Nihal Bengisu Karaca: Mahçupyan iktidarı eleştirmeseydi, Güneş'in o 'haber'ine maruz kalır mıydı?

Nihal Bengisu Karaca: Mahçupyan iktidarı eleştirmeseydi, Güneş'in o 'haber'ine maruz kalır mıydı?

Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca, Güneş gazetesinin geçtiğimiz günlerde "Suikast tüyosu" başlığıyla yayımladığı haberle ilgili olarak "Sadece bir buçuk yıl kadar önce ülkenin başbakanına danışmanlık yapmış biri için bile 'Neden polis doğru dürüst bir ifade almadı?' diye sorulabilir, fakat bunu yapmanın 'doğru dürüst' bir yolu olsa gerektir. 'Suikast tüyosu' gibi insana hayatı sorgulatan imalar yapmak yerine, başka bir yol, illaki vardır" dedi. "Zaten burada mesele soru sorulması değil, yapılan işin uyandırdığı istifhamlar, başka sorular" ifadesini kullanan Karaca, "Özellikle şu: Etyen Mahçupyan iktidarı eleştirmeseydi, kendisini Dink suikastından sorumlu tutan uyarıya -pardon- habere maruz kalır mıydı?" diye yazdı.

‘Suikast ‘Tüyo’su başlığıyla Güneş'in birinci sayfasından manşet olarak yayınlanan ‘haber’de şu ifadeler yer alıyordu:

“Hrant Dink’in öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti. Suikastla ilgili sayısız kişi sorguya alındı. Ancak Dink’le öldürülmeden az önce telefonda konuşan Etyen Mahçupyan ifade vermedi. Mahçupyan o görüşmeye ilişkin ‘At yarışı konuştuk’ dedi"

“Etyen Mahçupyan, cinayetin hemen ardından Hrant Dink’in eşi Rakel’den gazetenin hisselerini istedi. Ancak Rakel Dink buna karşı çıktı. Hisselerin bir bölümünü alan Zaman yazarı Mahçupyan, Agos’un Genel Yayın Yönetmeni oldu. Ortodoksların sosyalist çizgideki yayın organı Agos’un başına, Katolik ve liberal Mahçupyan’ın geçmesi o dönem çok tartışıldı"

 

 

Nihal Bengisu Karaca'nın "Vebali vardır" başlığıyla yayımlanan (25 Ocak 2017) yazısı şöyle:

Hrant Dink’in hunharca katlinin 10. yılını birkaç gün önce idrak ettik. Ölüm haberini aldığımız 19 Ocak günü hâlâ aklımda. Şaşkınlık ve dehşetle kilitlenen boğazımın nasıl acıdığı aklımda. İçimden yükselen “Yazıklar olsun!” çığlığı aklımda. Aklımızda olan, çünkü hep gözümüzün önünde olan başka bir şey de 10 yıldır süren “Dink’in naaşı üzerinde tepinme” temalı tiyatronun bitmek bilmemesi. Kostümler değişiyor, aktörler, muhataplar ve muarızlar değişiyor ama Dink’in cansız vücudunu podyum olarak kullanma suiistimali değişmiyor.

Bir komplo ya da proje yok ki, Dink’in hakikati inciten ölümünü kendi faydası için mesnet yapmasın.

Öldüğünde FETÖ’cüler kısmen iktidardaydı. Okların yönünü Ergenekon’a doğru çevirdiler. Trabzon’da Rahip Santoro’ya düzenlenen suikastın üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti. AK Parti AB dese de, demokrasi dese de müesses nizamın kanına dokunuyordu. FETÖ, bu yapının sadece direnç değil kirli hukuksuz saldırıları ve darbeyi de içeren bir konsept olduğunu iddia ettiğinde herkes inanacak, Hrant Dink’in ölümü de Ergenekon’un neler yapabileceğinin kanıtı olarak gösterilecekti. Nitekim öyle oldu. Dink suikastı, askeri vesayetle beraber, haksız, hukuksuz, yersiz tasfiye furyasına meşruiyet temin etmek için kullanıldı.

Daha sonra yavaş yavaş ortaya çıktı ki, bu işin içinde Ali Fuat Yılmazer dokunuşları, Ramazan Akyürek notaları var. O vakte kadar Hrant Dink suikastında “F tipi” dedikleri Cemaat örgütlenmesini işaret edenler, bu hakikatin ortaya çıkmasından çok hazzetmediler. Hrant’ın arkadaşlarıydılar ama ölümünün gerçek sorumlularının ortaya çıkmasını değil, bu ölümden AK Parti’yi sorumlu kılmayı tercihe şayan buluyorlardı. Dink’in ölümünü ideolojik olarak beğenmedikleri Erdoğan’a hesap sorma aracı olarak kullanmak istediler.

Suikastın 10. yılına ise bir gazetenin, Dink’in en yakın arkadaşlarından biri olan Etyen Mahçupyan’ı suikastla iltisaklı göstermeye çalışan manşetiyle girdik.

Neymiş? Dink’in ölmeden önce konuştuğu son kişi Etyen Mahçupyan’mış. Konuşmadan sonra Hrant Dink binadan çıkmış ve öldürülmüş. Mahçupyan’a üstünkörü sorulmuş, o da “At yarışı konuştuk” demiş. Devamında Mahçupyan’ın Rakel Dink’ten Agos’un hisselerini istediği -yani aslında aç gözlü olduğu-, Agos’a gitmeden önce de Zaman Gazetesi’nde yazdığı -yani aslında FETÖ’nün yaptığı operasyonda rolünün olduğu- deklare edilmiş. Oysa Mahçupyan, haberi yapan gazete ile aynı yayın grubuna mensup olan Akşam Gazetesi’ne geçmeden önce de Zaman yazarıydı ve Akşam Gazetesi’nde yazdığı zaman zarfında da defaatle FETÖ’yü tahlil eden, ipliğini pazara çıkaran yazılar yazdı. Haa ama demek ki, 17-25 Aralık sürecinde FETÖ’nün darbe girişimine tavır koyma adına onurlu bir hareket olarak kabul edilen paralel yapıyla ilişiği kesme/bağları koparma davranışı; hiçbir tutarlılık kaygısı ve ahlak anlayışı ile izah edilemeyecek bir geçiş- kenlikle göze sokulan bir koza dönüştürülebiliyor. Öyle zannediliyor. Bin kişi okusa, iki yüz ellisi inansa, kâr kârdır hesabı.

Yok, hayır, sadece bir buçuk yıl kadar önce ülkenin başbakanına danışmanlık yapmış biri için bile “Neden polis doğru dürüst bir ifade almadı?” diye sorulabilir, fakat bunu yapmanın “doğru dürüst” bir yolu olsa gerektir. “Suikast tüyosu” gibi insana hayatı sorgulatan imalar yapmak yerine, başka bir yol, illaki vardır.

Zaten burada mesele soru sorulması değil, yapılan işin uyandırdığı istifhamlar, başka sorular. Özellikle şu: Mahçupyan iktidarı eleştirmeseydi, kendisini Dink suikastından sorumlu tutan uyarıya -pardon- habere maruz kalır mıydı?

Mevcut yönetimin eleştiriye tahammül eşiği hakkında olumsuz fikirlere sebebiyet verecek bu türden girişkenlikler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği vaatlere, çizdiği yeni Türkiye tablosuna yardımcı mı oluyor, bilakis zarar mı veriyor?

Dahası ve asıl önemlisi, “Hrant Dink’in naaşı daha nereye kadar siyasi hesaplaşmaların nesnesi olmaya devam edecek? Ayıp olmuyor mu, dahası günah olmuyor mu?” sorusudur.