Nejat İşler: Tuncel Kurtiz "Kamyoncu gibi yaşıyorsun, boktan içki içme" derdi

Nejat İşler: Tuncel Kurtiz "Kamyoncu gibi yaşıyorsun, boktan içki içme" derdi

Oyuncu Nejat İşler, Siyah Beyaz'da birlikte rol aldığı Tuncel Kurtiz'in kendisine “Kamyoncu gibi yaşıyorsun” dediğini söyleyerek, "Ben de 'Evet, aynı yerden gelmiyoruz, o yüzden senin gibi yaşayamıyorum' derdim. O Arnavutköy çocuğu, Amerika’ya falan gitmiş. Ben öyle değilim, mahalle çocuğuyum abi, böyleyim. Viskiye kızıyordu, 'Kalitelisini iç' diyordu" dedi. Nejat İşler, 2013'te hayatını kaybeden Tuncel Kurtiz'in "İyi para kazanıyorsun, iyisini iç. Boktan boktan içkiler içme” dediğini söyledi, “Tamam' dedim, bir sene içtim iyi viski. Sonra bir yerde tekrar eski göz ağrıma döndüm" diye konuştu.

Hürriyet'ten Uğur Vardan'ın Nejat İşler'le yaptığı söyleşi şöyle: 

Önce yazıyla olan ilişkini sorayım?

- Valla en başından beri var, bildim bileli yazıyorum ben hep. 

Bir kısmı kitaba da alınan yazıların serüveni nasıl başladı, Ot macerasını kastediyorum yani. 

- Şöyle oldu: Ercan’la (Mehmet Erdem) Emrah Serbes dediler “Yazsana” diye. Galiba Metin Üstündağ’ın da fikriydi, tam hatırlamıyorum. “Yazar mısın” falan. Ben de “Yazarım” dedim. Yaklaşık üç yıldır sürüyor bu serüven, şimdilerde ‘Bavul’da yazıyorum. 

Peki bu yazıları belli bir akışa, kronolojiye oturttun mu? 

- Yoo, ‘Ot’ta şöyle gelişti: Nurhat diye bir kardeşimiz var. Bana diyordu ki “Haziranda şu var, ramazan var, ne bileyim Gezi’nin yıldönümü, şu var bu var. Öne çıkanlar bunlar”. Ben de “Ha bak bu güzel” deyip tık onunla ilgili yazıyordum. Ya da ne bileyim aklıma bir şey geliyordu, bir şeye sinirleniyordum, tepki gösteriyordum, yazıyordum onu.

Daha önce yayımlanmayan yazılar da var kitapta değil mi? 

- 30’a yakın yazı olması lazım orada. Onların 10-15 tanesini kitap için yazdım. 

Yazarken kitaba dönüşeceğini düşündün mü? 

- Yok hayır, kitaba dönüşeceğini düşünerek yola çıkmadık. Ama daha sonra bu fikir dillendirildi, çeşitli teklifler geldi çeşitli yayınevlerinden. Ben de tabii bu ortamları pek bilmiyorum, hangisine karar vereceğimi düşünürken... Nihayetinde Can Öz faktörü de devreye girince Can Yayınları’na karar verdim, zaten benim derdim kitabın satışından kazanılan paranın Gümüşlükspor’a gitmesiydi, Can’la anlaşınca bu iş de gerçekleşti.

Yazılardan bazıları diğerlerinin önünde mi senin için? 

- Çoğu aslında kaybettiklerimle ilgili yazılar. 

İnsan mı yoksa değerler mi? 

- Hepsi. Ama insanlarla ilgili olanlar, daha yazarken düşündürttü. Uzun sürdü yazması yani. Ne bileyim, Tuncel Abi’yi, Savaş Abi’yi yazmak zor oldu.

Naçizane ben ‘Bazı Erkekleri Anlama Kılavuzu’ yazısını diğerlerine göre çok iyi çalışılmış bir yazı gibi hissettim. 

- Bunların hepsi refleks yazılar.

Bir de ‘Cinayet Mahali’ni çok beğendim. Hikâyesi çok güzel ve özel, buradan film bile çıkabilir gibime geldi. 

- Aslında mevzuya öyle de baktığım için sinemasal yazmaya çalışıyorum. Film gibi düşünüyorum, kuşkusuz bu bir refleks ya da bilinçaltı diyelim. 

Kitapta yazdığın profillerden sinema kadar hayatı da seven, önemseyen, paylaşan, yemesini içmesini bilen yönetmenleri kendini yakın bulduğunu anlıyoruz. 

- ‘Artiz’i sevmem. Futboldan düşün, teknik direktörün nasıl biri olduğunu samimiyetinden anlarsın hemen.

Oyuncusun ama ‘artiz’ yönetmenleri sevmiyorsun yani! 

- Tabii canım, mesela ter göstermeyen gömlek giy. Hayır abi, ter göstereni giyer. Çünkü derdi “Bakın hani, şöyle savaştım, bu filmi böyle çektim”i göstermek. Bırak bu işleri ya. Sen o 90 dakika başlamadan önce kurmamışsan takımını, oyununu, taktiğini; maç boyunca ne yaparsan yap nafile, zaten sen çıkıp oynamıyorsun ki, çocuklar oynuyor. 

Uzun bir aranın ardından yeniden setlere döndün. Yavaş yavaş ısınıyor musun? 

- Isınmak ne kelime... Motoru öyle bir açtım ki... Üç senenin ardından...

Şimdilik iki film var sanırım. 

- Evet... Biri Umur’un (Turagay), diğeri de Ferzan’ın (Özpetek)... Elimde bir hikâye var, yapabilirsem bir de onu çekmek isterim. 

Turagay da uzun süredir film çekmiyordu sanırım. 

- Evet, yaklaşık 20 yıl. Romantik bir hikâyeye sahip film, öğretmen-öğrenci aşkı, Serenay Sarıkaya’yla paylaştık başrolleri.

Kitabı okuyunca hayat deneyimini daha çok sokaklardan kazanmış, bir sürü işe girip çıkmış, klasik oyuncu profillerinin dışında bir kişilik görüyoruz. Bütün bu deneyimler sana oynadığın rollerde avantaj sağladı mı? Yoksa “Onlar ayrı bir hayat pratiğinin ifadesiydi” mi diyorsun? 

- Ben zaten oyunculuğa öyle metot açısından falan takılan tiplerden değilim. Birisi bana o rolü uygun görüyor, işin sahibine diyor ki “Bu Nejat’a yakışır.” Ve beni böyle çağırıp oynatıyorlar. Oyuncu olmamın nedeni de okulunu okumak... Ama gözlemci olduğum muhakkak, eskiden beri, çocukluğumdan beri hep gözlemlerim. Türk filmlerini seyretme alışkanlığım da babamdan geçmiştir. O çok sever. Sonra mesela Bomonti’de konfeksiyon işinde çalışırken, ceket taşırken, İzzet Günay’ın orada dükkânı vardı, gördüğümde onu izler, hareketlerine dikkat ederdim. Meraklıydım yani.

Sinema, futbol, zamanında tezgâhta kitap satmak... Keyifli bir hayat modeli gibi görünüyor, sanki hep iyi duraklardan geçmişsin. Buna rağmen hayatının eksik sayfaları var mı? 

- Bir müzik aletini çok iyi çalmak isterdim. Çok uğraştım ama olmadı. Evet, plajlarda kız tavlayacak kadar gitar çalıyordum. Şarkı falan da söylüyorum ama iyi değilim be... İyi olmak için tabii 6-7 yaşlarında başlamak lazım. Başka türlü olmaz. 20 yaşında olmuyor bu işler. Yani müzisyen olmayı çok isterdim. Müzisyen olsaydım zaten başka hiçbir şeye gerek kalmazdı. Tek başına dünyan var, bir şarkı yapıyorsun, bütün duygularını, sevgini, nefretini, içindeki her şeyi döküyorsun, yeter de artar. Bu müthiş bir şey değil mi ya?..

Gelelim Gümüşlükspor bağlantısına. Kitabın geliri, başkanı olduğun bu kulübün harcamaları için kullanılacak. Yeni sezon için ne kadar transfer bütçesi yaptınız? Yani bu kitap en az kaç satsın ki her şeyi karşılasın? 

- Çok satması lazım. Zaten telif parasını geçen sezonun primleri ve masrafları için harcadık bile.   

Yeni sezon transferleri yapıldı mı? 

- Yok hayır ama flört halinde olduğumuz oyuncular var. 25 kişilik bir liste var. Opsiyonlu 25 kişi. Altı mevkiye takviye yapacağız.

Var olan takım korunacak ama değil mi? 

- Tabii ki, bırakır mıyız onları! Biz bu sezonki hedeflerimiz için de kurduk geçen sezon bu takımı. Bir üst ligde de başarılı olacağımıza inanıyorum. Kadro alternatifli olsun istiyorum.   

Daha çok maç var şimdi önünüzde. 

- Evet, şimdi 22 maç oynayacağız. Bu arada yeri gelmişken bir duyuruda bulunayım; forma reklamımız henüz kesinleşmedi. Bizim kulübün genel ilkeleriyle örtüşen, futboldaki ve hayattaki bakışımızla benzerlikler taşıyan herkese kapımız açık. Yani teklifleri bekliyoruz! 

Bu sezonki Süper Lig için ne dersin? 

- Beşiktaş hak etti. En çok Şenol Hoca için sevindim, Milli Takım’ı ‘Dünya Üçüncüsü’ yaptı, yok giyimi şöyle, yok saçı böyle diye manasızca eleştirlerde bulundular, beğenmemek için bin dereden su getirdiler.

Hayat biçimin, zaman zaman magazin basınının malzemesi... Bunu da çoğu kez sana, senin adına iyilik yapıyorlarmış gibi sunuyorlar. Bu konuda neler söylersin? 

- “Geçmiş olsun Nejat Bey.” Yaşadığım sağlık problemlerini kast- ediyorlar ama üç yıldır, bu cümle var dillerde. “Geçti, geçti efendim” diyorum, anlatamıyorum. En son bir şey oldu, onu aktarayım: Artık o kadar sıkılmışım ki, birisi geldi “Karım çok üzülüyor” dedi. Ben de dayanamadım, “Çok özür dilerim” dedim ya. “Vallahi billahi başıma gelenlerden dolayı çok özür dilerim. Ama ne yapayım hayat işte” diye de ekledim...

Bu ‘halkımızın tepkisi’, ya basın? 

- Ne desem boş... 2014 senesinde google’da en çok aranan isim benmişim. O kadar merak ediliyorum yani. Ne diyeyim ben şimdi? Geçen gece bir yerden çıktım, baktım gazetelere o gece “Sür” demişim “arabayı gazetecilerin üzerine.” Dudak mı okuyorsun ya da okuyorsun bari doğru oku. “Dikkat et” diyorum şoföre, sonra gazetelerde “Sür arabayı üstlerine” diye çıkıyor. Bu arada magazin programlarından annem sayesinde haberim oluyor, o bana benimle ilgili olan biteni naklediyor.

Hedefe konulduğun zaman cevap verme isteği oluyor mu? 

- Eskiden çok üzülüyordum. İlk bu tezgâha düştüğümde diyeyim. Şimdi hiç üzülmüyorum demeyeyim de daha çok beni tanıdığını, sevdiğini söyleyen birinin söyledikleri üzüyor. Yani yakından geldi mi çok kötü oluyor. “Ulan sen de mi anlamadın” diyorum, “diğerleri önemli değil ama sen de böyle yaparsan” durumu yani.   

Kitabın girişinde Çetin Altan’dan alıntı yapıyorsun. Yazarken ilham kaynağın olan kalemler var mı? 

- Cemil Kavukçu’nun öykülerini çok severim. O da böyle yaşamış gibi. Klasikleri söylemeyelim. Kavukçu çok sinematografik yazar. Ben aslında edebiyattan değil sinematografiden etkileniyorum. Kurgu yaptığım zaman da öyle oluyor. Bir şey görüyorum, tık ona göre yazıyorum. Kafamda kurgu yapıyorum, adeta seyredip yazıyorum. Yoksa çekeceğim. Aslında çekmek istiyorum.

Ya umutlu olup olmama meselesi? 

- Umut olmasa ölüp gidelim, derim. Sana şöyle bir şey söyleyebilirim; bütün kararlarımı panikle alıyorum. Bu, hastane döneminden kalan bir şey... Bir uyandım abi, “Vay” dedim “hiçbir şeyin farkında değilim”. Oluyor bir şeyler de sen farkında değilsin. Sonra yavaş yavaş kendime geldim. Ölmüşüm ben ya, ölümden dönmüşüm. Ölseydim ne olacaktı? Ne yapmıştım bugüne kadar? Öldüm gittim mesela ben şimdi. O fasılda ne var baktım, hiçbir şey yok. Tamam, çalışmışım etmişim falan ama bana göre hiçbir şey yok. Bir kalktım abi, “Bundan sonra artık kendim için hiçbir şey yapmayacağım ama hiç, hep birileri için yapacağım” dedim.

Peki neler yaptın aradan geçen sürede? 

- 2.5 yıllık sürede Gümüşlükspor macerası oldu, orada gencecik fidanlara futbol, hayat, doğru bildiklerimizi öğretme fırsatı bulduk. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi’nde oyunculuk eğitimi veriyorum, deneyimlerimi, bilgi görgümü aktarıyorum. Onlarla sahne açtık. Kitap da aslında bütün bu çabalarımın bir uzantısı... Böyle gidecek bundan sonra. Başka türlü de gidemez benim hayatım.

Muhaliflik konusunda neler söylersin? 

- Öyle bir dönemdeyiz ki yürüyüşünle, giyiminle, kıyafetinle muhalifsin zaten. Özel bir şey yapmana, bağırmana, çağırmana gerek yok. Ben bağırmıyorum, bağıran bağırsın. Bir de hayatta sadece birkaç renk yok ki, bir milyon tane renk var. Ama anlatamıyoruz derdimizi. Kitapta yok ama yazılarımdan birinde bir şeyler karaladım bununla ilgili. Mesela Mustafa Kemal’i severim. Ama başka severim. Kızıyor herif bana, “Niye öyle seviyorsun?” diye. Ben de böyle seviyorum, ne yapayım yani. 

Kitabın ismi ‘Gerçek Hesap Bu!’, peki “Üstü kalsın” diyor musun? 

- Diyorum!

Gümüşlükspor röportajında sana “Çok kişi bana senin için ‘Hayattaki duruşuyla sanki Beşiktaşlı olması lazım’ gibi şeyler söyledi, bu konuda ne dersin?” şeklinde bir soru sormuş ve Fenerbahçelilerden, “Böyle soru olur mu?” türü tepkiler almıştım. Lakin kitapta yer alan ‘Evladıma Miras Bu Sevda’ başlıklı yazın “Sende Beşiktaşlı tipi var...” cümlesiyle başlıyor ve ardından dayının futbolculuğu üzerinden Metin, Ali, Feyyaz döneminin başlangıcına olan tanıklığını anlatıyorsun.

Evet, beni hep Beşiktaşlı kabul edenler çıkmıştır. Yazıda da belirttiğim gibi Beşiktaşlı olmam için koşullar hep çok elverişliydi. Dayım Alaattin Çiçek, takımın altyapısındaydı. Daha sonra Metin, Ali, Feyyaz, Gökhan ve dayım birlikte oynadılar. Donanma Kupası vardı bir zamanlar. Beraber çıktılar A Takım’a ve dayım o kupada oynamıştı. Sonra Almanya kampı vardı, o kamp öncesi dayımı Düzcespor istedi, oraya gitti. Sonraları birçok takımda oynadı, şimdi teknik direktörlük yapıyor. Bergama Belediyespor’un başında. Taraftarlık meselesine dönersek nihayetinde ben çubuklu formanın hayranıyım, hayatımdaki en tartışılmaz şey de Fenerbahçe.

İlgili bölümü okurken şunu hissettim, Tuncel Kurtiz’i geç tanıdığın için üzülüyorsun sanırım. 

- Evet, üzülüyorum. Sinemada da sadece ‘Siyah Beyaz’da birlikte çalışabildik. Daha fazlası nasip olmadı, bu yüzden hayıflanıyorum. 

Hayatında nasıl bir yere oturuyordu? 

- Beni çok rahat ettiren biriydi. 

Ama zaman zaman kızıyormuş sana. 

- “Kamyoncu gibi yaşıyorsun” derdi, ben de “Evet, aynı yerden gelmiyoruz, o yüzden senin gibi yaşayamıyorum” derdim. O Arnavutköy çocuğu, Amerika’ya falan gitmiş. Ben öyle değilim, mahalle çocuğuyum abi, böyleyim. Viskiye kızıyordu, “Kalitelisini iç” diyordu.

Yani içmene değil, kalitesine itiraz ediyordu. 

- “İyi para kazanıyorsun, iyisini iç. Boktan boktan içkiler içme” diyordu. “Tamam” dedim, bir sene içtim iyi viski. Sonra bir yerde tekrar eski göz ağrıma döndüm, ulan çok özlemişim. Peki Tuncel Abi’ye ne diyeceğim. Ölümlü dünya, şöyle olur böyle olur, şimdi para kazanıyoruz iyi içki içelim de, işler sonra ters giderse ne yapacağız! Boş ver dedim, ben bildiğimi yapayım da, sonra ona bir şekilde durumu açıklarım. Neyse, beni her zaman olumlu, pozitif hissettirirdi. “Şöyle yaramaz adamsın, böyle yaramaz adamsın” der, sonra bana bakıp “Az bile yapıyorsun” diye eklerdi.