve bunu özgürlük sanıyoruz. Asla ihtiyacımız olmayan şeylere muhtaç sandığımız varlığımız, korkularla sıkı sıkıya mühürlü. O mührü kırmaktan da korktuğumuzdan, hayat denen şey insan için korkunç bir kısırdöngü. Getirisini götürüsünü hiç hesaplamadan kendi etrafımıza hevesle kafes üzerine kafes örüyoruz. O kafeslerin içinde birbirimize bulaştırdığımız ruhsal yıkımlardan lego gibi inşa ettiğimiz dev bir ahlak sisteminde, kendi bedenimizden utanmakla başlayan bir cinsel ahlak ahmaklığına kapılıp, büyük ve evrensel bir ahlaksızlığın bekçiliğini yapıyoruz. Birbirimizi öldürerek ve ezerek ve sömürerek var oluyoruz. Bunu da marifet sanıyoruz. Aslında çobanlara da koyunlara haksızlık ediyoruz. Gerçekte ne iktidarlar çobanlar kadar naif olmakta; Ne de halklar koyunlar kadar masum kalmakta. Çoban kılığında kurtla; koyun kılığında tilki dünyayı dört bir koldan batırdıkça batırmakta.