17 Kasım’da vizyona giren son filmi “Kutsal Geyiğin Ölümü”yle (The Killing of a Sacred Deer) ilgili merak edilenleri anlatan Nicole Kidman, hayatında bazı şeylerin çok zor olduğunu söyledi. Detay paylaşmak istemeyen ünlü oyuncu, annesiyle ilgilenmek zorunda olduğunu ifade ederek, "Bunlar da hayatın bir parçası. Eşimin desteği, çocuklarımın mutlu olduğunu görmek sorunların üstesinden gelmemi kolaylaştırıyor. Hayat bir sürü şeyi kapsayan bir seyahat, hepimiz bir şekilde yaşıyoruz. Kusursuz bir hayat yok bence" dedi.
Geçen yaz yaptığı Bodrum tatilinden de bahseden Kidman, "Bodrum’a geldim, doyamadan döndüm" dedi.
Hürriyet'ten Barbaros Tapan'ın sorularını yanıtlayan Nicole Kidman'ı açıklaması şöyle:
◊ Geçen yaz sonunda Türkiye’ye gelmiştiniz değil mi?
- Bodrum’a geldim, doyamadan döndüm. Düşündüğümden çok daha güzeldi. Yemekler, misafirperverlik şahaneydi. Kısa da olsa çok güzel vakit geçirdim. ◊ “Kutsal Geyiğin Ölümü” (The Killing of a Sacred Deer) insanın moralini bozan, endişelendiren ama bir o kadar da özgün bir film. Yunan mitolojisinden esinlenilmiş hikayesi Cannes Film Festivali’nde “en iyi senaryo” ödülünü aldı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Evet... Yüzlerce yıl önceki Yunan trajedisinden alınan bir hikaye. Yorgos Lanthimos hikayeyi anlatırken insanoğlunun belli zaman dilimindeki hislerini günümüze adapte etmek istediğini söyledi. O dönemdeki mitolojik hisler ve insanoğlunun hayatta kalmak için korkunç şeyleri yapmaya yatkınlığı filmin temeli. Bence filmde psikolojik olarak birçok soru ile belli alanlara giriyoruz ama cevapsız bırakıyoruz. ◊ İzlerken oldukça gerildim ama bırakamadım da...
- Yorgos’un filmlerini izlediyseniz yarattığı dünyaların kolay rastlanır dünyalar olmadığını görürsünüz. Bence bu filmleri seyirci doğru zamanda izlemeli. Eğer yorgun ya da uykusuz bir zamanda izlerlerse onun yarattığı dünyaya girmeleri zorlaşır. Filmi ilk sefer izlediğinde “bu neydi böyle” deyip tekrar izlediğinde fikrini değiştiren birçok kişi var.
◊ Yönetmeniniz Yorgos Lanthimos’un tarzı hakkındaki görüşlerinizi merak ediyorum.
- Güçlü vizyonları olan yönetmenleri her zaman desteklemişimdir. Ayrıca uluslararası yönetmenler benim için özel ve önemli. Yorgos Yunanistan’dan yolunu Hollywood’a kaydırmış bir isim. Şu anda kimse Yorgos’un tarzında film yapmıyor. O yüzden bu filmin bir parçası olmak beni çok tatmin ediyor. ◊ Peki nasıldı Yorgos ile çalışmak?
- Her yönetmenle fikir alışverişi yapmayı severim. Çalıştığım birçok yönetmene göre Yorgos’un çok sert ve güçlü sınırları var. Çok doğal oynadığım zaman yanıma gelip “Lütfen bu kadar doğal olma. Hiç ilgimi çekmiyor” diyebiliyor. Seyircinin ruhuna farklı duyguları farklı tepkilerle geçirmeyi hedefliyor. Yorgos oyuncuyu germeyi, değiştirmeyi, esnetmeyi yani daha geniş yelpazeden baktırmayı seven bir yönetmen. ◊ Bu sene sizi kaç projede izledik?
- HBO’da “Big Little Lies”da izlediniz. Hem yapımcılığını üstlendim, hem de rol aldım. Sofia Coppola’nın “The Beguiled” filminde de oynadım ve “Top of The Lake”e dahil oldum. ◊ Çocuklarla zor olmuyor mu bu kadar yoğun çalışmak?
- Çocukları “The Killing of a Sacred Deer” ve “Big Little Lies”ın setlerine getirmedim ama “Aquaman”de yanımdaydılar. Onlardan benimle dünyayı gezmelerini ve annelerinin hayallerine destek olmalarını istedim. Sette oturup monitörden çekimleri izlemek hoşlarına gidiyor. Kızlarımdan biri yönetmen olmaya karar verdi. Aslında onlara bir bakıma kapı açıyorum değil mi? (Gülüyor)
◊ Keith Urban ile çok mutlu bir evliliğiniz var. Sizce mutlu bir evliliğin sırrı nedir?
- Bunun gerçek bir cevabı var mı bilmiyorum. Her durumda birbirine destek olmak çok önemli. Birlikte çocuklarımızı yetiştirirken kendimize vakit ayırmayı unutmuyoruz. Hâlâ başbaşa yemek yiyoruz mesela... Keith tanıdığım en nazik, en iyi ruhlardan biri. Eşim olduğu için demiyorum, gerçekten çok özel bir adam. Bir de şunu unutmamak gerekir, ilk evliliğimde çok gençtim. Keith ile 38 yaşımda tanıştım. İkimiz de birbirimize ve evliliğimize öncelik vermeye hazırdık. Belki bu da çok etkili bir sebeptir.
◊ İşiniz çekimlerden sonra bitmiyor. Bir de tanıtım aşaması var...
- Evet ama bu bana ekstra bir iş gibi gelmiyor. Daha küçük bir çocukken bile sanat hakkında konuşmak hoşuma giderdi. Şimdi promosyon turları, röportajlar işimin bir parçası oldu. İşin bu kısmından çekinmiyorum, aksine yaptığım işi konuşmak hoşuma gidiyor. ◊ Hazırlık yapıyor musunuz röportajlara gitmeden önce?
- Hiç hazırlanmadan, o anda hissettiğim gibi konuşuyorum. Beni korkutan ne biliyor musun? Promosyona değmeyecek bir proje içinde yer alıp hakkında basın ile konuşmak zorunda kalmak. Çok şükür ki tüm işlerime gönülden bağlıyım. O yüzden onları dünyaya tanıtmak için konuşmak beni mutlu ediyor.
◊ Bence kırmızı halıların en şık kadın oyuncusu sizsiniz!
- Çok teşekkür ederim. O kadar şanslıyız ki, dünyanın en güzel, en özel, el emeği elbiselerini giyiyoruz. Melbourne’de Dior’un sergisine gitmiştim. Elbiseler, verilen emek, yaratıcılık inanılır gibi değildi. Benim de giydiğim iki elbiseyi sergiliyorlardı. O elbiseleri giyebilmek ve dünyaya tanıtmak şahane bir şey.
◊ Hiç aklınızdan “tamam, yeter, neden bu kadar çok çalışıyorum” diye geçiyor mu?
- Sunday’e hamileyken geçti. “Tamam, bitti, bu kadar. Artık çalışmayacağım. Nashville’de çiftliğimde yaşayacağım” dedim. ◊ Neden?
- Hamilelik hormonlarından dolayı sanırım. 14 yaşında çalışmaya başladım. İşime deli gibi aşıktım. Hâlâ da aşığım. O yüzden ayrı kalamadım zaten. ◊ Her şeye sahip, mutlu, başarılı bir kadınsınız...
- Her şeye sahip değilim! ◊ Mesela neye sahip değilsiniz?
- Dengeli bir hayatım var. Benim de hayatımda bazı şeyler çok zor, ben de mücadele ediyorum ama tabii şimdi burada anlatacağım konular değil bunlar. Onun dışında annemle ilgilenmek zorundayım. Bunlar da hayatın bir parçası. Eşimin desteği, çocuklarımın mutlu olduğunu görmek sorunların üstesinden gelmemi kolaylaştırıyor. Hayat bir sürü şeyi kapsayan bir seyahat, hepimiz bir şekilde yaşıyoruz. Kusursuz bir hayat yok bence.