Nevşin Mengü: Ben tipten kaybediyorum

Nevşin Mengü: Ben tipten kaybediyorum

CNN Türk Ana Haber bülteni sunucusu Nevşin Mengü, kendisi ile ilgili oluşan algılar için görüntüsünün Beyaz Türk olduğunu söyleyerek "Ne yapayım? Tip böyle. Yani tipten kaybediyorum" dedi. Haber dilini sokağa göre şekillendirdiğini ifade eden Mengü, "Dil yaşayan bir şey, sokakta neyse o. Sokak ne diyorsa onu derim arkadaş. DEAŞ deyimini de ben duymadım" diye konuştu. Mengü, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na da "külliye" demediğini ifade ederek, "Cumhurbaşkanlığı Külliyesi diyen duymadım hiç sokakta. İnsanlar Beştepe diyor. Dil böyle dayatılarak gelmiyor! Mühim olan sokağın dilinin ne dediği" diye konuştu.  Armağan Çağlayan'a röportaj veren sunucu, popüler kültürün bir ülkenin sosyolojik değişimi olduğunu ve magazin haberlerinin bazı yönleri ile ekonomi haberi niteliği taşıdığını söyledi.

Armağan Çağlayan'ın Radikal'de "Nevşin Mengü: Ben tipten kaybediyorum!" başlığıyla yayımlanan 26 Temmuz 2015 tarihli söyleşisinden bir bölüm şöyle: 

- CNN Türk’te son zamanlarda bir şey var. Herkes aslında kendini ortaya koyarak program yapıyor. İşte Cem Seymen öyle, Emin Çapa öyle, siz öylesiniz. Bu bir kanal politikası mı, yoksa öyle insanlar yan yana mı geldi?

- Valla bilmiyorum; dört, beş sene oldu CNN Türk’te başlayalı, zaten öyleydim ben. İlk yayına başladığım gün de böyleydim. Kimse bana “Dur ne yapıyorsun sen, önüne yazılanı okumuyorsun, kendi kendine konuşuyorsun” demedi. O zamanlardan beri de öyle geldi. Sanırım izleyici de bunu seviyor. Reytingler onu gösteriyor. İzliyorlar. Ya ben şuna inanmıyorum: Mesela biraz daha yaşı ileri izleyiciler “Güzel Türkçe’mizi katlediyor” diyorlar benim için. Onları da anlıyorum ama dil yaşayan bir şey. Bazen dayanamıyorum mail yazıyorum. İran’da yaşarken Farsça da öğrendiğim için... Ablacım senin o güzel Türkçemiz dediğin Farsça yalnız. Yani senin kullandığın kelimelerin binlercesi Farsça ve yanlış telaffuz edilmiş Farsça. Yani sen bugün ‘rüya’ diyorsun, ‘rüya’ Türkçe değil. Nasıl rüya diyorsan ‘okey’ de diyebilirsin. Sakin ol. Nasıl yaşıyorsun sokakta? Bence ekrana da öyle yansımalı. TRT Türkçesi sahici değil artık! 21. yüzyılda yani, 2010’larda televizyonculuk böyle bir şey bence. Ben öyle düşünüyorum, öyle de program yapıyorum. Kimse de dur demedi bana şimdiye kadar.

- Bazen öyle tepkiler veriyorsunuz ki, “Biraz çok mu gitti?” diyorum izlerken. O duygu size de geliyor mu?

- Hesaplayıp yapmıyorum. Gerçekten hesaplayıp yapmıyorum.

- Canlı yayın öyle bir şey ya, yaparsınız, sonra bazen “Keşke yapmasaydım” dersiniz...

- Bilmem ki, düşünmem lazım. Mesela Bülent Arınç’a şaşırmam... O anda şöyleydi: Ben açıkçası rejinin beni keseceğini o anda düşünmedim. Hatta editörüme böyle “Ne diyor bu ya” yapıyorum, derken birden kesmek zorunda kaldılar. O öyle oldu. O aslında “Ne diyor” tepkisiydi yani, daha bir aradayken yaparsın ya... Canlı yayında daha dikkatli olmak lazım mı vallahi bilmiyorum. Hesap etmiyorum ben ya!

- Size solcu diyorlar?

- Evet, öyle diyorlar.

- Bu durumda babanızın da etkisi var galiba?

- Babamın da etkisi var. Bir de benim görüntüm de çok ‘Beyaz Türk’. Anlıyor musun? Ne yapayım? Tip böyle. Yani tipten de kaybediyorum. Bir göçmen tipi. Klasik. Babası CHP’li falan. Babamla çok kavga ederiz biz. Çünkü o daha eski tip CHP’li. Ben CHP’li bile değilim mesela.

- Bilmeyenler için babanızın kim olduğunu da anlatın bari

- Eski CHP milletvekili babam. Tam böyle eski tip, ulusalcı CHP’li. Hiçbir konuda anlaşamıyoruz. Ben babama göre çok daha solda kalıyorum. Ben liberalim, bana soracak olursan. Özgürlüklere bakış açısı, kimlikleri tanıma anlamında öyleyim. Zaten biz jenerasyon olarak da farklıyız. Onlar Soğuk Savaş çocukları. Normal, böyle olması tabi

- İran’da hayat nasıldı? Siz başınızı örtüyordunuz tabii ki.

- Tabii, örtüyordum. İran’da hayat çok gerilimli ve sıkıcı. Ev partisi falan... Ev partisi dediğin, gidiyorsun birinin evine, kapalı, orada evde yapılmış arak içiyorsun. O da yani alkol oranı ethil mi metil mi belli değil…

- Kör mü olacağız sabah kalktığımızda...

Salak salak içiyorsun düşene kadar. Çünkü yapacak hiçbir şey yok. Yok yani, bu bir gerçek. Depresyon oranı çok yüksek. Öyle efendim “İranlılar çok derin” falan… Derinlik, merinlik olmuyor kardeşim. Bir kere en basitinden şöyle söyleyeyim. 70’ler Türkiyesi gibi. Dışarıda doğru düzgün yemek yiyecek bir kafe yok. Neden? Uluslararası zincir girmeyince, rekabet yok. Aynı şey. Dön kebap, dön kebap, kebap, pilav. Doğru düzgün kafe yok. Bir tür sosyalizm gibi düşün. Kafeye gidiyorsun, pislik içinde bir yer, özen yok. Sokakta hayat yok. Sıkıcı ve gerilimli bir hayat var. Sürekli bir gerginlik var havada.

- Şu çok ilginç bir karar: CHP milletvekilinin, Ankaralı, iyi eğitim görmüş ‘Beyaz Türk’ kızı TRT’ye başvuruyor ve TRT diyor ki “İran’a gideceksin”.

- Ben Habertürk’teyim o zaman ama bu mesleğe başladığımdan beri İran’da çalışacağımı biliyordum ben. Çünkü siyaset bilimine çalışırken de İran hep ilgimi çekiyordu. O sosyolojik ve siyasi yapısından dolayı hep istiyordum, İran’a gitmek. TRT Türk kuruluyor o zaman, Gökhan Eren başında. Sonradan öğreniyorum ki Gökhan Eren ben kapıdan girer girmez “Aha bizim Tahran muhabiri geldi” demiş! Bana birkaç başkent saydı: “Almaata, Bakü, Atina” dedi, “Tahran” dedi. Ben de “Tamam, Tahran’a giderim” dedim.

- Ben olsam Atina’ya atlardım direkt.

- Sıkılırdım, ne yapacaksın haber yok. Haber yapmaya gidiyorum oraya. Bilemiyordum tabii o zaman ama kriz patladı. Yoksa anladın mı, Türk-Yunan gerginliği yok, kriz yok, bir şey yok, ne haberi yapacağım ben orada.

- Hepimizi “İran olacağız” diye korkuttular ya. İran’da yaşamış bir haberci olarak, siz de böyle hissettiniz mi? Benziyor mu gittiğimiz yollar?

- Zaten Türkiye İran, İran da Türkiye. Yani aynıdır bizim ülkeler. Biri kafası kapalısı, biri kafası açığı. Bir fark yok ki mantalite olarak. Mesela şimdi orada da -bizde kırıldı şimdi o tabii AKP hükümetiyle beraber- her şeyin sahibi Devrim Muhafızları. Böyle bir asker hâkimiyeti var, siyasetin üstünde. Vesaire... Çok çok benzeriz zaten, bizde modernleşme aynı tarihlerde gelmiş, anayasa aynı tarihlerde yazılmış, Soyadı Kanunu bile birer yıl arayla çıkmış mesela. Bence kendimizi aynada görüp korkuyoruz aslında biz İran’dan. Çünkü buradaki devlet baskısı tipine alışmışız biz. Burada basını nasıl sansürlerler biliyorsun, o sansüre alışmışsın, onun farklısını görünce ‘Aa’ diyorsun. Aslında sadece bir benzeri. Her zaman da bir benzeriydi. Humeyni yıllarca Bursa’da sürgünde yaşadı. İran sistemi bir Fransızlara çok benzer, bir de bize benzer.  Şöyle söyleyeyim: Türkiye’ye asla şeriat gelmez. Neden biliyor musun? Burada Adnan Hoca ve ‘kedicikleri’ var değil mi? Kedicikler diye bir şey çıkıyor! Mesela en liberal İslam ülkesi Lübnan, değil mi? Bak Lübnan’da uçururlar o televizyonu havaya. Ya sen ne diyorsun, şaka mı? Yani Türklerin İslam inancı kendine göre. Artık buna bir Püriten İslam mı dersin, bilemem bu işin uzmanı değilim. Liberal İslam mı dersin, reform geçirmiş mi dersin, haşa tabii yorum yapmak bana düşmez ama ne dersen de, bu gerçekle yüzleşelim. Yani o kindar dindar bu kadar olur!

- Haberciler açısından şu çok zor değil mi: Bir parti var iktidarda ve o parti kendi ‘dilini’ oluşturmaya çalışıyor. Bir dil bütünlüğü yaratmaya çalışıyorlar ki daha çok ‘konsolide’ olunsun. Çok hayati meselelerde karşınızda iki farklı kelime oluyor. IŞİD-DEAŞ, Cumhurbaşkanlığı Sarayı-külliye gibi.

- Ben yine aynı kriteri alıyorum, başında dedim ya, dil yaşayan bir şey, sokakta neyse o. Sokak ne diyorsa onu derim arkadaş. DEAŞ deyimini de ben duymadım. Ya aslında bu DEAŞ nerden geliyor, ‘DAİŞ’ diyor ona Araplar, o kadar dönüyor bizim dilimiz herhalde ki ‘DEAŞ’ diyebiliyorlar ancak! Yazımı aynı evet, biliyoruz, ben eski yazımı da iyi bilirim. ‘DAİŞ’ diyor Araplar, IŞİD de karşı çıkıyor böyle denmesine. İlk baştan beri Araplar bunu söylüyorlar, biz sonradan keşfettik bunu!

- Ama mesela CNN Türk ‘külliye’yi kullanıyor.

- Ben külliye demiyorum hiçbir şekilde. Çünkü sırıtıyor. Ben hiç öyle demedim ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi diyen de duymadım hiç sokakta. İnsanlar Beştepe diyor. Dil böyle dayatılarak gelmiyor! Mühim olan sokağın dilinin ne dediği. O önemli. Bir dönem Türk Dil Kurumu üretmişti böyle kelimeler. ‘Oturgaçlı götürgeç’ gibi. Sokak satın aldı mı? Almadı. Bu da onun gibi işte. Gel gidelim Fatih’e “DEAŞ kim abi?” diyelim. Bakalım ne diyecekler? Yani IŞİD bu ya.

- Ama bence çok başarılı bir iletişim sistemi var.

- Kesinlikle. Zaten başarısız hiçbir şey bu kadar yıl ayakta kalmaz. Seçilmez de. Çünkü burası demokratik bir ülke ve seçilerek geliyor AK Parti. Hakikaten buna saygı duymak lazım. Başarısız olsa niye seçilsin? Şu üstten bakış açısını da aptalca buluyorum ben, “Ya işte bunlar bidon kafa...” Hayır, değil kardeşim. Türk insanı gayet neye oy verdiğini çok iyi biliyor, çok da akıllı bir şekilde oy veriyor ve bunu da isteyerek seçiyor. Bu kadar basit!

- Sokakta yürüyorsunuz, bir şarkı çalıyor “Aa bunu İrem Derici söylüyor”, “Aa bunu Demet Akalın söylüyor” der misiniz?

- Hiç bilemiyorum onları. Hiç yani, yok.

- Popüler kültür sıfır?

- Sıfır değil tabii, takip etmeye çalışıyorum.

- Biliyorum ben, sizin bildiğiniz bellidir: Hülya Avşar, Gülben Ergen, Türkan Şoray, Fatma Girik. Gerisi yok.

- Yani yok, magazin sayfalarına bakarım ben. Ne oluyor ne gidiyor falan. Magazini hiç küçümsemem, orada bir ülkenin sosyolojik değişimini görürsün. Bayâ bir şey görürsün orada, ekonomi haberidir o haber yönüyle, onun için yakından takip ederim. Hele son zamanlar çok şenlikli ama müzikte dayanamıyorum. Neden yani o ‘ıptıs ıptıs ıptıs ıptıs’ üzerine Hint ezgisi beni yoruyor. Yaşlıyım ben yaşlandım ya, yoruyor o beni artık mazur görsünler.

- Nasıl değişiyor sizce magazin? Artık daha tutucu muyuz mesela popüler kültür anlamında?

- Yok canım, hiç değiliz. O satar mı diye baktılar ama satmıyor. Şu bir gerçek. Televizyon bir showbiz dünyası. Burada muhafazakârlığı satmak çok zor. Muhafazakârlığın başka bir grotesk halini satıyorlar, görüyoruz. Garip garip Ramazan yorumları. Yok efendim, Allah diyen pense. “Oral seksin aşırısı günah” diyor falan. Bunlarla muhafazakârlığın grotesk halini satıyorsun televizyonda. Ama televizyon bunun için var. Televizyon, bana soracak olursanız, bir eğitim aracı değil. Haber alma ve eğlence aracı. Bu gerçeği görelim. Bütün dünyada böyle. İran’da niye herkes manyak gibi evinin tepesine uydu takıyor, yasak olmasına rağmen? Hepsi Türk kanalını açıyor. Bu kadar basit. Suudi Arabistan kendisi çok tutucu ama neden Lübnan’ın NBC televizyonuna sponsor? Bütün Amerikan filmlerini alıp dakikasında altına Arapça altyazıyla basıyorlar. Çünkü kar ediyor. Çünkü televizyonda bu satar. Eğlence satar.

-Biz yıllardır TRT spikerlerinin ifadesizce okuduğu habere alıştığımız için, şimdi 2015 yılında haber sunulurken habere yorum katıldığında önce bir mesafeli duruyoruz. Sonra “Bir dakika, bu ilginç oluyor” diyoruz. Şimdi de Fatih Portakal ve sizin dışınızdaki insanlar da o trene biniyor. Ama bu değişim galiba zorunlu.

- Tabii, hatta bizde haber dili daha da değişecek. Bunu Türkiye’ye gelip okul açan ve ‘Haberler’ diye kitap yazan adam da söyledi. Sosyal medya diye bir gerçek var. Yeni toplumsal ilişkiler, sosyal medya üzerine şekillenecek. Sen bunu beğen beğenme, sahte bul, hiç uygun değil de, ne dersen de, bu böyle olacak. Haber dili de buna göre değişecek. Daha da rahatlaması lazım. Mesela, yine spiker yorumu tamam ama metinde o TRT dili değil de ilk özel televizyon zamanındaki dil devam ediyor. Bunun rahatlaması lazım. Bir kere ‘bildirildi’ ne demek. ‘Öğrenildi’, ‘kaynaklardan gelen’, bunların hepsi değişecek. Köhne habercilik diliyle kimse izlemez yoksa.

- Öyle bir dil var, değil mi?

- Var, var. Ben hakikaten eskimiş buluyorum. Olacak şey değil. Nasıl böyle konuşuyoruz ya, haberi böyle yazmak lazım, bana soracak olursan. Diplomasi haberi dahil. Diploması haberinde hep ‘dedi, dedi, dedi’. Ay beni boğma kardeşim. İşten gelmişim. Televizyonu açmışım dünyada ne oluyor diye bakmak istiyorum. Ben orada insan hakları deklarasyonunun kaçıncı maddesi falan, dinlemek istemiyorum, okuma bunları.

- Türkiye haberi satın alıyor mu?

- Almaz olur mu? Alıyor tabi. Çok seviyorlar. Kesinlikle. Bilmiyorum, bence Türk insanı haber alıyor, izliyor. Öyle görünüyor. Her akşam aynı tartışmayı izlemeyi çok seviyorlar. Farklı şey değil. O anda gündemde ne varsa, her akşam hevesle izleyebiliyor seyirci. Hatta sosyal medyayla beraber haberin etkisi daha da artıyor. Çünkü haber, üzerine konuşulacak ve Twitter’da üzerine mavra yapılacak bir şey haline dönüştü. Görmüyor musun? Facebook’ta da öyle. Dolayısıyla sosyal medya haberi besliyor. Çünkü görüyor, bu neymiş deyip seni izliyor, seni okuyor.

- Haber sunmak için güzel olmak mı gerekiyor? Bir dönem bütün Türkiye güzellerini haber spikeri yaptılar ya, oradan mı geliyor?

- O döneme yetişemedim ben televizyoncu olarak. Televizyon görsel bir şey. Bir görsellik lazım. Ama o güzellik değil bence. Ekran ışığı mı denir, yüzün kamera sevmesi mi denir? Dünyanın en çirkin insanı olabilirsin ama kamera seni sever abi... Bu iş böyle. Başka bir şey, tam tanımlayamıyorum ama güzellik değil. Ekranda o ışığı yakalayabilmek. Onu da görünce anlarsın. Televizyonculuk yapıyorsan görünce anlarsın. Daha ziyade biraz daha bıcır bıcırlık, ağzı laf yapmacılık ve samimiyet önemli.

Yazının tamamı için tıklayın.