Ali Bayramoğlu (Yeni Şafak, 6 Eylül 2012)
Nefret söylemi, farklı kimliklere, farklı inançlara yönelik aşağılama, küfür, şiddet hali ve davetidir. Ve bu diyarda Ermeni, Musevi, Alevi, Kürt, hatta Müslüman ve diğer kimlikler bundan nasibini alır.
Nefret söylemi Türkiye'de belli bir çıtanın altına hiç düşmez.
Ancak zaman zaman ani çıkışlar yapar.
Bu çıkışlar nedensiz değildir...
Bu çıkış dönemleri ülkedeki siyasi konjonktürle yakından ilişkili olur. Nefret söylemi kimilerinin silahı haline dönüşür, güç kavgalarının, siyasi hedeflerin taşıyıcısı haline gelir...
2000'li yılların nefret söylemi, hatta nefret politikalarının parçası haline getirilen misyonerlik meselesi ve misyoner avı buna açık örnektir.
Bugün o tarihte neler yaşandığını ana hatlarıyla biliyoruz...
Milliyetçiliğin yükseltilmesiyle AB karşıtlığının beslenmesi, bunun rejim krizi arayışı ve hükümet karşıtlığıyla iç içe sokulması sonuç olarak tüm devlet birimlerini, özellikle askeri ve jandarmayı 'oyun'un parçası kılmış, bir Ergenekon öyküsü olarak arka arkaya Santoro cinayeti işlenmiş, Malatya katliamı gerçekleştirilmişti.
Aynı ortamda Ermenilik meselesi ve 1915 başka bir nefret cihazı haline getirilmiş, Hrant Dink yaşarken medyada bu söylemle linç edilmeye çalışılmış ve sonunda öldürülmüştü.
Artık farkındayız ya da farkında olmalıyız...
Nitekim farkındalığın ürettiği yapılardan birisi, medyada nefret söylemini takip eden "nefretsöylemi.org" Ocak-Nisan 2012 izleme raporu çarpıcı sonuçlar veriyor.
Türkiye'de ulusal, etnik ve dini grupları hedef alan köşe yazısı ve haber toplamı 2011'in ilk dört ayında 38, ikinci dört ayında 41, son dört ayında 27 iken, bu rakam 2012 Ocak-Nisan ayları arası 115'e çıkmış durumda...
Taranan toplam 16 ulusal gazetede toplam 115 haber ve köşe yazısı nefret söylemi içeriyor.
Bunlara internet sitelerini eklediğimiz, kimlikler dışında tek tek kişilere ve kimi düşüncelere yönelik nefret söylemini kattığımız zaman ulaşılacak rakam korkunç olacaktır.
Nefret söylemi sabittir...
Nefret söyleminde önceki dönemlere oranla büyük bir patlama vardır...
İçinde bulunduğumuz savaşçı ortamın, siyasi parti temsilcilerinden hükümet yetkililerine değin geniş bir hattı kuşatan savaşçı dilin nefret söylemini derinleştirdiğine de hiç şüphe yok...
Ve ivme yükseliyor.
Yaz aylarından bu yana sadece HaberVaktim sitesi ve Akit Gazetesi 20'ye yakını benimle ilgili olmak üzere Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Yasemin Çongar, Ahmet Altan, Ahmet İnsel'e yönelik nefret söylemi içeren, hedef gösteren yayın yaptı.
Yalan, dolan, iftira, küfür, aşağılama, düşmanlık içeren, şeytanlaştırma üzerine kurulu, doğal kimlik ögelerini nefret unsuru haline çeviren, düşünceyi bölücülükle eş tutan yayınlarına gün atlamadan bir yenisini ekliyorlar...
Bu yayın politikası sonuç vermesi beklenen ve ölümcül sonuçları olabilecek bir yayın politikasıdır.
Dahası var, arkası var...
İşaretler bir yayın faaliyetinin ötesini gösteriyor.
Birkaç gün önce söz konusu site ve gazetede Hasan Cemal'le ilgili bir haber yapıldı. Hasan Cemal'in gazetecilik faaliyetlerini kirli faaliyet gibi aktaran, yakında yayınlanacak kitabını büyük bir planın parçası olarak ele alan bu "haber"in ayrıntıları, içerdiği bilgiler, verdiği tarihler ve üslubu bir şekilde bunun derinlerden gelen hedefe kilitli istihbarat notu olduğunu gösteriyor. Ve bu ilk kez olmuyor...
"İçeri"de hedefe çeken, hedef gösteren, ısrar eden birileri var...
1915 ve Kürt meselesi üzerine oynuyorlar, zemin arıyorlar...
İlgili makamları, siyasi iradeyi, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarını uyarıyorum...
1915'in yüzüncü yılına yaklaştığımıza göre ve bu sırada çıkacak kıvılcımlar dikkate alınırsa, buna başka unsurlar da eklenecek gibi görünüyor...
Her tür olayı ve gelişmeyi, ilkeleri geri plana iterek siyasal pozisyon üzerinden ele alan dostları uyarıyorum...
Bu arayışlar Kürt meselesi etrafında liberal çevrelerle AK Parti arasındaki ayrışma ve gerginliği de kullanıyor ve bundan besleniyor.
Şiddet ortamının, şiddet dilinin meşrulaşması bu tür arayışları sıradanlaştırıyor ve yayıyor...
Kötü kokular geliyor...